Liman da Yusuf Ağa, Halil Ağa da bekliyorlardı.
Yusuf Ağa :’ Hoş geldiniz nerelerdeydiniz?
Ahmet Ağa :’ Gürçamlar köyüne sizin arsaların oraya gittik, karavan alanı doluydu. 3-4 karavan vardı. Oradan Kıyıkışlacık’a gittik. Iasos antik kentini gezdik geldik.
Halil Ağa :’ Çok merak ettik çünkü Ahmet Bey bu saate kadar denizde olmazdı.’ Dedik
Ahmet Bey :’ Çok sağ olun biz iyiyiz. Bize müsaade çok yorulduk gidip dinlenelim. Yarında Didim merkeze gidip, gezeceğiz.
Ahmet Bey geldiğinden beri bu 2. gidişi olacaktı. İlk gidişinde banka işini halledip, gezmeden, dolaşmadan hemen gelmişti. Ahmet Bey ve Buse gelir gelmez kendini eve attılar. Odalara çekilip, yatıp uyudular.
Sabah olduğunda normalde erken uyanırlarken, o gün uyuya kaldılar. Ahmet Bey’ in telefonunun çalmasıyla uyandılar. Saate baktıklarında 11.00 gösteriyordu. Arayan emlakçı
Harun Beydi.
Emlakçı: ‘ Merhaba, Ahmet Bey rahatsız etmiyorum inşallah’
Ahmet Bey :’ Rahatsız etmediniz buyurun, sizden haber bekliyordum. Mal sahibiyle görüştünüz mü? Evi satmak istiyor mu?
Emlakçı: ‘ Evet, Ahmet Bey satın almak istediğinizi söyleyince, kabul etti.’ Ahmet Bey :’ Ne kadar istiyor, söylediği fiyat eder mi?
Emlakçı:’ Ev, yeni 3 senelikmiş, depreme dayanıklıymış, 365.000 TL istiyor. Piyasa ederi de bu, araştırdım’
Ahmet Bey :’ Peki, ben bugün bankayı arayacağım, parayı hazırlasınlar, bende bugün gerekli belgeleri hallederim. Gerekli belgeler nelerdi?
Emlakçı:’ Nüfus cüzdanı ve bir adet fotokopisi, 2 adet vesikalık resim. Belediyeden alınan ”Vergi Borcu Yoktur” yazısı ve geçmiş borçlara ait ”Ödendi” makbuzu, DASK – Zorunlu Deprem Sigortası yapıldığına dair belge, Tapu harcı ve emlak vergisi varsa ödemesi, tapu aslı ve fotokopisi
Ahmet Bey :’ Tamam, bilgi için teşekkür ederim Harun Bey. Gün içinde sizi arayacağım.
Ahmet Bey, yatağından kalkıp, elini, yüzünü yıkadıktan sonra üstünü değiştirip, telefonla çalıştığı bankayı arayıp, yarın için hesabından 380.000 TL çekeceğini söyledi. Evin fiyatı
365.000 TL ama alım, satım tapu masraflarının ne kadar tutacağını bilemediği için yanında fazla para bulunmasını istedi. Yan oda da kardeşi uyandığında abisine
Buse : ‘ Günaydın abi, sabah sabah kiminle konuştun‘?
Ahmet Bey : ‘Emlakçı Harun Bey, aradı. Mal sahibi evi satıyormuş. Gerekli belgeleri hazırlamam lazım. Emlakçıyı aramayı unutuyordum.’
Emlakçı : ‘ Alo, buyurun Ahmet Bey ‘
Ahmet Bey : ‘ Harun Bey, çalıştığım bankayla, görüştüm yarın işin 365.000 TL hazır edecekler, siz mal sahibinden tapuyu ve fotokopisini hazır edin, bugün evrak işlerini halledeyim, yarın sabahleyin Pamukbank önünde buluşalım.’
Emlakçı: ‘ Tamam Ahmet Bey, görüşmek üzere’
Ahmet Bey : ‘ Buse, bugün bu evrak işlerini halletmem lazım. İstersen benimle gel ya da Yarın tapu için yine gideceğim, işlerimizi halledip, gezeriz ‘
Buse : ‘Yarın gelirim daha rahat gezeriz.’
Ahmet Beyin, evi pazara, markete, markete her yere yakındı, çoğunlukla tekneyle de balığa çıkıyordu. Arabaya fazla ihtiyacı yoktu. Kahvaltı yapmadan evden çıkıp, uzun süredir kullanmadığı arabasını çalıştırdı. Önce emlakçıdan hazır etmesini istediği tapu ve fotokopisini aldı. Oradan Akbük ’ün çarşısındaki fotoğrafçıya gidip, hızlı çıkan vesikalık resim çektirip, nüfus cüzdanından önlü arkalı fotokopisini çektirdi. Akbükte ki işlerini halletmişti.13 kilometre uzaklıktaki Didim merkezdeki belediyeye gitti, Otopark doluydu, yer aradıktan sonra zar zor bulabildi. Binaya girişte, Üst aramasından, işlemin yapılacağı kata, merdivenlerden çıktı. Sonra belediyeden alınan ”Vergi Borcu Yoktur” yazısı ve geçmiş borçlara ait ”Ödendi” makbuzunu aldı, emlak vergisi yoktu sadece tapu harcını yatırdı. Belediyeden çıktığında belediyeyle işi kalmamıştı. Yakınında, yürüme mesafesinde ki bir sigorta acentasına da uğrayıp dask, deprem sigortasını halledince yapılacak işlemi kalmadı. Para işi yarın olacaktı. Dönüp belediyenin otoparkından arabasına binip evin yolunu tuttu. Tapunun aslını, fotokopisini, emlakçıya bıraktı. Eve döndüğünde kardeşi kahvaltı yapmış, keyif çayını içiyordu.
Buse : ‘ Abi, gel kahvaltı yap, çayını iç karnını doyur sonrada ilacını iç’ Ahmet Bey :’ Tamam ellerimi yıkayayım, geliyorum’
Ahmet Bey, sofraya geldiğinde kardeşi Buse çayını doldurmuştu. Keyifle kahvaltısını yapıp, sohbet muhabbet ediyordu, doyduğunu hissedip, kalktı, sofrayı kaldırmasına yardımcı oldu. Evin alımı, satımı için tüm evrak işlerini halletmişti, yarın evin parasını ödediğinde tapuyu da alınca, kiracı olduğu ev kendinin olacaktı. Bu günlük başka yapılacak iş yoktu. Akbük, yazlık bölge olduğu için denize gir, çık, gez dolaş fazla yapılacak iş olmuyordu.
Ahmet Bey : ‘ Buse yarın sabah erken kalkacağız, bankaya gidip ödemeyi yaptıktan sonra tapuyu alıp, Didim’i dolaşırız.’
Buse :’ Ben, gezilecek yerlere baktım, listesini yaptım teker teker gezeriz. Hazırlık yapayım mı?
Ahmet Bey :’ Hazırlık yapma, ev için kutlama yaparız’
Yaz aylarının sonuna doğru geliniyordu. Hava da yavaş yavaş soğuyordu ama üşütmüyordu. Yazın 40 derece üstünü gören, termometre 29 dereceyi gösteriyordu. Akbükte soğuğa alışık olan insanlar, ekim ayının sonuna kadar denize girerdi. Girmek isteyende soğuğa dayanamayıp geri çıkardı. Yaz ayına göre nüfus azalmıştı. Anne, babasının yazlığına çocuğuyla gelenler, okulların açılmasına az süre kalınca dönmüş. Kimi insanlar da sezonu kapanıp Akbükten geldikleri yere dönmüştü.
Ahmet Bey, akşama kadar evde vakit geçirdi. Bahçesindeki yetiştirdikleriyle, çiçeklerini suladı, ağaçların budamasını yaptı. Yorgunluğunu salondaki koltuğa uzanıp, kardeşiyle televizyon karşısın da akşam haberleri izledi. Haberler çok iç açıcı değildi. Kafasını dağıtmak için doğa belgeselini açıp uykusu gelene kadar izledi.
Sabah kahvaltı yapılmadan evden çıkılmıştı. Arabaya binilip, Didim’e gidildi. Yazın kalabalığında araba park yeri bulamazken, bu sefer rahat buldular. Ahmet Beyle, kardeşi Buse buluşacakları bankanın önünde beklediler. Aşağı yoldan emlakçı Harun Beyle, yanında evin sahibi Maria isimli, İngiliz yaşlı bir kadınla geldi. Kadının Türkçesinde bozukluk vardı ama ne dediği anlaşılıyordu. Kadının kocası 10 sene önce ölmüş, yaşlandığı içinde İngiltere’ye oğlunun yanına, dönmek için satıyordu. Ahmet Bey kadını ilk kez görüyordu. Kontrattı emlakçı getirmiş. Ahmet Bey de, kontratta kiracıyla ilgili yerleri doldurmuş, kirasını da verilen, hesap numarasına yatırıyordu. Ahmet Beyle, İngiliz Maria Hanım bankaya girip, bankacının saymış olduğu paralarla çıktılar. Hep beraber tapu dairesine gidip, devir işlemi yapıldı. Ev artık Ahmet beyindi. Saat öğlen 12.00 ‘ı gösterdiğinde işlemler bitmişti. Ahmet Beyle, Buse sabah kahvaltı yapmadıkları için, iyice acıkmışlardı. Ahmet Beyle, Buse arabaya binip, ana caddeye çıktılar.
Ahmet Bey :’ Pide tarzı yere mi, gidelim yoksa kebap tarzı şeyler mi yiyelim?’ Buse : ‘ Kebap olsun’
Ahmet Bey, Altınkum’a inen ağaçlı yolun kenarındaki boş alana, aracı park edip, yolun karşısına geçip Artist isimli kebapçıya girdiler. Cam kenarında yer seçip oturdular, Garson, masaya servis açarken; Ahmet Beyle Buse ellerini yıkamak için sırayla lavaboya gittiler. Döndüklerinde garson siparişleri almak için bekliyordu.
Garson :’ Efendim, hoş geldiniz ne alırsınız?’ Ahmet Bey:’ Tavuk şiş olsun 1,5’’
Buse:’ Bana da tavuk şiş olsun 1’ Garson :’ İçecek olarak ne alırdınız?’ Ahmet Bey:’ Ayran’
Buse :’ Bana da ayran’
Garson aldığı siparişleri hazırlatmaya giderken dönüşte: acılı ezmesini, yeşilliğini, közlenmiş domatesini, soğanını, tereyağı, tulumun peynirini, sıcak lavaşını, 1,5 litre soğuk suyunu getirmişti. Ön yiyecekler, yenmeye başlamış, 15 dakika sonra da siparişler getirilmişti. Ahmet Bey yemeğin üstüne kadayıf tatlısı söyleyip, çay içeceklerdi, onu da kardeşini götüreceği yerde yemek için, istemedi. Yemekler yenmiş, açlığın vermiş olduğu halsizlik yerine, kendilerini daha enerjik hissediyorlardı. Hesabı ödedikten sonra çıkıp, karşı yolda bıraktıkları arabaya binip, sahile yakın yerde park edeceklerdi. Araçtan inip yürümeye başlamışlardı, Yazın ortalarında şemsiyelerden gözükmeyen, uzanacak yer bulunamayan kumsal da, yazın sonuna yaklaşmış olmasına, rağmen, eskisi kadar olmasa da kalabalık vardı, Kumsalda, sıcağın altında simit satıp, su satıp ekmeğini kazanmaya çalışanlar, diğer yandan uzanmış, güneşlenenler… Çoğunluğu da denizdeydi Didim, Akbük’e göre kalabalıktı, şehirleşmişti. Başka illerden gelenler, geldikleri yere dönmesine rağmen. Didim de ikamet eden Türkler, Didim’e yerleşen yabancı uyruklu Türkiye sevdalıları yaşıyordu. Çoğunluk deniz de olduğundan yürüdükleri alan sakindi, akşam yemeğinden sonra herkes dışarı çıktığında hareketlilik olurdu. Cadde üzeri deniz malzemeleri satan yerler, kuruyemişçiler, marketler, dondurmacılar, barlar, restoranlar, sıralanmıştı. Restoranda, barlardaki yabancı uyruklu, emekli insanları görünce Ahmet bey ve Buse’nin aklına acınacak bir düşünce gelmişti. El âlemin turisti dünyayı gezerken kendi ülkesinin vatandaşlarının, gezip ülkesinin güzelliklerini görememesiydi. Buse şanslıydı. Abisi Ahmet Beyin durumu iyiydi. Yolu ilerledikçe yolun solunda: akşam pazarının kurulduğu tezgâhlar, gezi tekneleri, çay bahçeleri, kitap satanlar…
Yolun sonuna geldiklerinde Ahmet Beyin götüreceği yere gelinmişti. Burası da belediyeye ait başka bir çay bahçesiydi. Çok yüksekti, denize tepeden bakılıyordu. Denize girmek istemeyenler, buraya gelip, püfür püfür esen rüzgârla ferahlıyordu Buradaki çay bahçesi self servisti, parasını verip, kendin alıp getiriyorsun. Ahmet Bey, 2 çay, tatlılardan 2 kadayıf söyleyecekti, yoktu kadayıf yerine revani tatlısı alıp masasına yöneldi. İlk söz Buseden geldi.
Buse: ‘ İnternetten baktım burada gezilecek tarihi yerler: Milet, Apollonia Tapınağına gideriz’ Ahmet Bey : ‘ Olur, gideriz hadi tatlılarımızı yiyelim, çayımızı içelim.’
Kalktıklarında Didim’ in ara sokaklarından dolaşıp arabaya doğru gittiklerinde, park alanı dolmuştu. İlk gidecekleri yer Didim ‘ bağlı Balat köyündeki Milet antik kentiydi. Antik kentin girişindeki büyük levhadaki yazıyı okudular:
Milet (Miletos) Antik Kenti
‘Miletos’un geçmişi cilalı taş devrine kadar uzanmaktadır. Arkaik dönemde denizcilikle parlamış olan kent, Egedeki suların yükselmesi, Büyük Menderes ağzının çoğu kez değişmesi ve toprakların alüvyonlarla dolması sonucu Miletos’un Ege Denizi ile irtibatı kesilmiştir. Şuanda denizden bayağı içeride kalan kentin, akılcı düşüncenin, geometrinin, astronominin ve felsefenin temellerinin bu şehirde atıldığı yer olarak da bilinmektedir. Milet ismi ise mitolojik açıdan Apollonia ile ilgilidir. Miletus, Apollo ile Minos’un kızı Akakallis’in oğludur. M.Ö. 38 yıllarında ise Roma imparatorlarının özel ilgisiyle özerkliğini elde eden ve İon şehirleri arasında anakent düzeyine ulaşan Miletos çok geniş bir alana inşa edilmiştir. Kentte ilk girişte sizleri Yunan-Roma tipinin en güzel örneklerinden biri olan Milet tiyatrosu karşılar. Helenistik dönemde 5300 kişilik olarak inşa edilen tiyatro, Roma dönemiyle birlikte kapasitesi artırılarak 15 bin kişiye çıkarılmıştır. Sahnenin ayakta kalan parçaları ve katlar arasındaki galeriler, tiyatro atmosferini canlı tutmaktadır. Tiyatrodaki tonozlu geçitler ise çok iyi korunmuştur ve tiyatrodaki geçitlerden geçerek arkasında bulunan limana ulaşabiliyorsunuz. Kentin 4 büyük limanı vardır. İlk ikisi, 2 aslan heykeli arasına bağlanan zincir ile kapatabilen Aslanlı limandır. Üçüncü liman Athena tapınağının yakınlığından dolayı Athena limanı olarak anılır. Kentin doğusundaki kumsal kıyı ise dördüncü liman olmuştur.
Yine Tiyatro’nun biraz ilerisinde bulunan Senato binası ve karşısında kente su dağıtımını sağlayan Nymphaion vardır. Nymphaion; heykellerle benzenmiş üç katlı halk havuzu ve çeşmesi olarak bilinmektedir. Nymphaion üç nişin üzerine konumlandırılmıştır. Yapının arkasında yer alan su kemerleri vasıtasıyla ulaşan sular, depolarda biriktirip hem Nymphaion çeşmesini beslemede hem de kanallar vasıtasıyla kentin çeşitli yerlerine su dağıtımı yapılmaktaydı.
Ören yerine girişte ilk anda fark edilen yapılardan biri de Marcus Aurelius’un teyzesi, Antoninus Pius’un karısı Faustina adına yaptırılmış, Faustina hamamıdır. Anadolu’daki en büyük Roma hamamlarından biri olan hamam, soğuk, sıcak ve ılık kısımları, soyunma odaları ve havuzun rahatlıkla gözlemlenebildiği hamamda, havuz kenarında boylu boyunca uzanmış bir nehir tanrısı Meandros heykeli ve aslan figürlerinin birer kopyası bulunmaktadır. Aslan figürlü heykelinin orijinali Paris Louvre müzesinde sergilenmektedir.
En önemli dini merkez stoanın batısındaki Delphinon’dur. Burası Apollo Delphinios için tapınak yeriydi. Delphis (yunus) zeki ve müzik seven bir balık olduğu için Apollo’ya adanmış bir hayvan olarak kabul edilirdi. Bu tanrı, denizcilerin ve gemilerin koruyucusuydu. Asıl tapınak kentin birkaç mil güneyindeki Didymaion’daydı. Burası tapınaklarının gösterişsiz oluşuna iyi bir örnek sayılabilir.
Bouleuterion (meclis binası) M.Ö. 175-164 yıllarında yapılarak Apollonia, Hestia (ocak ateşi tanrıçası) ve Demos (Halk)’a adanmıştı. Oturma yerleri tiyatroda olduğu gibi geniş yarım daire formundadır ve 1500 kişi alma kapasitesine sahiptir. Kendi türünün en görkemlisidir ve daha sonra bu yapıya bir de sahne eklenmiştir. Aristoteles’e göre felsefenin gelişmesi için iki ön koşul var; birincisi felsefe yapacak kişinin maddiyat duygusuna kapılmadan yapmalı ve kendini sadece düşünmeye verebilmeli. İkincisi ise kişi gerçek bir merak duygusuna sahip olmalı ve en doğal görünen şeyi bile sorgulayabilmeli. İşte, Milet’te bu iki koşulun bir araya gelmesiyle, tarihin gerçek anlamdaki ilk filozofu kabul edilen Thales ve onun devamında, Anaksimenes ve Anaksimandros ile ortaya çıkmış. Babillilerden aldığı astronomi bilgisi ve Mısır’dan getirdiği söylenen geometri bilgisi dışında Thales’in asıl önemi, aklına takılan sorularda. “Neyin var olduğu” ve “neyin gerçek olduğu” gibi sorular sayesinde Thales, o güne dek doğadaki her olayı ayrı bir tanrının varlığına bağlayan mitolojinin ötesine geçerek; her şeyin nedenini, doğanın kendisinde aramaya başlıyor. Thales ve öğrencilerinin “Fizikçiler Okulu” diye anılması ve pozitif bilimin temellerini attıklarının söylenmesi de bu yüzdendir. Anadolu’nun ilk planlı kenti olan Miletos.’
Antik kent geniş bir alana kuruluydu. Ahmet Bey ve Buse antik kente girdiklerinde, karşılarına çıkan ilk yer tiyatro alanıydı. Tiyatronun en yüksekte kalan basamaklarına oturup, bir süre sahneyi seyrettiler. Sahnenin arkasında ki yıkılan kalıntılardan, ağaçları bol, yeşil, geniş düz ovalar gözüküyordu. Kalkıp, geri kalan yerlerde gezilmeye başlandı, Antik kentin kaderi diğerleri gibiydi. Bazı yerleri yıkılmış, bazı yerleri ayakta kalmaya çalışıyordu. Bazı taşların arasında yabani otlar çıkmış, yaşam mücadelesi veriliyordu. Antik kentin yanı başında kurulmuş 1200 metrekarelik kapalı alanda kazılardan çıkartılan eserlerin sergiletildiği yeri gezerek Milet antik gezisini sonlandırdılar. Antik kentten çıktıktan sonra arabaya binip, Apollonia Tapınağına gitmeden önce yol kenarında kurulmuş, ağaçlık, çayırların içinde oba çadırına benzer mekânda mola verip, çeşmeden akan soğuk suyla ellerini, yüzlerini yıkayıp, çay söylediler.
Buse :’ Günümüze kadar gelmiş, bu antik kentlerde kaç medeniyet yaşamış. O zaman ki şartlara göre nasıl yapılmış?’
Ahmet Bey: ‘ O zaman ki teknoloji, günümüz kadar gelişmiş değildi. Hepsi insan elinin, bedeninin emeğinin ürünü bu gün ki teknolojiyle bunlar yapılabilir mi sanmıyorum çünkü yapılmış olsaydı Mısırdaki piramitler günümüzde de yapılırdı. Bazen insanlığın geriye gittiğini düşünüyorum.’
Çaylarını getiren o yörede yaşayan köylüydü. Çaylarını yudumlarken, uzaktan görünen antik kentin içindeki sütunlara bakınıyorlardı. Çaylarını içip bitirdiklerinde, dinlenmişlerdi. Hesabı ödeyip, arabaya bindiklerinde sıradaki son gezme yerleri olan Apollonia Tapınağına yola çıkıldı, vardıklarında. Diğer Antik kentlerde olduğu gibi, buranın girişinde de büyük tabelaya tarihçesi yazılmıştı.
Apollonia Tapınağı
‘M.Ö. 2-5. Yüzyıllar arasında ünlü mimar Hermogenes tarafından Menderes Magnesia'sında inşa edilen ve antik dünyanın en önemli kehanet merkezlerinden biridir. Zeus ile Leto'nun
oğlu Apollonia adına yapılmış bir tapınaktır. Kehanet gücü olduğuna inanılan Apollon'a ithaf edilen tapınağın bilinen diğer adı Didyma, yani İkiz Kardeştir. Tapınağa bu adın verilme sebebi ise tanrıça Artemis ile Apollon'un ikiz kardeş olmasıdır. Mimari açıdan bir pseudodipteros olup cella ile sütun çemberi arasındaki bağlantılarının dakikliği ve oranlarının ahengiyle göze çarpmakta, aynı zamanda bu mimarın iç mekân problemleri üzerinde de durmuş olduğunu açığa vurmaktadır. Bu tapınakta kullanılan sütunların başlıkları düz hat şeklinde bir “kanalis” ile birleştirilmiş kıvılcımlar ve Attika-iyon kaidelerini kapsamaktadır. Ayrıca saçaklığında ise bir friz bulunmaktadır. Pseudodipteros: Antik mimaride yanlardaki sütun dizisinin cellada çift aralık açıklığında konumlandığı, ancak içteki sütunların yarım sütun olduğu tapınak tipi.’
Ahmet Bey, kardeşi Buseyle tapınağın gezilmedik yerini bırakmamıştı. Bu güzel ortamı doyasıya seyretmek için gölge de kalmış bir kenarda oturdular. O esnada gezmeye gelmiş sütunları inceleyen, çifttin kendi aralarındaki konuşmalarını dinlediler. Burasının Artemis tapınağı, Sisam adasındaki Hera tapınağıyla birlikte yeryüzünün 3 büyük mabeti olduğunu öğrendiler. Antik kentin ziyarete kapanış vakti geliyordu. Eve gitmek için arabaya doğru yöneldiler.