Kelime anlamı büyüklenmek, benlik, gururlanmak, başkasını küçük görmek olan kibir, terim olarak “kişinin kendini her şeyden, herkesten üstün görmesi ve bu duyguyla başkasına itibar göstermeyip onu yok sayması, başkalarını aşağılayıcı davranışlarda bulunması” anlamına gelmektedir. Egonun fazlası da kibirdir. Bu huy ve tavır ne dinen ne de ahlaken hoş görülmemektedir. İslâm dini kibri günah olarak görür ve yasaklar.
Kibir’in zıt anlamlısı Tevazu (alçakgönüllülük) ’dur. Tevazu ve Kibir birbirine tamamen zıt iki hâl ve tavırdır. Birisi insanı yüceltirken diğeri küçültür ve gözden düşürür. Güçlü insan mütevazı, âciz insan kibirli olur.
Kibir, insanı, birbirinden kopartan, insanın kendisini yüce görmesine ve göstermesine neden olan, hor baktıran, kaynaşmaya engel olan, yargılayıcı, ötekileştirici, ayrıştırıcı duygu ve düşüncelerin kaynağıdır ve başkalarından güçlü olma, üstün görme, tahakküm kurma arzusunun yoğunluğundan kaynaklanır. Ancak bu durum insandaki erdemleri tamamen yok etmektedir.
Kibirli insanlar kendilerini dünyanın en akıllı, en güzel, en başarılı… insanı olarak görür. Kendilerini bu şekilde göstermeye çalışırlar. Oysa Rabbimiz insanın gizlediği ya da aşikâr ettiği her şeyi çok iyi bilmektedir. Bakara Suresi, 206. Ayette “Ona: ‘Allah’tan kork’ denildiğinde, büyüklük gururu onu günaha sürükler, kuşatır…” ifadesiyle büyüklenmenin, kibirli olmanın yanlışlığı açıkça anlatılmaktadır.
Kibirli bireylerin kişilik özellikleri ve davranışları arasında; kendine aşırı güven, empati kuramama, insanları küçümseme, aşırı hırs, kuralları kendisine göre koyma ve kendi lehine yorumlama, yüksek endişe, öfke hali, kolaylıkla hakka girme, doyumsuzluk, inanç ve ahlak eksikliği yer almaktadır. Kendilerini her duygu, düşünce ve davranışın merkezine koyduklarından başkalarını hor görür, aşağılar ve küçük görürler. Başkalarını hep aşağıladıkları, küçük gördükleri için de onlarla kuracağı yakınlıktan hep mahrum kalır, yalnız ve mutsuz olur, hiçbir zaman kendini güvende hissedemezler.
Kibirli insanlar kendi fikir ve davranışlarının en doğrusu olduğuna inanıp kendilerine aşırı güvendiklerinden başkalarını dinleme, empati kurma, onların da haklarının olduğunu kabul etme eğilimleri neredeyse hiç yoktur. Kendilerini inanılmaz üstün ve ayrıcalıklı görürler ve bu ayrıcalığın her yerde kendilerine tanınmasını beklerler. Kendilerinin muazzam olduklarına inanmaları nedeniyle de dikkat çekmek ve ilgi odağı olmak isterler. Aynı zamanda her zaman da haklı olduklarını düşünürler.
Oysa kibir, kendini aşırı beğenme, böbürlenme Müslüman'a yakışmayan bir özelliktir. Çünkü böbürlenme, şeytan işi ve kuruntudan başka bir şey değildir. Peygamber efendimiz (s.a.v.) kibrin ne kadar kötü bir huy olduğunu vurgulamak açısından; “Kalbinde zerre kadar kibir bulunduran kimsenin cennete giremeyeceğini” bildirmiştir.
Lokman Suresi-18. Ayetinde “Yersiz bir gurura kapılarak, kibirlenerek insanlara üstünlük taslama, insanlardan yüzünü çevirme ve yeryüzünde böbürlenerek yürüme!.. Çünkü Allah kibirle konuşan kendini beğenmiş, çokça öğünüp duran hiç kimseyi sevmez.” denilerek bu gerçek vurgulanmaktadır.
*
Hazret-i Mevlânâ’nın Mesnevi’de anlattığı ibretli düşünce, fikir ve hisseler yansıtan, ders veren başından büyük işler görmeye kalkışan, kendini başkalarından üstün gören, böbürlenen bir kişi ile kâmil bir insanı temsil eden kişinin ibretlik hikâyesiyle payımıza düşeni almaya çalışalım.
*
Kendini beğenmiş bir gramer bilgini, Boğaz'da karşıya geçmek için bir kayık kiraladı ve kurularak içine oturdu. Kayıkçı, olgun ve alçak gönüllü bir insandı. Küreklere asıldı, var gücüyle çekmeye başladı.
Denizin ortasına geldikleri sırada, bilgin, küçümseyen bir edayla sordu: "Dil biliminden anlar mısın?"
"Hayır" dedi adam "Ben cahil bir kayıkçıyım."
- Vah vah ömrünün yarısı boşa geçmiş.
Konuşma bu minval üzerinde devam ederken rüzgâr şiddetini arttırdı, dalgalar büyüdü. Fırtına çıktı. Bilgin korktu... Kayıkçı, kürek çekmeye devam ediyor, fakat sandal bir türlü ilerlemiyordu. Sonunda sordu:
- Beyefendi yüzme biliyor musunuz?
Bilgin, "Ne yazık ki bilmiyorum" diye inledi.
İşte kayıkçının ders mahiyetindeki cevabı:
- Vah vah, ömrünüzün hepsi boşa gidecek. Keşke gramer bileceğinize benim gibi yüzme bilseydiniz de canınızı kurtarsaydınız.
*
Hz. Mevlânâ’nın yazılarında kuru bilgisiyle gururlananlarla çokça alay ettiğini görürüz. Dilbilgisi (gramer), doğru düşünmek, doğru anlamak ve doğru yazıp konuşmak için mutlaka son derece gerekli olan bir bilgi dalıdır. Fakat teoride kalıp uygulamaya sokulmayınca bir değer ifade etmez. İlmin hakikati, yaşanmasıyla ortaya çıkar. Bildiklerini tatbik etmeyen âlim, “kitap yüklü merkep” misali, manasız bir hamallık yapar. Ne kadar bilirsek bilelim, bildiklerimizin de ötesi vardır. Akıllı kişi, bildiğinin ötesini sorgular araştırır; aklı kıt kişi de bildiğini tekrarla ömür tüketir.
Kibir içinde olan kişi, dini kavramları bile kendine göre yorumlar, değerlendirir, her şeyi kendisinin en doğru ven güzel şekilde yaptığını düşünerek başkalarını aşağılar, onları hor görür. Bu nedenle insan çok okumalı, sormalı, sorgulamalı, yaptığı her şeyin doğrusunu öğrenmeli, kulaktan dolma bilgilerle hayatı yaşamamalı ve uygulamaya çalışmamalı, din adı altında ezberletilen yanlış inanış kalıplarından kurtulup sıyrılmalı doğruları öğrenmeli ve uygulamalıdır. Duyulan her bir kelimenin doğru olduğu düşünülür, o yönde hareket edilirse kibre düşülebilir, birileri hor görülebilir.
*
Bir örnekle açıklamak gerekirse:
Şeriat kelimesinin toplumda ne amaçla kullanıldığını bilmeyenler oldukça çok.
Toplumda şeriat denilince, bir inancın emir ve yasakları diye söylenmekte ve İnsanları şeriatlı, şeriatsız diye ayırıp sözlü ve fiili saldırılar gerçekleştiren kimi gruplar var ne acıdır ki….
Oysa Kur’an göre şeriat; ilâhî yol, ilâhî düzen, varlıktaki yüce düzene ait tüm işaretler, demektir.
Kur’an’ı incelediğimizde anlıyoruz ki, “Din, Sünnet, Şeriat” toplumda anlaşıldığı gibi değil, farklı anlamlarda karşımıza çıkıyor.
Ve yine Kur’an’ı incelediğimizde anlıyoruz ki şeriat, dinin ve sünnetin birlik kavramıdır, kâinatın işleyiş düzenidir, varlığın yaratılış yasaları ve varlığın işleyiş yasalarının oluşturduğu ilâhî nizamıdır.
Şeriatın anlamına ulaşabilmek için, “Din ve Sünnet” hakikatini çok iyi bilmek ve anlamak gerekir. Kur’an’ı anlayarak, algılayarak okumak bu nedenle çok önemlidir.
İşte bu hakikatleri anlayan kişi; din, sünnet, şeriat ayrımcılığına düşmeyecek ve bu ayrımcılığa düşmeyen kimse de asla kibir gelişmeyecektir.
*
İnsanoğlu hırs ve kıskançlık gibi olumsuz duygularından tevazu sayesinde arınmalı, birbirini ezerek, suçlayarak, aşağıya çekerek yükselmeye çalışmamalı; istemeden nefsine yenik düşüp, yanlış yaptığını, kötü bir davranışta bulunduğunu fark ettiğinde ise ondan hemen pişmanlık duymalı ve iyi ve doğru olmaya yönelmelidir.
En önemlisi de hayat boyu mütevazı ve alçak gönüllü olmaya çalışmalı, her türlü gurur ve kibirden sakınmalı kibir, öfke, zulüm, korkaklık, gaflet, haset, yalancılık, iki yüzlülük, iyiliği başa kakma riya, gösteriş, gururlanma gibi yerilen kötü huy, tavır ve duygulardan her zaman uzak durmalı; alçakgönüllülük, doğruluk, ağırbaşlılık emanete riayet, nimet ve iyiliğe şükür, sevgi, merhamet, cömertlik gibi övülen güzel ve iyi huy, duygu, davranış ve hareketlere sahip olmalıdır.