Abbas Turan


KEYİF SANAL ACI GERÇEK


Tiyatrocu arkadalarımdan biri “gurbet işi bitti hocam” demiş ve “gurbet” sözcüğü ile aramı açmıştı. Biraz da bundan ötürü arada bir de olsa kendime yakıştırdığım hüzne eşlik eden gurbet algım vardı, zedelendi.

Gurbetli şarkılar da güme gitti nezdimde. Hele şu “ben gurbette değilim, gurbet benim içimde” dizelerinin geçtiği şarkıdaki hüzünlü güzelliğin gönlümle arasının açılmasına ne demeli?

Adını “Yokluğun Sığmıyor Gurbete” koyduğumuz şiir bohçasına baktım da, gurbet mesafelerler ile tarif edilenden daha büyük çevreyi ifade ediyor fikrine ulaştım.

Gurbetin temel doğurgusu ayrılık egemen bir hayat değil mi? 
Bence evet. 
Ayrıldığın yer sıla, pusunduğun (barındığın) yer gurbet. Ayrılık ise duyguların, mahrumiyetin, öfkenin, hasretin ve umudun bellli oranlarda etkiledikleri yaşantı, tecrübe.

Teknolojik imkanlar, özellikle akıllı telefonlar ile sahip olduğumuz anlık iletişim rahatlığı sebebiyle ses veya görüntü yanyanalığı  olsa bile, insanın duyumu için bu durum yeterli değil. Daha doğrusu insan bu iki şeyi kendini veya ortamını ifade için kullanır. Yani bu imkanlar insanın anlık hallerini tasvir veye ifade etmekte yeterli olsalar bile doyumuna/eksiksiz hissetmek için yeterli değiller.

İnsan, doyduğunu hissedebildiği sürece neyi ne kadar istediğinin/tüketeceğinin, neyin ne kadarının zararlı/yararlı olduğu bilincine sahiptir. Gerçekte bunun farkındalılığıdır insanı hayvandan ayıran bilişsel variyet/hazine.

İşleri sanal gümbürtüye getirenlerin bilinç nesine, farkındalık nesine, kendini tam ifade nesine, hatta olup bitenleri veya birilerini vicdan esaslı değerlendirmek nesine. Onlar işine bakar; getirisi varsa bir işin, o işi sürdürmek çabasını elden bırakmazlar. Ölüm olur, zulüm olur, hastalık olur, yitim olur, ayrılık olur, gurbet olur fark etmez. Yeter ki, insanı/insanları hatta insanlığı başka çıkar yolu kalmamışlık hissiyle bir ömür boyu oyunlarına ve oyuncaklarına müptela edebilsinler.

İşin gerçeğiyle düşünsel bağı kesilen canlar, genelde eli işte gözü oynaşta durumuna düşerler. Bedeni sofrada aklı/ruhu sanalda kalır. Delik deşik ruhu ve doymak hissini yitirmişliğiyle paldır küldür yuvarlanır halde kalır üstelik. Hem böylece değer,sınır, yük hacmi, anlamlı sabır, sağaltan heyecanla karşılaşma olasılığını da sıfırlaşmış olarak insan/lar.

Dolayısıyla, halini bu ortama taşımış canların gurbetten anladığı benim dediğim değil elbette. İnsanı bu halde yakalamış veya bu tava getirmişlerin kumar buğulu dünyasında tanımlanacak gurbet “hasretlik tüten” türden olacak değil ya. Olsa olsa, seyire göre tasarlanmış ekranlara düşmeyen emojiler, fırlatılmayan sözcükler, şipşak görüntüler ve bil cümle varın hakkını kullanan ol sahipsiz yoklar dünyası olur.

Görüntü, ses veya işaretin işlevsel oluşundan kuşkum yok inanın. Sanal ayrılıktan, sanal konuşmadan, sanal mülkiyetten, sanal aidiyetten, sanal özel alandan söz ediyorum. Bunlar ve bunların ailesine mensup her bir şeyin insanı tam ortasından, yaralayarak ikiye böldüğüyle ilgilidir demek istediklerim.

Dijital yüzey işaretlerinin okuryazarlığıyla birlikte gelinen aşamada, dış dünya ortamındaki doğal etkileşim oluruna terk edildi. Artık varsa yoksa sanal dünya. Bunun en açık gözüken sonucu “gerçeklik algısının” bozulduğu, yittiğiyle ilgili tanıklıklarımız. Artık mesafeleri makul hesaplayabilen izan, akıl ve iç dengeleyiciler azımsanmayacak sayıda insanımızda yok, ya da  hasarlı. Eller, gözler ve onların tek eşgüdümleyicisi beyin farklılaşıyor, doğal çevre etkileşimine arkasını dönmüşcesine düzleşiyor. Gittikçe sanalın algoritmasına göre örgütlüyor/işletiyor ruhu ve bedeni.

Dijital coğrafyaya göre el, göz, kol, ses ve işaret dili gelişiyor. Bununla birlikte uzun uzadıya konuşmak, işin felsefesinden yola çıkmak, öteki/ler/lik hassasiyeti gibi insanı köşeli kılan şeylerin de bu dünyanın değer kapsamı alanından çıkıyor. Üstelik, gerçek hayatın mahremi, argosu ve çirkefliği magazin veya karikatür malzemesi olma faslını geride bırakarak moda akarına doluşuyor.

Paranın elde değil de “kurgunun/oyunun” labirentlerinde, manipüle edilebilir eylemlerin malzemesi haline gelmesini, emeğin ve üretim işlerinin köle veya enayi (!) tayfasına paslanmasını, savaşların da “manipüle ayarlı yüksek kesimin” hesabına, yine özel ve uzman ekiplerce yönetiliyor olmasını sağır sultanın bile bildiği savından yola çıkarsak, insanın düşünen haline, direnen haline, vicdanıyla ilişkili haline gerek görülmediği sonucuna varabiliriz. Ya da istenmediğini düşünebiliriz.

Yani, insanın duyarlılık esaslı, doğanın uyumlu bir parçası, sorgulayan ve en önemlisi ölümlü olduğunun bilincinde olması istenmiyor gibi bir hal var. Belli ki, insanın ilim, irfan veya edep ehli olmasını, hızı, üretim-tüketim sığlığında sabitleyen aklın/güç kendilerine tehlike görüyormuş gibi bir hava esiyor. Tüketimden ve israftan uzak durmayı seçen ve öğütleyenlerin borusu ötmesin isteniyor dünyada. Gerçi bu durum önceden hesaplanmış ve önlemi alınmış bir durum.

Yaşantı sanal, acı gerçek, keyif sanal sızı gerçek, sohbet sanal stres (boğuntu) gerçek, düş sanal desenli düşünce sokak renkli, akıl dar alanda gönül dinazor midesi diyebileceğimiz koşulların düzleyicisi yapay zeka ile birlikte değişen, dönüşen ve doğa normallerinin dışına taşan insan ve onu var eden anlam eskisi değil.

İnsan kendini toprak yoğunluğunda, su güzelliğinde, gök sakinliğinde yaşayabileceği coğrafyadan, kaybolacağı dünyaya sürgüne gönderiyor.

Değer terazisinin tedavülden kalktığı bir dünya yaşamaya mecburluk, bırakın gurbeti, insana ve bilhassa ruhuna zulüm kere zulümdür.

Bundan kurtulmak için, bireysel çaba kesinlikle yeterli olmayacaktır.

Dünya insanlığı, geçmişimden getirdiği tecrübe ile insanı bu zulümden kurtaracak ortak akıla çok gecikmeden/oyalanmadan erişmelidir.

Yoksa, bizden sonrakilerden sonrakilerin çocukları beton kutularda, akılla, gönülle, duyguyla ve düşünceyle kuracağı iletişimden yalıtılmış halde bir çürükçül gibi yaşamak zorunda kalabilirler.

Ben istiyorum ki, kalmasınlar. Aynı sizin gibi düşünüyorum.

İnsanız biz.
Dünyada umudun tek sevdalısı yani.
İstersek olur.

Gerçeğe hü!

Abbas Turan
Ankara, 5 Ocak 2025

YAZARLAR