Gülay Sezerer Kuru

Tarih: 18.03.2023 18:29

Yerbilimlerinde Kadın Olarak Çalışmayı Sürdürmek

Facebook Twitter Linked-in

Gülay Sezerer Kuru    Economic Geologist

 

Yerbilimleri ile tanışmam ortaokul dönemine rastlamaktadır ve sanırım bunu kelebek etkisi olarak tanımlamam yanlış olmaz. Sivas’ta babamın dükkanına bir müşterisinin getirip bıraktığı ve o zaman ne olduğunu tam olarak anlayamadığım ancak beni bir o kadar etkilemiş olan bir cevher numunesinin seneler sonra kalkopirit-pirit-galenit-bornit’ten oluştuğunu tanımlayacaktım. Lise ve üniversiteye giriş dönemlerinin Türkiye’de siyasi çalkantıların yaşandığı yıllar olması nedeniyle jeoloji mühendisliği, zorunlu seçeneklerimden birisi olmuştu ancak yerbilimlerini öğrenmeye başladıktan sonra beni cezbetmeye ve içine çekmeye başlamıştı.

Okula başlamadan önce şehir yaşamı dışında ne köy ne kasabaya dair bir yaşama dahil olamamış, hep şehir merkezinde sınırlı bir yaşam sürdürmüştüm. Hatta o kadarki II. sınıfın yaz döneminde ilk araziye çıktığımda attığım ilk adımda yürümesini becerememiş dereye yuvarlanmıştım. O gün şunu anlamıştım ki derslerdeki yüksek başarımın ancak ve ancak mesleğin tek uygulama alanı olan arazi çalışmalarımda da göstermem gerekiyordu. Bunun için önce arazide yürümeyi öğrenmem gerekti ve hatta o güne kadar sinekten bile korkan ben bugüne geldiğimde hiçbir hayvandan korkmamayı öğrenmek zorunda kalacaktım.

Aslında yerbilimlerinde 35 yıldır staj yapmaktayım ve bu bilim dalı bana doğayı okumayı, insanları, kendimi tanımayı ve hatta bilim felsefesi yapmayı da öğretti. Üzerinde yaşadığımız yeryuvarının bir parçası olan biz insanlarda meydana gelen her türlü kimyasal olaylar, yeryuvarındaki tüm jeokimyasal olaylara benzerlikler gösterdiğini anladım. Örnek verecek olursak, yeryuvarında oluşan bir mineral eğer oluşum şartları idea ise çok nitelikli, verimli bir mineral olarak kristalleniyor ve bu mineraller oluştuğu ortamlardan uzaklaştığında bulunduğu ortamlardaki eriyik-çözelti sistemlerinin nitelik ve niceliksel özelliklerine bağlı olarak etkilenerek tekrar kristalleniyor ve farklı bir minerale dönüşebiliyor. Bu durum insanın ilk doğumundan ölümüne kadar geçen kişiliğindeki değişimlere de benzetmek yanlış olmaz. Buna benzer daha çok örneklemeleri kendi iç dünyamda yapmaya devam etmekteyim.

Üniversite yıllarımda, İngiltere’de doktora yapmış olan bir hocam ‘’bulunduğunuz yerin en iyisi olmaya çalışın’’ derdi. Evet tüm yaşamımda bunu yapmaya o yıllarda, bulunduğum koşullara bağlı olarak yapmaya çalıştım ve belki bunu 31 yıllık meslek hayatımda ve/veya tüm yaşamımda uygulamaya devam ettim. Bu önerinin bende bu kadar yer bulması belki de yetiştiriliş tarzım ve/veya mükemmeliyetçi karaktere sahip olmam nedeniyle de olmuş olabilirdi. Sonuçta başarılı bir üniversite eğitiminden sonra mezun olur olmaz MTA genel müdürlüğü ve bölgelerinde olmak üzere çeşitli projelerde çalışmaya başladım. Usta çırak ilişkisinin Türkiye’de sürdürüldüğü ve hatta yerbilimlerinin okulu olan bir devlet kuruluşuna girmiştim. Ben kendimi hep çok şanslı hissettim çünkü mesleği bana öğretecek meslektaş, hoca abilerimi, ablalarımı bulmuştum. Ne pahasına olursa olsun hep onların arkasından gitmek, onlardan mesleğin uygulamalarını öğrenmek zorundaydım. Tabii ki meslekte geçen 35 yıla rağmen halen bu işin daha başında olduğumu da gayet iyi bilmekteyim. O dönemlerde, kadın yerbilimci olarak neredeyse 1/30 oranında idik. Burada yöneticilerimize tekrar şükranlarımı sunmak isterim. Çünkü onlar meslekte kadın erkek ayırımı asla yapmazlardı. Eğer çok istekli iseniz sizin mutlaka arazi tecrübesine sahip olmanız için gerekli projelere seve seve gönderirlerdi. O dönemde MTA yöneticileri yeni başlayan jeologları 1-2 sene temel jeoloji harita alımı projelerine göndererek temel jeoloji eğitimi almalarını sağlarlardı. Daha sonra ise seçtikleri uzmanlık dalına göre projelere yönlendirirlerdi. Aldığım temel jeoloji haritalama uygulamalarından sonra seçtiğim yüksek lisans konusu ile uyumlu olacak şekilde metalik maden arama projelerinde yer almaya başladım. Yıllarca yaptığım saha çalışmalarına ait olan örneklemeleri, sahada cevher-yan kayaç ilişkisini gözlemleyerek almaya ve bunları da mineraloji-petrografi laboratuvarında tanımlamaya/analiz etmeye çalıştım. Bu kurumdan ayrılana kadar hayatım yazın arazide, kışın mikroskop başında geçti. Bu çalışma tarzının sürekliliği arazide makro gözlemlerle, mikro tanımlamaları yapmamı sağladı. Uzun yıllar Doğu Anadolu’da genel jeokimyasal prospeksiyon projelerinde de, ekip veya çalışma gruplarında hep tek kadın jeolog olarak yer aldım. Doğuda ilk araziye çıktığımda, erkek arkadaşlarla yolda uğradığımız köy kahvesi, köy çeşmesi veya dağda karşılaştığımız çoban veya köy ahalisi beni görünce çok şaşırırlardı. Hatta bir gün erkek arkadaşlar gibi merhaba deyip elimi uzatıp tokalaşmak istediğimde, elimin boş kaldığını hatırlıyorum. Bu olaydan sonra ben inatla elimi uzatıp zorla tokalaşmayı adet edindim. Hatta bu konuda da bir anekdot paylaşmak isterim. 1990-1991 yılları arasında, Turhal antimuan projelerinin oldukça yoğun ve başarılı geçtiği dönemlerde, Allah rahmet etsin sayın Ertan Tuna proje şefimiz/başkanımızdı ve sondajlar 24 saat 3 vardiya halinde çalışırdı. Eski, tenteli jiplerimiz ve eski telsizlerimiz vardı. Gece yarısı sondaj cevher kestiğinde telsizden haber gelirdi ve hemen Ertan abi ile sondajın yapıldığı dağa çıkardık. Saat 2 olsun 3 olsun 4 olsun fark etmezdi. Yine o gün telsizden haber gelmişti, Ertan abi hadi dedi Gülay gidiyoruz. Çıktık yola eski tenteli jiplerle uzun bir dağ yolundan sonra sondaja ulaştık. Karotları inceledik tanımlamalarımızı yaptık birkaç saat sonra kampa Turhal’a döndük. Bu proje benim katıldığım ilk metal arama projesi idi.

Proje çalışma süresi dolduktan sonra MTA Sivas bölgeye döndüm. Birkaç gün sonra 6-7 arkadaş odama ziyaretime geldiler. Sonradan üst düzey yönetici olan maden mühendisi bir arkadaşım söze başladı. “Senden özür dilemeye geldik. O gün Turhal’da gece yarısı karotları kontrole geldiğiniz gün senin arkandan ‘bu saatte kadın başına ne işi var’ diye konuştuk. Daha sonra da senin iş konusuna bakışını anlayıp seni tanıdıktan sonra kendi söylediğimizden utandık ve senden özür dilemeye geldik” dediler. Bu yaşadığım benim için oldukça şaşırtıcı idi o güne kadar erkek yerbilimci arkadaşlarımın, bu şekildeki olumlu bakış açılarına sahip olmasında etkili olmam, beni yıllar geçmesine rağmen halen mesut etmektedir. Başka bir anekdot daha paylaşmak isterim. MTA genel müdürlüğünden 20 sene sonra ayrıldığımda, Afrika-Tanzanya’ya yaklaşık olarak 50’den fazla maden ruhsatının etüdü için gittim. İlk gece Dar’ Es salam’da kaldıktan sonra ertesi gün Afrika derinliklerine elimde bir jeolog çekici ve kalbimde bilim ateşi ile daldım. 2. gündü ve arazide granulit, eklojit fasiyesine ait kayaçların ve BIF formasyonun üzerinde yürüyordum. Başka bir deyişle eski kıta kratonunun üzerinde yürümekteydim. İnanamıyordum, çok heyecanlıydım! Bu kadar bilimsel veriyi bir arada bulmuş olan, çok kimseye kısmet olmayacak bir şansı yakalayan bir Türk kadın jeologu olduğum fikri aklımdan hızlıca geçmişti. O an aklıma sadece Ülkemizin kurucusu ve kadınlara bu hakları veren yüce önderimizin önünde saygıyla eğilmek geldi, gözlerimden akan birkaç damla yaş ile. Mesleğe başladığımdan bugüne kadar hayatım boyunca nerede olursam olayım sadece insan olduğumu bileceğime ve yeryuvarının sırlarını çözeceğime dair kendime baştan beri söz vermiş bulunmaktayım. Ülkemizde son yıllarda erkek meslektaşlarımızın kadın meslektaşlarımıza destek olduklarını artık biliyorum. Bu durumların daha da yaygınlaşması gerektiğini de umuyorum. Bunun yanı sıra uluslararası, CRIRSCO benzeri kuruluşlara dahil olan YERMAM-UMREK ve MJD gibi organizasyonların da bu ayrımcılığa karşı durduğunu burada bahsetmek isterim. Bu organizasyonlarımızla, Türkiye yerbilimlerinde çağdaş bir konuma geleceği kaçınılmazdır


Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —