Adı üstünde, Türkiye Cumhuriyeti. Devleti yani Türk’ün.
Kıyısından köşesinden çekiştirilip, küresel güçlerin hesabına işleyen modanın malzemesi yapılamayacak kadar irade esaslı bir yapı.
Birliktelik.
Milli bütünlüğün somut göstergesi.
Bir yanıyla Türk’ün varlık garantisi.
Daha çok şey söylemek mümkün tabi. Ancak, ne kadar önemli olduğunu anlatmaya hiçbir ifade tam ve yeterli değildir.
Kimse bu millete alın size bir vatan, alın size bir meclis, alın size bir devlet demedi. Hatta, ne vatansızlığınız ne de devletsizliğiniz kimsenin umrunda olmamıştır, bundan sonra da olmayacaktır.
Çağının en önemli imparatorluğu olan Osmanlı imparatorluğu zamanla duraklamış, gerilemiş ve yayılmacı devletlerin göz diktiği “hasta” durumuna düşmüştür.
Tarih, doğuş, büyüyüş, zayıflayış ve tükeniş biçiminde kaydedilen kişi, kişilik, olay, millet ve devletlerin hayatılarıyla da ilgilidir.
Nihayet Osmanlı İmparatorluğu’nun tükenişini kurucu unsur olan Türk Milleti’nin tarihten silinmesi anlamına gelecek tören haline sokmak isteyen paylaşımcılar, esirlik, manda/himaye ve hatta savaş seçeneklerini sürmüşlerdi masaya. Gözle görülen bütün gerçekler umutsuzluğu gösterirken var olduğu halde görülmeyen, hatta görmezden gelinen, daha doğrusu önemsenmeyen en gerçekler ise, onları kuşanıp er meydanına gelecek iradenin karar anını bekliyordu. Akılda, fikirde, gönülde suyu verilmiş çelik kıvamında.
Pırıl pırıl.
Zulme, teslimiyete, sahipsizliğe ve üstten bakışa karşı umutla bilenip kılavlanmış haliyle hem de.
Yalpalayarak tarihin derinliklerine ilerleyen Osmanlı İmparatorluğu’nun korumakta ve kullanmakta zorlandığı zenginliklerine ve karizmasına göz diken galip güçler kendi aralarında tasarlayıp İmparatorluk temsilcilerine onaylattıkları anlaşmalar uyarınca el koyma ve işgal hunharlığına başladıklarında tarih 1918 yılı Ekim ayını geçmiş Kasım ayından gün almıştı. Çok boyutlu bu süreç “asimetrik” işlediği gibi, yenilmiş ve şaşkınlaşmış haldeki Devlet-i Aliyye’nin çözüm önerilerini ve uzlaşma çabalarını etkisiz kılıyor hatta ötekilerin kabadayılığını pervasızlığa doğru kamçılıyordu.
Sadece savaş mağlubiyetinin sonucu olarak elde edilmiş, zorbalık olarak da nitelendirilebilecek “meşruiyet” teranesiyle başlayan işgallerin, özellikle İzmir’in fiili olarak zaptedilişinin yarattığı öfkeli farkındalık ihmal ve yoksulluktan rengini koyulaştırmış sessizliği çığlığa evirmiş, bu çığlık umudun somut hali olan Anafartalar kahramanın çağrısıyla da silah başında onurlu bir dayanışmaya erişmiştir.
Bundan güç alan yerel direnişçiler kurtuluşun çarelerini imeceli eylemlilikle aramaya, örgütleyici beyinin fiili çabalarına “iştirak” etmeye, feragat ve fedakarlığın şaşılası örneklerini sergilemeye başlamışlardır. Amasya Genelgesi ile büyük oranda askeri yetkilileri büyük hedef olan “kurtuluşa” kilitleyen çaba, Batıda başlayan kongreli bütünleşme eylemleriyle millete mal olmaya başlamış, Erzurum ve Sivas Kongreleri ile de millet indinde meşruiyet kazanmış, gittikçe bağlayıcılık içeren hukuki yapı meydana getirilmiştir.
Sonuçta, “hattı müdafaa” değil de “ sathı müdafa” amaçlı çabanın somut göstergesi olan “Anadolu ve Rumeli Müdafaa-ı Hukuk Cemiyeti”, Millet Meclisi’nin çekirdeği olan yapı diyebileceğimiz Temsil Heyeti oluşturulmuş, düzenli orduya geçişin görevlileri niteliği taşıyan Kuvayi Milliye birlikleri eşgüdümlenmiştir.
Tüm bunlar olurken sözüm ona büyük devletler ve umudunu onlara bağlamışların tarafı, hainler yaratmış, işbirlikçiler devşirmiş, silahlı isyanlar çıkarmış, bizzat ordular hazırlayarak insan boğazlamışlar, talana girişmişler, kurtuluş umudunu henüz düş halindeyken boğmaya kalkışmışlar. Hatta, kendi canını kurtaracağını varsayarak işgalin çakallarına yaranmak maskaralığı için sıraya girenler olmuştur.
Gün geçtikçe boğaz boğaza olması muhtemel savaşın temel doğrultusunu, ihtiyaçlarını ve yöntemini belirlemekle görevli, komuta merkezi olarak da hareket eden Temsil Heyeti’nin temel teşkil ettiği Büyük Millet Meclisi açıldıktan hemen sonra İstiklal Mücadelesi’nin yemini olan “Ya İstiklal Ya Ölüm” kararının gerekleri bir bir yerine getirilmeye başlanmıştır.
Bunların başında, ordu hazırlamak, yurt içi ve yurtdışında haklılığımıza inanan kamuoyunu oluşturmak, işgale karşı olan direnişi kırması muhtemel iç ve dış güçleri bertaraf edecek çabaları etkili kılmak gibi zor işler geliyordu.
Mazlum milletlerin duyarlılıkları ve komuta kademesinin kararlı tutumları, Millet Meclisi’nin kahramanlık ve fedakarlıkla nitelenebilecek tutumu sayesinde olmaz denilenler bir bir oldu.
Kazandık.
Yendik yani büyüklerin çürük ruhlu çapulcularını.
Kimisi kuyruğunu düğümledi gitti, kimisinin peşinden teneke çaldık. Topunu birden kahkahalarından mıhladık tarihin tunçtan levhalarına.
Sonra Cumhuriyeti kurduk.
Bu Cumhuriyet o Cumhuriyet.
Türkiye Cumhuriyeti.
Umuda can veren şehit Mehmetçiğin onuruyla süslü olan Cumhuriyet.
Mustafa Kemal mayalı direnişin kahraman emekçilerinin zerre kadar tereddüt etmediği inancın güzeli Cumhuriyet.
Kültigin’in, Dede Korkut’un, Fatih’in, Yunus’un ve bil cümle hepimizin gölgesinde mağrur ve güvenle boy verdiğimiz Cumhuriyet.
Soylu sevdamızın nazlısı yani.
Abbas Turan
Ankara, 28 Ekim 2024