Yener Okatan


TURNUSOL KÂĞIDI


Mantarlarla yosunların ortak yaşama biçiminden oluşmuş canlılar vardır. Biyolojide onlara liken denir. Likenlerin muhtelif türleri vardır. Rocella tinctoria adı verilen bir liken türünden elde edilen bir sıvı maddeye turnusol adı verilmiştir. Bu sıvının bir damlası bile damlatıldığı çözeltinin asit mi, baz mı ya da nötr mü olduğunu gösteren bir renk değişimi meydana getirir.
Kimyacılar bu maddenin kullanımını kolaylaştırmak amacıyla, kâğıt havluya benzeyen özel kâğıtları turnusol sıvısıyla ıslatıp kuruturlar. Gerektiğinde bu kâğıdın küçük bir parçasını deneyecekleri sıvıya batırırlar. Kâğıdın gösterdiği renge göre, o sıvının asit, baz ya da nötr olup olmadığını kolayca anlarlar. İşte turnusol kâğıdı denilen şeyin hikâyesi budur.”
Ben de  bir kimsenin gerçek zihniyetini açığa çıkarmak üzere  Kur’an’daki Ta-Ha Suresi 114. Ayetinin,  insanlığın tamamının gerçek zihniyetini  ortaya çıkaran evsafını, her millete anlatabilmek için,  Yaradan'ımızın affına sığınarak, mecazi anlamda turnusol kağıdı tabirini kullandım. 
Günümüzde sık sık gündeme getirilen konularından biri,  Atatürkçü olmak ya da olmamak,  diğeri ise dindar olmak ya da olmamak şeklinde özetlenebilir. Yaklaşık 100 yıldır tartışılan bu konunun yılan hikâyesine döndürülmüş olmasının sebebi,  Atatürkçülerin, Atatürk'ün tercüme edilmesini sağladığı Kuranın Türkçesindeki Ta-Ha suresinin 114. Ayetini okumamış, olduklarından , Dindarların da Kur’an’ın Arapça metnindeki Ta-Ha suresinin 114. Ayetini, tilavet etmiş olsalar da, okumamış  olduklarından hiç kuşkum  yoktur.
Yurdumuzdaki  Atatürkçü Düşünce Derneğinin çeşitli illerdeki şubelerine kayıtlı,   milyonlarca üyesi vardır. Bunlar Atatürk'ün yaptığı devrimlerden yana olduklarını söyleyen insanlardır.  Bunlara karşı,  yurdumuzda Atatürk’ün Medreseleri, tekkeleri, zaviyeleri kapatmasını,  harf devrimini yapmasını doğru bulmayan ve kendilerine kanaat liderleri denilen bir takım kimseler ve onların peşinden giden milyonlarca insan da vardır.
Ben de Müslüman bir bitki fizyologu olarak, Atatürkçülerin gerçekten Atatürkçü olup olmadığını,   dindar denilen kimselerin de  gerçekten dindar olup olmadıklarını anlamak üzere,   Turnusol Kağıdı adını verdiğim bu makaleyi yazdım.  
Bitki Fizyologu Olmak Ne Demektir ki?
Önce şu sorunun cevabını vermem gerekiyor: Bitki Fizyologu olduğunu söyleyen bir kimse  kim ola ki,  hem Atatürkçülerin gerçekten Atatürkçü olup olmadıklarını; hem de dindarların gerçekten dindar olup olmadıklarını ortaya çıkarmaya kalkışmış olsun? 
Atatürkçülerin ve dindarların gerçek zihniyetlerini az sonra ortaya çıkaracağım; ama önce,  “Bitki fizyologu kim ola ki? sorusunun cevabını vermem gerekiyor:
1961 yılında  İstanbul Üniversitesi Fen fakültesinin Botanik –Zooloji (Biyoloji)  Bilim dalında lisans okumaya başladım. Botanik Anabilim Dalında,   bitkilerin çeşitli davranış biçimlerinin moleküler düzeydeki   mekanizmasını ve bu mekanizmanın işlemesi  üzerinde etkisi olan faktörlerin  etkileme biçimi ilgili malumatın (Kitaplara geçmiş olan bilgilerin) toplandığı dersin adına,  Bitki Fizyolojisi dendiğini öğrendim. 1964 ders yılı başında  Doç. Dr. Metin Bara Hocamın  yapmakta olduğu bitki fizyolojisi ile ilgili bir araştırmada,  kendisine yardım etmek üzere geçici bir kadroya atandım. Mezun olunca da askere gittim. Sözün kısası,  1964 yılından itibaren başladığım bitki fizyolojisi konusundaki  araştırmalarıma  askerlik dönemim  de dahil , 61 yıldır devam ediyorum. Bu vesileyle  araştırma yaptığım konularla alakalı olarak eski araştırmacıların neler yapmış ve hangi bilgileri öğrenip mevcut malumata katmış olduklarını okuduğum gibi, yaşayan araştırmacıların da, halen neler yapmış ve hangi bilgileri öğrenip, mevcut malumata katmış olduklarını da okumak suretiyle  Bitki fizyolojisi konusundaki malumatımı tavan seviyesine kadar yükseltmiş oldum. Yurt içinde ve yurt dışında (Amerika'da), ekip halinde ya da tek başıma yaptığım bilimsel araştırmaların sonucunda öğrendiğim bilgileri  de,  dünyanın en otoriter bilim dergilerinde yayınlatarak, mevcut malumata, karınca kararınca,  eklemek suretiyle, yaşadığım dönemin mevcut malumatına, katkıda bulunmuş oldum.
İstanbul Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsüne Müdür Yardımcısı Olarak Atanmıştım.
1992 yılında Bitki fizyolojisi konusundaki  bilimsel araştırmalarıma 3 yıllık doçent olarak devam ederken, Fen bilimleri Enstitüsüne Müdür yardımcısı olarak atandım. 13 yıl kaldığım bu görevde,  Enstitüye bağlı olan Fen bilimleriyle ilgili anabilim dallarında hazırlanmış olan Lisansüstü tezlerinin biyolojiyle ilgisi olanlan  konularda yapılmış Lisans üstü tezlerini okuyarak bilgi birikimimi artırıyordum. Okuduğum Tezlerde anlayamadığım konular da olunca, Tezin danışmanı olan öğretim üyelerine sorarak,  onların yardımıyla anlamaya çalışıyordum. Bu suretle Canlılar üzerinde etkisi olan Astronominin ve Jeolojinin çeşitli konularından tutunuz da, Çevre biyolojisi de dahil olmak üzere, Biyofizik Biyokimya ve özellikle moleküler biyoloji ile ilgisi olan,  atom ve molekül fiziği  gibi  anabilim dallarını kapsayan  geniş bir yelpazedeki  fen bilimlerinin hali hazırdaki tavan seviyesinde nelerle meşgul olunduğundan haberim oluyordu.
Fen Fakültesine Dekan Yarımcısı Olarak Atanmıştım
Fen Bilimleri Enstitüsünde yoğun bir akademik çalışma içerisindeyken Öğrenciliğimden beri Bilimsel araştırmalarına yardım ettiğim hocam Fen Fakültesine Dekan olmuş,  bana dekan yardımcısı  olmamı önermişti. Son derece yoğun bir çalışma içinde olmama rağmen hocamın hatırını kıramamış,  kabul etmiştim.
Nur suresi 31. Ayetinin kıyafet yönetmeliği ile çeliştiği iddia edilen cümlelerinin düzgün tercümesi şöyledir:
قُلْ لِلْمُؤْمِنَاتِ يَغْضُضْنَ مِنْ أَبْصَارِهِنَّ وَيَحْفَظْنَ فُرُوجَهُنَّ
“Mümin kadınlara söyle.  Gözlerini haramdan sakınsınlar. Irzlarını korusunlar.
وَلَا يُبْدِينَ زِينَتَهُنَّ إِلَّا مَا ظَهَرَ مِنْهَا
“Ziynetlerini, ancak kendiliğinden görünen kısmı dışında, açığa çıkarmasınlar.”
وَلْيَضْرِبْنَ بِخُمُرِهِنَّ عَلَىٰ جُيُوبِهِنَّ
Örtülerini göğüs ve yaka açıklıklarının üzerine vursunlar”
وَلَا يَضْرِبْنَ بِأَرْجُلِهِنَّ لِيُعْلَمَ مَا يُخْفِينَ مِن زِينَتِهِنَّ
Gizlemekte oldukları ziynetlerinin bilinmesi için, ayaklarıyla (yere) vurmasınlar;”
Allah'ın dediği budur.
Buna göre kızlarımızın başlarını örtmelerine gerek yoktu. Çünkü mesele ziynetlerini göstermemekse, takılarını çıkarıp  çantasına koyar, üniversitenin kapalı mekanlarına girip derslerini dinleyebilirlerdi.  Fakat İlahiyatçılar yine de kızlarımızın başını örtmeye mecbur olduklarını iddia ediyor ve sebep olarak da: Elmalılı Hamdi Yazır’ın  Hak Dini Kur’an Dili, adlı kitabı da dahil,  muhtelif müfessirlerin mealen yazdıkları tercümelerinde baş örtüsü ifadesinin bulunduğunu gösteriyorlardı.
Elmalılı Hamdi Yazır’ın  Tercümesi Şöyleydi:
“Mü’min kadınlara da söyle, gözlerini haramdan sakınsınlar, ırzlarını korusunlar. Ziynetlerini açmasınlar; ancak kendiliğinden görüneni müstesna. Başörtülerini yakalarının üzerine vursunlar”.
Ömer Rıza Doğrul’un Tanrı Buyruğu. Kuran-ı Kerimin Tercüme ve tefsiri adlı kitabında da:
“Mümin kadınlara deki gözlerini namahremden sakınsınlar. Örtülecek yerlerini korusunlar. Ziynet (yerlerinin) görünen kısmından fazlasını göstermesiler. Örtülerini omuzlarından aşağıya doğru sarkıtsınlar.”  Yazılıdır..
Diyanet İşleri Başkanlığının Mealen tercümesi ise şöyledir:
“Mü'min kadınlara da söyle, gözlerini haramdan sakınsınlar, ırzlarını korusunlar. (Yüz ve el gibi) görünen kısımlar müstesna, zinet (yer)lerini göstermesinler. Başörtülerini ta yakalarının üzerine kadar salsınlar”.
Nur suresi  31. Ayetinin orijinal metnindeki  “örtülerini” kelimesini,  müfessirlerimizin yazdıkları  tercümelerinde illa da “başörtüsü” şeklinde yazmış olduklarının sebebini de araştırınca: Müfessirlerimizin Kur'an'daki Nur Suresinin 31 ayetini tercüme etmemiş, kadim Arap ulemasının kendi kültürlerini de ayete katarak yazmış oldukları Arapça tefsirleri tercüme etmiş olduklarını da üzülerek  öğrendim.  Mesela, Kur’an tefsirleri arasında en eski, en kapsamlı ve en muteberlerinden sayılan, Taberi’nin,  “Câmiʿu’l-Beyân ʿan Teʾvîli Âyi’l-Kurʾân” adlı tefsirinde şöyle yazmıştır: 
وَلْيُلْقِينَ خُمُرَهُنَّ عَلَىٰ جُيُوبِهِنَّ لِيَسْتُرْنَ بِذَٰلِكَ شُعُورَهُنَّ وَأَعْنَاقَهُنَّ وَقُرُوطَهُنَّ.
“Ve başörtülerini yakalarının üzerine kadar örtsünler; saçlarını, boyunlarını ve küpelerini örtsünler”.Değerli okurlarım,
Bu vesileyle okumaya başladığım Kur’an tercümelerindeki Maide suresinin 3. Ayetinde:
● ”Bugün sizin için dininizi kemale erdirdim. Nimetimi Tamamladım. Din olarak İslam'ı beğenmenize razı oldum. Buyurulmuş olduğunu gördüğüm gibi,  Enam Suresinin 115. Ayetinde de:
● “Rabbinin kelimesi (Kur'an) doğruluk ve adalet bakımından tamdır. Onun kelimelerini değiştirebilecek yoktur. O, hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir” buyurulmuş olduğunu da gördüm.
Allah’ın kemale erdirdiği  İslam'ın kitabının da bulunmayan kelimeleri  ayetin tercümesine eklemek demek, Allah'ın kemale erdirdiği  İslam'ın kitabında eksiklik görüp, onu tamamlamak anlamına gelir. Enam Suresinin 115. Ayetine göre bunu yapmaya da kimsenin hakkı yoktur.
Not: Arapça ile Türkçenin yapısal farklarından dolayı, ayette bulunmayan,  fakat, tercümenin anlamını bozmayıp bilakis kuvvetlendiren bazı edat türü kelimeleri tercümeye eklenmiş olmasının makul olduğunu da kabul ediyorum.
Diyelim ki Arap uleması cahil kimselerdi…  Ya bizim müfessirlerimiz?  Onların da  İslam'ın sadece cahil  Araplara değil kıyamete kadar gelecek olan insanlığın tamamına şamil bir  din olduğunu düşünmeleri gerekmez miydi?
Bu sorunun  cevabı da yine Kurandaki Ta-Ha suresinin 114. Ayetini okuyunca bulmuş oldum. Okuyalım:
“Gerçek hükümdar olan Allah yücedir. Sana vahyedilmesi tamamlanmadan önce Kur'an'ı okumakta acele etme. ‘Rabbim! İlmimi arttır’ de” 
Bu ayeti okuyunca müfessirlerimizin  ”Rabbim ilmimi artır de” emrine uyup uymadıklarını merak ederek , her birinin akademik özgeçmişini okumak istedim; fakat,  o yıllarda buna ne zaman ayırabilirdim, ne de imkânım vardı. O nedenle kendi ilmimi yaşadığım çağın ilmi seviyesinin tavanına kadar yükseltmiş  ve bu suretle Ta-Ha suresinin 114. Ayetinin emrini yerine getirmiş olmamın verdiği gönül rahatlığı içinde, Allaha  şükrederek,   kendi ihtisasıma uygun olan,  yaratılışla ilgili,  Kur’an  ayetlerinin Türkçe meallerini analitik düşünerek, 42 yıldan beri okumaya devam ettim.
Bu arada şunu  da söylemeliyim ki: Yaratılışla ilgili ayetlerin bilimsel verilerle son derece uyum içinde olduklarının gördüğüm gibi, müfessirlerimizin  akıl almaz hatalar işlemiş olduklarını  da müşahede etmiş oldum.
Devam edecek.

YAZARLAR