Metin Çağan


Neden Bu Kadar Kutuplaşmış Bir Toplum Olduk?


Toplum, belirli bir coğrafya üzerinde yaşayan, ortak bir kültüre sahip bilgili, bilinçli, soran, sorgulayan insan grupları olarak tanımlanabilmektedir. Dolayısıyla toplumun en önemli ögesi insandır. Toplumsal değişmenin ve gelişmenin temelinde bu nedenle bilinçli insan eylemi bulunmaktadır.

Ancak ne acıdır ki bizler hâlâ bindiği dalı kesmeye çalışan, demokrasi ve cumhuriyet nedir hâlâ tam olarak anlayamamış bir arada yaşayan bir grup insanlarız. “Bir arada yaşayan bir grup insanlarız” diyorum çünkü toplum olmak ne demek onu dahi bilmeyen, öğrenmeyen ya da öğrenmek istemeyen, toplum olmayı hâlâ tam olarak kavrayamayan, beceremeyen kişiler bir arada ve çoğunlukta ne yazık ki!.. Oysa İnsanın manevî varlığı, imân ve ilimle; zekâsı, bilgi ve deneyimle gelişme göstermektedir.

Dönemsel olarak toplumda yaşanan yozlaşma ve ahlaki çürümenin artış emareleri göstermesi, kronikleşen bilgi eksikliği, dijital medyanın bilinçsizce kullanılması, eğitim kültür düzeninin eksik olması, manevî sevginin gün geçtikçe azalması, dini bilgilerin ve değerlerin yeterli ölçüde bilinmemesi, öğrenilmemesi; bilmediğini okuyup, araştırma yapma isteğinin olmaması gibi sayısını artırabileceğimiz pek çok farklı durum “Neden Bu Kadar Kutuplaşmış Bir Toplum Olduk?” sorusunu açıklamaktadır.Kutuplaşma; toplumun farklı görüş, umut ve ideolojilerle ayrılması değil, kendi varlığını koruyabilmek için karşı tarafı kötüleyen, suçlayan, düşmanlaştıran, hoşgörünün azaldığı, empati (kendini karşısındakinin yerine koyma) kuramayan, her doğruyu kendi tarafında, her yanlışı da karşı tarafta arama sonucunda ‘birey’ olmaktan çıkmış, kendini bir tarafın ‘parça‘sı haline getirme çabası sonucu insanlar arasında oluşan bireysel bir sorun aslında…

Kutuplaşmış toplumdaki insanlar sadece kendilerine yakın gördükleri, inandıkları liderlerini dinler, kendi televizyon kanallarını izler, kendi gazetelerini okur, kendine yakın gördüğü kendi gibi insanlarla bir arada olur. Çünkü görüşüne göre diğer her türlü şey kendisine ters düşer.

Oysa bilgileri sorgulamadan kabul etme, farklı bakış açılarını görmezden gelme gibi durumlar, yanlış bilgilerin benimsenmesine yol açabilir ki bunun neticesinde de nitelikli insan gücünü kaybeden bir toplumun ayakta kalıp kendini kalkındırmak bir yana idame etmesi dâhi oldukça güç olur.

Bu nedenle maalesef bugün Müslümanların çoğu dosdoğru bir yolda ilerlememektedir. Bu nedenle de her Müslüman’ım diyen insanların kendilerini bir an önce muhasebe etmesi gerekmektedir. Zaten dosdoğru olmadığımız için başımıza bin bir türlü belâ ve musibet gelmektedir.
Elbette değişme ihtiyacı duyan insan zamanla toplumda da değişikliklere de neden olacaktır. Değişmeyen hiçbir toplum yoktur. Geleneksel toplumlar daha yavaş, endüstriyel toplumlar daha hızlı değişebilmektedir. Ünlü filozof Herakleitos, “Değişmeyen tek şey değişimin kendisidir” demiş ve değişmenin kaçınılmazlığını gözler önüne sermiştir.

Dolayısıyla her toplum ister olumlu yönde, isterse olumsuz yönde olsun değişim denilen olgudan nasibini mutlaka alacaktır. Değişim zorunlu bir süreçtir. Bu süreçte meydana gelen yenilikler, farklılıklar değişmenin seyrini de belirlemektedir. Haliyle değişim denilen olgu bir şekilde kaçınılmazdır. Değişme bazı toplumsal sorunlara çözüm bulurken, bazen de birtakım sorunları beraberinde getirebilmektedir. Değişmenin yönü ilerleme olabileceği gibi gerileme de olabilmektedir. Bu nedenle olumlu yönde köklü değişiklikler oluşturabilmek için millî eğitimi önemsemek, eğitime ağırlık vermek gerekir.

İlerleyen yüzyıl ile birlikte maddi değerler manevî değerlerden üstün ve yüce tutulmaya, üstün görülmeye başlanmış; daha iyiye, güzele gitmek, başarılı olabilmek, gelişmek yerine değişimin yanlış yönden değerlendirilmesi, hatalı tercih yapılması toplumda bozulmalara yol açmıştır.

Sürü psikolojisini giyinmiş şekilde hayatını sürdürmekte olanlar hiçbir şeyi sormadan, sorgulamadan, araştırmadan hayatı dümdüz yaşama eğilimindedir ne yazık ki!.. Bunun sonucu olarak da etik olmayan ahlaki ve manevî değerler giderek kaybolmaya başlamış; insanların birbirine olan güven duygularıyla birlikte edep, ar, namus, helâl, haram, kavramlarını yitirilmiş; sevgi, saygı, gelenekler, görenekler, örf ve âdetler, nihayetinde de insanlık kaybedilmiştir.

Toplumsal ilişkilerdeki bozulmalar sonucu kişiler kendilerince bir neden bulup toplumun ahengini bozmuş, kutuplaşmış, birbirlerinden uzaklaşmış, her şeyi çok iyi bildiğini iddia eden, yeni bilgi ve deneyimlere karşı çıkan, öğrenmeye açık olmayan, bindiği dalı kesmekle övünecek kadar aptal ve cahil sayısı da buna bağlı olarak gün geçtikçe arttıkça artmaya başlamıştır. 
Eskilere baktığımız zaman hayatın ve insanların nasıl değiştiğini apaçık görebilmekteyiz. Eskiden insanlar birbirini incitmez, kırmaz, kötü söz söylemez, sinkaf kelimeler kullanmaz, kötü ithamlarda bulunmazlardı.

İnsanlar geçmiş zamanlarda olduğu gibi ilerlemenin, gelişmenin yaşandığı yüzyıla rağmen bugün de düşüncesinden, paylaşımından, yaşantısından dolayı birbirini ötekileştirmeye, zulüm ve haksızlıktan sakınmış olanlar hariç, gaflet içinde dost olanlar bile birbirlerine düşman gibi davranmaya, zaman geçtikçe yeni yeni sorunlar yaratılmaya devam edilmektedir.

Herkesin çok iyi bildiği gibi eskiden edep vardı, utanma vardı, arlanma vardı, ayıp vardı. İnsanlar da çok güzel iletişim kurar, birbirlerinin görüşlerine saygı duyarlardı. Üstelik İnsanların görüşleri farklı olabilir ayrı takımı tutabilir, ayrı düşüncede olabilir ama iletişim asla bozulmaz, saygıda kusur edilmezdi. Şimdiki gibi hemen tartışma yaşanmaz, kavga edilmez, laf dalaşına girilmezdi.

Dürüstlük yönünden, arkadaşlık ilişkileri bakımından, vatan millet sevgisi açısından pek çok konuda her şey bugünden çok daha iyi idi. İnsanın, insana, büyüğün küçüğe, küçüğün de büyüğe saygısı, hürmeti vardı. İnsanlar daha samimi ve içtendi, insanlara her konuda güvenilirdi. Kasıtlı olarak kutuplaşmak, kutuplaştırmak kesinlikle olmazdı.

Bugüne baktığımızda ise her türlü olumsuzluk yaşanmakta…Sürekli dedikodu, arkadan konuşma, kuyu kazma, saldırganlık, yaralama, öldürme, acımasızlık, aldatma, sahtekârlık ve daha niceleri…

Bugün insanlarımız bir manevî çöküş girdabına kapılmış vaziyette ne yazık ki! Aile hayatı önemsizleşmekte, aile yapısının bozulması yönünde kaygılar artmakta, bireyselleşme hat safhaya ulaşmakta ve çeşitli farklı sorunlar da çoğalmaktadır. Menfaat ve çıkar ilişkileri düşman olarak bilinen insanları iş yerlerinde, makamlarda hatta evlerde bir araya getirebilmektedir. Fitne, fesat tohumları kardeşi kardeşe, dostu dosta düşmanca kırdırmaktadır.

İnsanların çoğu dünya hayatına dalmış!.. Din farklılaştırılmakta, yavaş yavaş değiştirilmeye hatta unutturulmaya çalışılmaktadır. Teknolojinin gelişmesiyle fitneler hemen hemen birçok eve girmiş durumda ve bir sürü virüslü düşünce ve sistem aşılanmakta veya aşılanmaya çalışılmaktadır.

Teknoloji çağı toplumda hem olumlu hem olumsuz etki oluşturmuştur. Bir yandan iletişim kolaylaşmış, bilgiye erişim artmış, diğer yandan duygusal bağlar zayıflamıştır.  Aile içi iletişim, empati ve birçok değer eskiye göre geri plana itilmiştir. Oysa ki oldum olası sağlam bir ailenin, toplumun temel yapıtaşı olduğunu hepimiz çok iyi biliriz.

Bir grup, diğer grubu kendi tarafına çekmek için, inananlarla kâfirler arasındaki gibi büyük bir mücadele içine girmiş durumda. Ayrıca şahsî çıkarlar ve nefsani hazları ön plana çıkmış; görevlerinin bilincinde olmayan, kulluk ve sorumluluk şuuruyla hareket etmeyen, başkalarının haklarına ve özgürlüklerine sahip çıkmayan, birbirine düşman kesilen bir toplum haline gelinmiştir ne acıdır ki!..
Bizler ailelerimizden, çevremizden; paylaşmanın, birlikte yaşamanın tadına vararak öğrenmiştik hayatı. Ama şimdi İsteyerek ve bilerek zarar verir olduk korumasız insanlara ve diğer tüm canlılara… Nasıl da bireysel yaşamaya yöneldik, bireysel yaşamaya alıştırıldık ve değiştik…

Duygularımız dâhi değişti nedense? Okuduklarımız, duyduklarımız, yaşadıklarımız çocukları bile sevmekten alıkoyar oldu bizleri. Korkar olduk bir çocuğun başını bile okşamaktan, sevmekten, dokunmaktan alnımıza bir leke çalınır diye... Bakışlarımız değişti çünkü toplum olarak herkes şüpheyle bakar oldu komşusuna, arkadaşına hatta çok yanındaki aile bireyine!..Birbirine olan güven duygusunu, insanlığını, sevgisini kaybetti!..

Oysa geçmişte bir zamanlar çeşitli entrika, fitne ve fesatlarla bu yüce Türk milletinin asil insanlarını sağcı solcu, alevi, sünni çatışması çıksın diye bölmediler mi? Hangi taraftan kim ölmüşse, ölenler bu milletin evladı değil miydi? Ölenlerin cenazeleri doğdukları bu topraklarda musalla taşlarında cenaze namazları kılınarak, arkalarından Fatiha okunmadı mı?

Hayat tarzları, dünyaya bakış tarzları, zevkleri, beğenileri… taban tabana zıt iki kesim bulunuyor. Bir tarafta ahlakı, adaleti, hukuku, aklı ön plana çıkarıp gidişatta yanlışlıklar olduğunu düşünenler, yapılan işlerin yanlışlığını savunup gerçeği ispat ederek gösterenler, diğer tarafta ise gerçekleri umursamayan, görmezden gelen ya da görmek istemeyen, her şey yolunda diyenler…
Herkes birbirine öfke ve kin kusmak için bekliyor adeta… Birbirinin giyim kuşamına karışan, farklı kesimlerin gösterdikleri abartılı tepkiler ve yaşanan gerilimler… nefret söylemlerini yaygınlaştırıyor. Ayrıca değerlerin yıprandığı, yozlaşmanın yaşandığı, çıkarı için dini, milliyeti… ön plana çıkaranların oldukça çoğaldığı günümüzde yaşananlar toplumun kutuplaşmasına neden olmuyor mu?

Savaş meydanlarında sırtımızı yere getiremeyenler attıkları fitne-fesat tohumları ile bir milleti yok etmek uğruna olanca gayretleriyle üzerimize geliyorlar. Bu durumu Peyami Safa “Bir milleti yok etmek isterseniz askerî istilâya lüzum yoktur. Ona tarihini unutturmak, dilini bozmak, dininden soğutmak ve dolayısıyla manevî değerlerini, ahlâkını soysuzlaştırmak kâfidir.” diyerek çok güzel ifade etmiştir.

Bu fani dünyada insanları nedensiz sevme, insanlara saygı gösterme, sorumluluk sahibi olma kavradığında; insanın, insan olduğunun idrakine varıp eylemlerini insan olma sorumluluğuna uygun olarak gerçekleştirdiğinde, kendi hayatını da başkalarının hayatını da güzelleştirdiğinde; kendi sabit fikirlerini dayatmak yerine, karşıda ki insanın fikirlerine saygı duymayı ve onu değiştiremeyeceği için boşa çabalamamak gerekildiğini öğrendiğinde ve her şeyden önce insan olabilmek daha sonra insan kalabilmek olduğunu kabul ettiğinde toplumdaki kutuplaşmayı engellemiş olacağımızı umut ediyorum…
Teşekkür ediyorum
Sağlık, mutluluk, başarı dolu güzel günler diliyorum

YAZARLAR