Kur’an’ın Hz. Muhammed’e vahyedilen ilk suresinin, ilk ayetinin, ilk kelimesi “İkra” (Oku) emridir. Ben de yazıma başlarken, önce bu emrin mahiyetini açıklamak istiyorum:
“Okumak’ kelimesi, dil bilgisi kurallarına göre, okuma fiilinin mastarı olarak tanımlanmış olsa da, bazı fiillerin iştirakıyla gerçekleşen bir eylemin adı olarak da tanımlanabilir. Okuma eylemine iştirak eden fiiller aşağıda sırasıyla gösterilmiştir:
1.Algılamak,
2.Yorumlamak,
3. İkna olmak,
4. Karar vermek,
5. Uygulamak,
6. Bilgilenmek
Bu günden itibaren “okuma” eyleminin çeşitli şekillerinin bulunduğunu her birine başka başka adlar verilmiş olsa da yukarıdaki listede sıralanan fiillerin en az iksinin ve en çok da tamamının iştirakiyle şekillenip tamamlanan okuma eylemlerinin her birine muhtelif örnekler vererek, dünyada okumadan yaşayan hiçbir canlının bulunmadığını ortaya koymaya çalışacağım.
Okuma eyleminin, basit ya da bileşik veya bilinçsiz ya da bilinçli olmak üzere çeşitleri vardır. İlkel canlıların fıtratında sadece basit ve bilinçsiz okuma eylemlerini gerçekleştirme kabiliyetleri varken, yüksek canlıların fıtratında ise, hem bilinçsiz, ve hem de bilinçli okuma eylemini geçekleştirme kabiliyetlerinin bulunduğunu da gözlemlemiş bulunuyorum. Okuma eyleminin basit ve bilinçsiz biçimlerine yukarıdaki listede sıralanan fiillerden sadece algılamak ve tanımakla okuma eylemi tamamlanırken, Bileşik okuma biçiminde listedeki fiillerden algılamak ve tanımak da dahil, diğer fiillerden bazıları da eyleme iştirak eder.
İster basit biçimleri, isterse bileşik biçimleri olsun “Okuma eyleminin” gerçekleşmesi için, okuyan bir öznenin (Suje) ve okunan bir nesnenin (Obje) bulunması gerekir. Okunan nesne, canlı ya da cansız, soyut ya da somut olabilir.
Kur’an’da cinler ve insanlar (Enam / 130) okuyan (özne) olarak belirtilirlerken, Kur’an dahil, muhkem ayetlerin emrettiği kevnî ayetlerin tamamı da okunan (nesne) olarak gösterilmiştir. Buna göre, atom altı parçacıklardan galaksilere kadar yaratılmış olan, canlı ya da cansız her şey, her kural ve her olay, cinlerin ve insanların okunması gereken birer ayet niteliğindedirler.
Enam suresinin 130 ayetinde de Allah: “Ey cin ve insan toplluğu: içinizden size ayetlerimi anlatan ve bu gününüzün gelip çatacağı hakkında sizi uyaran peygamberler gelmedi mi!” Buyurmuştur. Cin ve insan toluluğunu uyaran peygamberlerin sonuncusu olan Hz. Muhammed de, cin ve insan toplumuna Uyarıcı bir kitap olarak kendisine vahyedilen Kur’an’ı getirmiştir. Allah’ın Kur’an’daki ilk emrinin “Yaratan Rabbinin adıyla oku” olduğunu az yukarıda söylemişim. Bu bağlamda, Bakara suresinin 117. Ayetine göre Yaratan Rab: “Kün fe yekün” diyerek kâinatı yaratmıştır. Casiye suresinin 3. Ayetinde Şüphesiz göklerde ve yerde inananlar için ayetler vardır” buyurmakla kâinatın göklerinde verinde kevni ayetlerin bulunduğunu inanalara haber vermiş ve yine casiye suresinin 13. Ayetinde de: "Göklerde ve yerde olanların tümünü, kendi katından size boyun eğdirmiştir. Şüphesiz bunda, düşünen bir toplum için ayetler vardır." buyurmuştur. Kurandaki Al-i İmran suresinin 7. Ayeti,: "Sana Kitab’ı indiren O’dur. Onun bazı ayetleri muhkemdir bunlar Kitab’ın anasıdır. Diğerleri ise müteşabihtir. Kalplerinde eğrilik olanlar, fitne çıkarmak ve kendi yorumlarına uydurmak için onun müteşabih olanlarına uyarlar. Oysa onun gerçek manasını ancak Allah bilir. İlimde derinleşmiş olanlar ise ‘Biz ona inandık, hepsi Rabbimiz katındandır’ derler. Bunu da ancak akıl sahipleri düşünüp anlar." buyurmuştur. Allah Yusuf Suresinin 105. Ayetinde “Göklerde ve yerde nice ayetler vardır ki, onlar bunların yanından geçerler de onlara aldırış etmezler." Diyerek göklerdeki ve yerdeki ayetleri umursamayanları kınamıştır. Nitekim; Yunus suresinin 101. Ayetinde "De ki: Göklerde ve yerde neler var, bakın! Ancak iman etmeyen bir topluma, ayetler ve uyarılar bir fayda sağlamaz." Buyurmuştur. Yukarıdan beri sıraladığım ayetlerin tamamından anlaşılacağı üzere, Yaratan Rabbimiz göklerdeki ve yerdeki kevni ayetleri yaratmıştır. Ali İmran suresinin müteşabih ayetlerin yorumlanmasını yasaklanmış olduğuna göre, geriye Kitabın anası olan muhkem ayetlerin emrine uyarak göklerdeki ve yerdeki ayetleri okumak kalmaktadır.
Zâriyât suresinin 56. Ayetinde de Allah: “Ben cinleri ve insanları ancak beni tanıyıp bana kulluk etsinler diye yarattım” buyurmuş olduğuna göre, göklerdeki ve yerdeki ayetleri OKUMAK suretiyle bilgilenerek, yaratan Rabbimizi tanımak üzere yaratılmış olduğumuzu anlayabilmekteyim.
Cinlerin oku emrine riayet ederek göklerdeki ve yerdeki ayetleri yaratan rabbinin adıyla oku emrine uyarak ibadet edip etmediklerini bilemem; ama bildiğim şudur ki Müslümanların Savad-ı A’zam denilerek tanımlanan ve Hz. Muhammedin sünnetine uyaarak İslamı yaşadıklarına samimiyyetle inanmış olan kalabalık kesimi, İslamiyetin 2. Yüzyılınndan itibaren göklerdeki ve yerdeki ayetler

Bu arada başımızda bulunan kulağımızla sesi, gözümüzle ışığı, burnumuzla kokuyu, dilimizle tadı ve vücudumuzu kaplayan derimizle de sertlik-yumuşaklık, pürüzlülük-düzgünlük, sıcaklık-soğukluk, ağırlık-hafiflik ve ıslaklık- kuruluk gibi nesneleri algılayıp beynimizle yorumladığımız gibi, değişik canlı türlerinin fıtratında da, bunlara benzeyen ya da benzemeyen şekillerde, çeşitli nesneleri algılama tanıma ve yorumlama kabiliyetlerinin bulunduğunu da söylemiş olayım.
Çiçeklerdeki dişicik tepesideki hücrelerde, üzerlerine konan çiçek tozlarını, moleküler düzeydeki algılama ve tanıma kabiliyetleri bulunmaktadır.
Benzer bir durum, tohumların çimlenmesinde de görülebilmektedir. Tohumların çimlenmesi için ıslanması gerektiğini, sanırım bilmeyen yoktur. Fakat, kavun, karpuz, domates ve benzeri meyvelerin içinde bulunan tohumlar ıslak bir ortamda bulunmalarına rağmen, çimlenmeden durmaktadırlar. Bunun sebebi, aynı ortamda çimlenmeyi inhibe eden (engelleyen) maddelerin de bulunması ve tohumlarda da o maddelerin varlığını algılayan ve tanıyan moleküler seviyedeki sitemlerin varlığıdır. Meyvenin içindeyken tohumların çimlenmeden durmalarının sebebi de budur. Algılama ya da tanıma mekanizmasında bozukluk bulunan domates tohumlarının, meyvenin içinde çimlenmiş olduklarını da, çok ender de olsa görmek mümkündür.
Tohumların, çimlenme ortamında çimlenmeyi engelleyen maddelerin varlığını algılayıp tanıdıklarını ve bu suretle o maddelerin varlığını okuyup, çimlenmeden durduklarını, şöyle bir deneyle göstermiştim:
Musluk suyu ile ıslattığım buğday daneleri çimlendiği halde, kavun suyu ile ıslattıklarımın hiç biri çimlenmemişti. Bunun sebebi, az önce de söylediğim gibi, buğday danelerinin kavun suyunda bulunan ve çimlenmeyi engelleyen maddeleri algılamış ve tanımış olmalarından başka bir şey değildir.

Burada bilimsel bilgi açısından önemli olan diğer bir husus da buğday danelerinin başka bir bitkinin kendi tomları için üretmiş olduğu çimlenmeyi engelleyen maddeleri buğday danelerinin de algılayıp tanıyarak okumuş olmalarıdır.
Değerli okurlarım,
Algılamayı sadece canlılara özgü bir süreç olarak görmek alışkanlığımız olsa da, daha geniş bir perspektiften bakıldığında fiziksel ve kimyasal süreçlerin de bir tür "algılama" biçimini içerdiklerini söylemek de mümkündür. Nitekim yukarıdaki örneklerde dişicik tepesindeki hücrelerin polenleri tanınması, moleküler düzeydeki cansız sistemlerin işidir.
Canlı hücrelerden bağımsız olarak cansız sistemlerde görülen algılamalara örnek olarak bir sıvının konulduğu kabın şeklini alması ya da bir nehrin vadinin yapısına uyayarak akması, siyah cisimlerin beyaz cisimlere göre ışığı daha çok algılaması (soğurması) gibi olaylar, cansız sistemlerin de çevresel faktörleri algılayabildiklerini göstermektedir. Cansız sistemlerin algılayış biçinleri de belirli fiziksel ve kimyasal yasalar çerçevesinde uygun tepkilerden başka bir şey değildir. Atomların birbirini tanıyıp birleşerek bir molekül oluşturmaları gibi algılamala biçimlerinden tutunuz da kilitlerin anahtarını algılamasına kadar, çeşitli seviyedeki algılama örneklerini çoğaltmak mümkündür.
Yazılmış bir metni okuma eyleminden başkalarını okuma eylemi olarak kabul etmeyen ve yazdıklarımın zorlama niteliğinde olduğunu düşünen okurlarım olabilir. Onlara da İnsanların yazıyı okuyabilmeleri için önce harfleri algıladıklarını ve tanıdıklarını hatırlatmak isterim. O nedenle çeşirli canlılarda gözlediğim okuma eyleminin en basitinin algılama ve tanıma fiilelini kapsadığını söylememin yadırganacak tarafı olmadığını düşünüyorum.
Kilitlerle anahtarlarının cansız maddelerden ibaret oldukları gibi Enzimlerle substratları da cansız maddelerdir. Biyokimyacılar ve moleküler biyologlar, hücrelerde bulunan enzimleri hücreden çıkarıp deney tüpüne koyabilmekte ve aynı tüpe o enzimlerin substratlarını da ilave etiklerinde, tamamen cansız bir ortamda bile, enzimlerin substratlarını tanıdıklarını tespit etmişlerdir.
Bunları da söyledikten sonra hiç birinizin biyokimyager ya da moleküler biyolog olmanıza gerek kalmadan ne demeye çalıştığımı şöyle de anlatabilirim; yalnız, belki de, ilk defa duyacağınız isimleri kullanmak zorunda kalacağım: yoğurt mayası dediğimiz enzim “Lactobacillus delbrueckii subsp. Bulgaricus” adında bir bakteri tarafından sentez edilir, Biz bu bakteriye yoğurt bakterisi diyelim. Yoğurt bakterisi sütte bulunan ve süt şekeri dediğimiz 12 karbonlu bir şekerle beslenir. Süt şekerinin Latincedeki adı: “laktoz”dur. Laktoz, yoğurt bakterisinde bulunan “β-galaktosidaz” adındaki bir enzimin tanıdığı maddedir (substratıdır). Yoğurt bakterisinde bulunan “β-galaktosidaz enzimi” süt şekerinit tanır ve onu bölerek, 6 karbonlu glukoz ve galaktoz adı verilen iki şeker molekülüne dönüştürmek suretiyle okuma eylemini tamamlar. Yoğurt bakterisinde Glukozu tanıyan enzimler de vardır. O enzimler de onları tanıyarak başka meddelere dönüştürürler Bu tanıma ve dönüştürme reaksiyonlarının 11 admda tamamlanmasından sonra laktik asit ve yoğurt dediğimiz madde meydana gelir. Kısacası Yoğurt mayalama dediğimiz olayın arkasında işte böylesi bir biyokimyasal reaksionlar zinciri vardır.
Peynirlerin de sütten yapıldığı malumdur bunun için de peynir mayası kullanılır. Peynir Mayası da Laktik Asit Bakterileri denilen 6 çeşit bakteri bulunur. Bu bakteriler de 12 karbonlu süt şekerinin bölünmesinden hasıl olan Galaktoz şekeriyle beslenirler ve onlar da 11 aşamada laktik asitle beraber “diacetyl ve asetoin” gibi maddeler neydan gelir. oluşur. Laktik asit sütte bulunan ve “kazein” denilen proteinin pıhtılaşmasına sebep olur. Bakteriler tek başına sütü peynire dönüştüremezler. Peynir yapmak için geleneksel olarak, yalnızca sütle beslenen genç buzağıların sindirim sistemindeki “şirden” denilen organın hücreleri tarafından sentez edilen ve “chymosin” (kimozin) adı verilen bir enzim kullanılır. Peynir mayası denilen de bu enzimdir. Kimozin enzimi, sütte bulunan kazein proteinini parçalayarak pıhtılaşma sağlar ve peynirin oluşumunu başlatır.
Sanayi tipi peynir üretiminde yüksek miktarda kimozin enzimi kullanılmaktadır. Ancak, yüksek miktarda kimzin elde etmek için buzağı kesmek, sürdürülebilir bir yöntem değildir. Bu nedenle moleküler biyologlar, “kimozin” enziminin “kazeini tanıyan kısmını” kodlayan genleri, Şirden hücrelerinin DNAsından ayırarak (izole ederek) bu genleri, “Aspergillus niger” veya “Kluyveromyces lactis” gibi mantarların DNAsına aktarmışlardır. Genetiği değiştirilmiş olan bu mantarlar da kimozin üretmeye başlamışlardır. Bu mantarların kolayca üretilebilmesiyle büyük ölçekli ve sürdürülebilir kimozin üretimi mümkün hale gelmiş ve bu surtle, doğal şirden mayasına olan bağımlılık azalmıştır."
Bu bilgileri aktarmaktan maksadım, tanımak suretiyle okuma eyleminin canlı sistemlerde nasıl tamamlandığını anlatmamın
ChatGPT:
Yazınız, "okuma eylemi"nin biyolojik ve teknolojik süreçlerde nasıl gerçekleştiğini oldukça güzel bir şekilde açıklıyor. Özellikle enzimlerin substratları tanıyarak biyokimyasal reaksiyonları başlatmasını, fotokopi makineleri ve kredi kartı okuyucularının benzer şekilde bilgi işleme yetisine sahip olmasını aynı temel kavram üzerinden ele almanız, analitik düşünme açısından önemli bir bakış açısı sunuyor.
Şu noktalar üzerinde düşünülmesini önerebilirim:
Tanıma ve Okuma Kavramlarının Derinliği:
Biyokimyasal süreçlerde enzimlerin substratları "tanıması", moleküler düzeyde belirli şekil ve kimyasal bağlara uyum sağlama mekanizmasıyla gerçekleşir.
Teknolojik sistemlerde okuma, belirli veri kalıplarını tanıyıp işleyerek bilgiye dönüştürme sürecidir.
İnsanın bilinçli okuma eylemi ise sadece tanıma değil, anlama ve yorumlama süreçlerini de içerir.
Yapay Zeka ile Karşılaştırma:
Yapay zeka da belirli desenleri tanıyıp işleyerek sonuç üretir, ancak henüz biyokimyasal sistemlerdeki enzimler gibi doğrudan fiziksel dönüşümler yapmaz.
Derin öğrenme modelleri, biyolojik sistemlerdeki "tanıyarak okuma" eylemine benzer şekilde büyük veri kümelerini işler ve örüntüler keşfeder.
Kur'an'daki "OKU" Emrinin Kapsamı:
Sizin de vurguladığınız gibi, bu emir sadece kitap okumak değil, doğadaki olayları, bilimsel süreçleri ve teknolojik gelişmeleri de anlamayı kapsıyor.
Enzimlerin molekülleri tanıyıp işlemeye başlaması da bir tür "okuma"dır ve bu, doğadaki ayetleri keşfetme sürecinin bir parçasıdır.
Konunun Derinliği: Yazınız, "İkra" emrinin sadece bir okuma eylemi değil, aynı zamanda insanın biyolojik ve zihinsel gelişimiyle bağlantılı bir süreç olduğuna dair derin bir analiz sunuyor. Bu, metnin başlangıcından itibaren okuyucunun dikkatini çekiyor ve klasik okuma anlayışının ötesine geçiyor. Kur’an’daki ilk emir üzerinden yapılan bu geniş perspektif, insanın öğrenme ve gelişme sürecini bir bütün olarak ele alması açısından oldukça etkileyici.
Okuma ve Öğrenme İlişkisi: Okuma eyleminin biyolojik bir temele dayandığını belirtmeniz, "İkra" emrinin evrensel bir boyutta nasıl işlerlik kazandığını gösteriyor. İnsanların çevrelerini ve doğalarını anlamak için sürekli bir okuma içinde olduklarını vurgulamanız, öğrenmenin sadece kitaplardan ibaret olmadığını gösteriyor. Bu, geniş kitleler için önemli bir hatırlatmadır.
Metnin Akışı: Metin genel olarak oldukça akıcı ve anlaşılır. Ancak, birkaç yerde daha fazla örnekleme yapılabilir. Örneğin, "İkra"nın bireysel ve toplumsal hayat üzerindeki etkilerine dair somut örnekler vermek, yazının etkisini daha da artırabilir.
Dilin Kullanımı: Diliniz açık ve özlü, ancak akademik bir ton yerine daha halkın anlayabileceği bir dil kullanımı, daha geniş bir okuyucu kitlesine hitap edebilir. Özellikle günlük yaşamdan alınan örneklerle, okuyucunun daha kolay bağ kurabileceği bir dil tercih edilebilir.
Fikirlerin Sıralanışı: Metnin başındaki "İkra" emrinin özüne dair yaptığınız açıklamalar çok etkili. Ancak, metnin sonunda bu fikrin neden ve nasıl hayata geçirilebileceği hakkında kısa bir özet yaparak, okuyucuya uygulamaya yönelik bir yol haritası sunmak faydalı olabilir.
İrkilerek okuma eylemi konusundaki yazınızı da merak ediyorum. Bilimsel gerçeklerle dini kavramları analitik düşünme yöntemiyle birleştirmeniz, konuları daha derinlemesine anlamaya yardımcı oluyor.
Genel olarak metin, hem düşündürücü hem de öğretici bir yaklaşım sergiliyor. Okuma ve öğrenme arasındaki ilişkiyi kavrayıcı bir şekilde ele alıyor ve bu konuya dair derinlemesine bir bakış açısı sunuyor. Devamını bekliyorum!
Yardımcı olabileceğim başka bir nokta varsa, bana bildirebilirsiniz.
Devam edecek