Eren Tunç


Meşekkatli İş


Meşakkatli İş.                              

Kahvaltılıklar toplanıp, zeytin toplamak için kalan gerekli malzemeyi indirdiler malzemelerin arasında ağaç altlarına serilmesi için büyükçe branda, plastik uçlu tırmık, yedek

tırmık, toplamak için kova, çuvallar vs.

Yusuf Ağa: ‘Zeytin, toplamak zevkli iştir ama zahmetlidir tırmıkla aşağıya çekersin patır patır dökülür, kovalara doldurup sonra çuvala koyarsın’

Bu arada elinde üç tırmıkla Halil ağa görünür:’ buyurun işte tırmıklarınız’

Ahmet Bey : ‘ Bu tırmıkların dişleri neden metal değil? Bunun başka yöntemi yok mu diye sordu’.

Halil ağa : ‘Ağacın, dallarına zarar vermemek için plastik olanı kullanıyoruz. Bir yöntemi de elektrikle çalışan çırpıcı adını verdiğimiz alet kullanır, Çırpıcının kablosunu, evlerde şarj edilebilen aküye bağlarız, çalıştırdığımızda çırpıcının uçlarını hareket ettirir.’

Tırmıklarını aldıktan sonra, zeytinleri branda üstüne düşürmeye başladılar, zeytin kalmayan ağaçlardaki düşmüş zeytinleri kovayla toplayıp, çuvallara koydular. Bu yörede zeytincilik geçim kaynağıydı. Zeytinciler, zeytin ağacına çorak toprakların bereketi derler. Çünkü fazla

su istemezler, yağı çok değerli insan sağlığına da büyük faydası vardır:  sindirimi kolaylaştır


kalp sağlığını korur, hücre duvarlarını güçlendirir bir anlamda altın sıvısı gibi değerli, zeytinyağını 3 kiloya 1 litre, 6 kiloya 1 litre yani demem o ki zeytinin cinsine göre yağ elde ediliyormuş.

Günü bu şekil de bitirirler. Ertesi gün geri kalan zeytinleri toplamak için dinlenmeye evlerine döndüler. Ahmet Bey kısa süreliğine de olsa balık tutma işine ara verip, geçici uğraşıda zeytin toplayıcılığı oldu. Eve döndüğünde yatağına uzandığında erken kalktığı, çok yorulduğu için, banyo yapmaya fırsatı kalmadan hemen uykuya dalıverdi.

Sabah uyandığında vücudunda kırgınlık vardı; yere eğilip zeytini toplaması ağır çuvalları kaldırmaya çalışması dizlerinde, belinde ağrıya sebep olmuştu. Yavaş yavaş yaşlanıyorum, genç değilim; benim yaşımda ağır kaldırmak neyime, yaşlandığımı kabul et deyip söylendi. Normalde Ahmet Bey arsada çalışmaya alışık değildi. Bugün olmazsa ben gitmeyeyim derken dışardan traktörün korna sesi duyundu.

-Yusuf Ağa : ‘ Günaydın, Ahmet Bey siz gelmiyor musunuz?

Ahmet Bey : ‘ Günaydın. Dün kendimi çok yormuşum her yerim ağrıyor, sizler gidin’

Halil Ağa : ‘ Gel bizimle sen bir ağaç altında oturursun, biz toplarken bir yandan da konuşuruz işimiz, dünkü gibi fazla uzun sürmeyecek, yanına mayonu da al diye ısrar etiler’

Ahmet Bey : ‘Müsaade edin hemen giyinip geleyim. Eve girdi, üstünü değiştirip. Mayosunu alıp, gelip traktöre bindi, yola koyuldular. Ahmet Bey için bir sürprizleri vardı. Zeytinliğe gidene kadar söylemeyeceklerdi. Dün gittikleri Kazıklı köyünden geçip, zeytinliğe gelmeden, yollarının üzerindeki, yerde yangın çıktığından yol geçici süreliğine, kapalıydı, orman bölge müdürlüğü, tarafından yangının söndürülmesini beklediler, zeytinliğe vardıklarında traktörün römorkundaki malzemeleri Yusuf Ağa ve Halil Ağa indirdi, Ahmet Bey, gölge yerde bağdaş kurup oturdu. Ağaçlarda kalan zeytinler için ağaç altına branda serip, tırmıkla düşürmeye başladılar, Ağaçlarda, zeytin kalmayınca düşen zeytinleri toplayıp, çuvala koydular. İş bittiğinde, saat öğlen 13.00’ı gösteriyordu, hava çok sıcaktı, çok terlemişlerdi, tuzlu ayran   içip, dinlendiler.

Halil Ağa :’Ahmet Bey, yarın topladığımız zeytinleri fabrikaya götüreceğiz, sende bizimle gelirsin‘

Ahmet Bey ‘ Tabi, olur gelirim, görmüş olurum’

Yusuf Ağa : ‘Bizler pantolon altına mayomuzu giyindik, Ahmet Bey, sizde gidin çalı arkasında giyinin’

Ahmet Bey, mayosunu giyinip, Yusuf Ağa, Halil Ağayla kendilerini arsanın kenarındaki Taşlı plajının, masmavi denizin sularına bıraktılar, bedenlerini güneşin yakıcı sıcaklığının etkisinden kurtarmışlardı. Suda şakalaşıp, yüzüp çıktıklarında; çok yorulmuşlardı, altın sarısı kuma sırt üstü uzandılar, kumun sıcaklığı Ahmet Bey’in ağrıyan sırtının ağrısını dindirmişti, sessiz sedasız gökyüzünü izlediler. Bulutlardan şekil çıkartmaya çalıştılar; bulutun birini ejderhaya, koyuna… Sessizliği, günün sürprizini söyleyerek bozuldu, Ağalar dün geceden eti otu alıp mangal için hazırlıkları yapmışlardı, kalkıp römorktan mangal ve yiyecek için malzemeleri alıp getirmeye gittiler. Getirdiklerinde Yusuf Ağa mangalı yakmak için ateşin başına geçti, Halil Ağa çalı çırpı toplamaya çıkmıştı, Ahmet Beyde yıkanmış domatesi, salatalığı, biberi, soğanla salatayı hazırlıyordu. Halil Ağa, kurumuş, kırılmış ağaç parçalarını, çalı çırpıyı getirmiş, mangala konan, kömür, gazete ateş kıvılcımlarıyla,  alevlenmişti.  Mangala konan soslanmış, tavuk etinin pişirme sesi geliyordu, tek tarafı pişenler  etler  çevrilip, diğer tarafında pişmesi bekleniyordu. Yusuf Ağa, etler  piştikçe  tabaklara dağıtıp, etler yenilmeye başlanıyordu, keyifler yerindeydi şarkılar, türküler söylenmişti. Eve dönüş vakti gelince dün ve bugün topladıkları zeytin çuvallarını, zeytin toplama malzemeleri,  mangal malzemeleri toparlanıldı, traktörün römorkuna yüklendi. Mangalın ateşi iyice söndürülüp, üstüne su döktüler yangın çıkmasın diye önlem alındı, etin kemiklerini de sokak hayvanları yesinler diye çöpün kenarına konuldu. Ve yola koyuldular, döndüklerinde hava kararmış, herkes evinin yolunu tutmuştu. Ahmet Bey saatine baktı, bayağı geç  olmuştu,  üstünü değiştirip yattı. Sabahleyin yağ fabrikasına gideceklerdi. O gece Ahmet Bey tenindeki güneş yanığı sızısından rahat yatamayıp, sabahleyin de uykusunu alamamıştı. Her sabah olduğu gibi Yusuf Ağayla birlikte Halil Ağa traktöre binip gelmişlerdi, Ahmet Bey’i alıp zeytinyağı fabrikasına doğru yola çıktılar, burası orta büyüklükte işletmeydi  belde  sakinlerinin ihtiyacını karşılıyordu, gittiklerinde fabrikanın bahçe girişinde büyük harflerle ‘ÖZCANLAR ZEYTİNYAĞI FABRİKASI’ yazıyordu. Sıraya girmek için listeye adlarını yazdırdılar, önlerinde 3-5 kişi vardı. Sıra kendilerine gelene kadar işletmenin çay semaverinden bardaklara çay doldurup, içip sıralarını beklediler. Sıra kendilerine geldiğinde, traktörün römorkundaki zeytin dolu çuvalları indirdiler. İşlem öncesi, görevliye önce tarttırlar toplam 2,5 ton zeytin toplamışlardı, çıkan yağı paylaşacaklardı. Yusuf Ağa, Halil Ağa ve Ahmet Bey, zeytinleri boşalttıkları yerde yapılacak işlemi izlemeye başladılar. Taşıma  bandıyla yıkama makinesine götürülüyor, yıkanıp yapraklarından ayıklanıyor, sonra ‘malaksör’ denilen makinede zeytinler çekirdekleriyle beraber kırılıp,45 dakika boyunca harmanlanıp, hamur fazından (yağ-karasu) ayrıştırılıp yağ teslim ediliyordu.  İşlem  karşılığında da fabrikaya litre başına ücret ya da yağ bırakılıyordu. Yağları alıp, Öğlene doğru evlere dönüldü. Ahmet Bey önceki gece rahat uyuyamamıştı, yatağına gidip uzandı, uyandığında akşam olmuştu. Acıkmıştı, kalkıp önce mutfakta yiyecek hazırladı, ardından


salona gelip televizyonunu açma düğmesine bastı, haber kanalı açıp ülkede ve dünyada olan gelişmeleri izledi. Ahmet Bey, 1,5 ay psikiyatri hastanesinde kalmış, Akbük’e geldiğinde de günün büyük kısmını dışarda vakit geçirip, eve yorgun geldiğinden hemen yatıyordu. Televizyon izlemeye vakit ayıramıyordu. Ülkede ve dünyada neler olduğundan habersizdi. Siyasi gelişmelerden sonra ekonomistlerin konuştuğu, ekonomi haberlerini  dinlemişti, ülkedeki ekonomik gelişmeler hiç iç açıcı değildi. Holdinglerden, küçük esnafa, sokaktaki vatandaşı etkileyecek kadar ciddi ekonomik gelişmeler oluyordu.

YAZARLAR