Şükrü çocukken babasını kaybetmişti. Çocukluğu köyünde koyun kuzu inek otlatarak, dağlarda çobanlık yaparak geçmişti. Okula gidememişti köyünde okul yoktu. Okuma yazmayı büyüklerinden, birazda askerde öğrenmişti. Şükrü yiğit ve çalışkan bir gençti, gençliği de amelelik ve ırgatlıkla geçiyordu.
Sivas'ın kışı sert geçer, dağ köylerinde yaşayanlar sonbaharda Çukurova'ya mevsimlik iş için göçerlerdi.
Şükrü 'de orağı,tırpanı, samanlıktaki direğe astı. Toprak damlı yoksul evde,anası Şehriban, karısı Perihan, çocukları Gülcan ve Mustafa'ya sarıldı, akrabası Murtaza ile tahta bavulunu eline aldı. 1966 yılının sonbaharında düştüler Adana yoluna.
Kimsesiz garipler ülkesinden, Çukurova'nın bereketli topraklarına gidiyorlardı. Bozkır tarlaları karınlarını doyurmuyordu.
Bozarmut istasyonunda kara trene bindiler. Şükrü tren de derin derin düşüncelere dalıyor, ellerini pencereden sarkıtarak,ciğerine tütün çekiyor, heyecanla, türlü türlü beklentilerle başını ve sonunu hesaba katamadığı bu yolculuğun tadını çıkarmaya çalışıyordu.
Şükrü Adana'da inşaatta çalışıyordu, çalıştığı şantiyede iş arkadaşları şaka yapıyor şivesiyle alay ediyorlardı, çok zamanlarda türkü söylüyorlardı, fıkra anlatıyorlardı.
Şükrü iş paydosundan sonra şehrin yorgun ve duygusuz caddelerinde vitrinlere bakarak yürüdü,elbiselere baktı, vitrindeki hangi elbisenin Perihan'a yakışacağını hayâl etti. Para biriktirip kırmızı kadifeli elbiseyi Perihan'a, çocuklarına renk renk elbise,anasına pazen,basma elbiseleri alacağını düşünerek yürüdü, yürüdü hayâllerini çoğaltarak.
Sabah şantiyeden kalkıp işe koyuldular,Şükrü'nün yüzü esmer yanığı, gözleri yağmur yüklü bulutlar gibiydi. Yük asansörüne çimento yüklüyor, 5 kattaki işçilerde yukarı çekiyordu, asansörün halatı koptu, yük dolu asansör Şükrü'nün üzerine düştü. İş arkadaşları koştular, bağrıştılar, ağladılar. Zehirden acı bir gerçek vardı Şükrü ölmüştü.Murtaza'ya haber verdiler,koşarak geldi.
Murtaza'nın feryadı yüreklerde ateş olmuştu.
-Gardaşım nerde ? Yiğidim nerde ? Nerde yaralım nerede ?
Hürriyet mahallesine,Havuzlu bahçe mahallesine haber gönderdiler, Topardıç,Kürtçü, Kellah,Şako, Mecit,Dayılı köyünün büyükleri toplandılar, Şükrü Adana'yamı, köyünemi defnedilecekti. Anası,karısı, çocukları köydeydi. Köy kararı alındı. Nasıl gidilecekti Kangal toprakları kar kış kıyametti. Gurbetteki vefalı köylüler ceplerindeki az olan parayı bir araya topladılar, Kara trende kara vagon kiraladılar. Bahtı kara Şükrü'yü kara vagona misafir ettiler. Bir gün önceden akrabaları kara Abbas'ı köye gönderdiler, hazırlık yapılsın yarın Bozarmut tren istasyonuna kızakla gelinsin.
Adana'da ev işlerine temizliğe giden Elif ile Sultanda trenle gidecekti. Elif çok üzülüyordu
- Çok oldu ağladığım çok oldu sızladığım ama bu kadar acıyı ne gördüm ne duydum.
Geceye inen sessizlikte, Elif titreyen sesiyle yanık türkülere vurdu kendini.
- Bir türkü bilirim, yanık ve hazin, bu türküde senin hayatın var Şükrü..!
Dağ köylerinde toprak evlerde doğanların çilesi, bedenen güçlüydüler ama naçar kalmışlardı. Yazdılar kederli adlarını yersiz yurtsuz adressiz yerlere. Doğduğu köyünde anılarını kucaklayan Şükrü'yü toprak kucaklayacaktı.
Yılanlı dağı tüm heybetiyle Bozarmut istasyonuna bakıyordu. Kar onların alışkanlığıydı,süzülerek yağar etraftaki ağaçları gelin gibi süslerdi. Kara Abbas köylüleriyle yola çıktı. Toprak ananın beyaz tülbentli yüzü bıçak ağzı gibi keskindi. Amansız ayazda hava kurşun gibi ağırdı. Soğuk iliklerine kadar işlemişti nefeslerinden buhar çıkıyordu. Zerk çayı buz tutmuştu.
Yollar karlıydı karları yara yara istasyona geldiler.
Kafalarında kabalak,ellerinde tiftik eldivenlerle,pantolonların paçalarını yün çoraplarının içine dürdüler. Eğreti bir kızakla geldiler. Çekici kendileri sürücü kendileriydi. Tedbirli gelmişlerdi kızağın altına gizlenmiş tüfek, fener ve pilli el lambası.
Kıştı yollar karlıydı Şükrü'nün tabutunu acının trenindeki vagondan aldılar. Tren den siyah puşi,siyah elbiselerle inen Elif ile Sultan karşılamaya gelenlerin boynuna sarılıp iç çektikçe,trenin siren sesleri gurbetin sesi oluyordu. Zılgıtlar yükseldikçe Akasya ağaçları sallandı karlar döküldü, kürtçe ağıtlar doldu yüreklere.
Kederame uha yazılmış buye
Sanki çiyah Yılanlı lif hat sermira.
Kıştı yollar karlıydı istasyonda on kişi oldular, tabutun üzerine kara örtü örttüler. Kadınlar puşileriyle burunlarını kapattılar atkılarını boyunlarına sardılar. Kan karışmış gözleri açıkta kaldı. Acılar yabancıları değildi, acıların dağına doğru yol aldılar, yol aldılar yüzlerini biçen ayazlarla.
Kıştı,yollar karlıydı postaya verdiği mektuptan önce geliyordu Şükrü. Habersiz gidiyordu köydeki yetimlerine öyle garip.
Kara Abbas'la Murtaza kızağın önüne geçtiler, kızağın ipini bellerine sardılar, yüzlerini ayaza sırtlarını rüzgâra verdiler.
Durdular rüzgar sızıladı, yüreklerine öfkelerini aldılar kara kaderlerini sırtladılar. Adres Karabel topraklarının toprak evleri.
Kıştı,yollar karlıydı, başı dumanlı geçit vermeyen dağlara doğru yol aldılar, yorulmazlardı onlar keder yolunda yorulmuşlardı. Karları yara yara gittiler.
Ögretmeninin mektubunu göndermeye gelen kara kuru çocuk arkalarından baktı ağladı, ayaz gözyaşlarını sildi.
Kıştı,yollar karlıydı, köyleri çok uzaktı !
Karları yara yara Dayılı köyünün karşısına geldiler, köylüler toplandı, Şah İsmail köyden seslendi ;
Hava kararmak üzere,gidemezsiniz yolda donarsınız yaban hayvanları sizi parçalar, sizleri göndermeyiz, sabah oluncu bizde sizlerle yola devam ederiz.
Dayılı köyüne geldiler, Şah İsmail emir verdi; çabuk leğenlerle odaya kar getirin, ellerindeki eldivenleri, ayağındaki çorapları çıkartın, ellerini ayaklarını iyice kar ile ovalayın, ovalamazsak parmakları dökülür sakat kalırlar. Meşakkatli yolculuğun ilk durağında köyde konakladılar...
KemaL SARIKARTAL
Yollar karlıydı
Gazeteye gönderdiğim öykülerimi genellikle kısa
yazarak gönderiyorum, uzun olunca okunmadığı kanaatindeyim.
Kara örtü: Yörede yaşayan gençler öldüğünde, murat almadan öldü diye tabutun üzerine örtülen kara bayrak anlamında...