Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi, Eğitimde Psikolojik Hizmetler Bölümü’nde öğrenim gördüğüm 1980’li yıllar.
Okuru olduğum Cumhuriyet Gazetesinin iç sayfasında, bir resim kursu ilanını farkettim. “Kayıhan Keskinok Atölyesi Resim Kursu başlıyor” gibi bir duyuruydu.
Resim yapmak, ilkokuldan beri
vazgeçemediğim bir tutkuydu. Bu ilanı görünce, çok sevdiğim resim yapmayı kursa giderek geliştirmeyi düşündüm. İlkokuldan beri, karakalem, kuruboya gibi malzemelerle resim defterlerine ya da kağıt üzerine resimler yapıyordum. Lise yıllarında, kağıt ya da karton üzerine yaptığım resimlerimi Tuzluçayır Halkevi’nde sergilemiştim. Yağlıboya resim çalışmamıştım. Bir iki kez yağlıboya yapmayı denemiş, fakat yaptıklarımı beğenmemiş, yağlıboyanın çok başka bir şey olduğunu farketmiştim. Bunun için de kendi kendime; “Şu açılan resim kursuna dört beş ay git, yağlıboya resim nasıl yapılır öğren” dedim…Kızılay’daki verilen adrese, Sanatevi’ne gittim. Henüz kimsenin gelmediğini, beş on kişi başvurursa kursun başlayabileceğini söylediler. Bunun üzerine her gün gittim. Beş altı kişi olunca kurs açıldı. Kursa ilk başlayanlardan biri oldum. Kayıhan Keskinok Hocayla karşılaşmam, yolumun kesişmesi, Kızılay’daki Sanatevi’nde oldu.
Fakülte’deki, “Sanat Eğitimi” dersine giren hocamız Pr. Dr. İnci San’a, Kayıhan Keskinok ismindeki bir Ressamın Atölyesi’ne başladığımı söyleyince; “Sen, Ankara’nın üç büyük sanatçı ve hocalarından birisini yakalamışsın çok şanslısın, diğerleri ise Adnan Turani ve Turan Erol’dur” demişti.
Kayıhan Keskinok Atölyesi’ne başlarken, sık dişini dört beş ayda yağlıboya resim yapmasını öğren, sonra kurstan çık diye düşünürken, dört beş senede ancak çıkabildim…Resim yapmanın, sanat yapmanın öyle kolay bir şey olmadığını, sanat tarihi diye bir şeyin var olduğunu, resim tarihi diye bambaşka bir dünyanın olduğunu gördüm.
Kayıhan Keskinok Hocamı tanımakla,
sanat ve estetik denilen büyülü dünyanın, kendine göre bir felsefesinin olduğunu, bir derinliği olduğunu farkettim. Bu işin her şeyden önce bir düşünce, bir kafa işi olduğunu anladım.
Resmin, sadece gördüklerimizi çizerek ya da boyayarak, aslına benzetmek gibi bir şey olmadığını öğrendim.
Kayıhan Keskinok Hocamı, atölyeye başladığım andan itibaren günler, aylar, yıllar geçtikçe, O’nu tanıdıkça kendisine olan sevgim ve hayranlığım kat kat arttı. Sanat eğitimini bu kadar ciddiye alan, yaptığı işe bu kadar sevgi ve saygı duyan bir sanat adamına az rastlanır. Resim sanatını, geniş entelektüel birikimiyle ve herkesin anlayabileceği bir dille, diyalektik bir yöntemle gerek doğadan, gerek insandan, gerekse toplumsal olaylardan örnekler vererek, resim ve sanatın ne olup ne olmadığını bizlere anlatırdı. Bütün gerçek eğitimciler, öğretmenlerde bulunan sabırlı, sakin yapısıyla sorularımızı, bıkıp usanmadan yanıtlardı.
Kayıhan Hocam, Cumhuriyetle beraber doğmuştur. Türkiye Cumhuriyetinin kuruluş yılı 1923, aynı zamanda sevgili Hocamızın doğum yılıdır. O, tam bir cumhuriyet çocuğudur. Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün, çağdaşlık meşalesini elinde taşıyan bir aydın ve büyük bir sanatçıdır. Aynı zamanda gölgesinde huzur bulacağımız ulu bir çınardır O…
Sanat sorunlarına karşı ilgisinin, uğraşının
yanında, ülkesinin sorunlarına, sıkıntılarına karşı da aynı duyarlılıktadır. Ülkeyi yöneten siyasilerin yanlışlarını, kötü yönetimlerini görür, onlara yeri geldiğinde kızar ve eleştirirdi…
Zaman zaman geçmişe döner, düşman
işgalinde yakılıp yıkılmış, yanık kokuları gelen İzmir’de doğduğunu söyler, harap bir ülkeye karşı sorumlulukları, yükümlülükleri olduklarını ve o ülkeyi ayağa kaldırmak adına Atatürk’e karşı borçlu olduklarını söylerdi.
Kayıhan Hocam, Kurtuluş Savaşını resmeden, “Kuvay-ı Milliye Destanı”
adlı, savaş yıllarındaki mücadeleyi anlatan resimlerinde, Nazım Hikmet’in o konuyu içeren şiirlerinin de yer aldığı çok önemli bir sergi açmıştı. Kağnılarıyla cepheye cephane taşıyan Anadolu kadınları, atları üzerinde düşman siperlerine hücum eden kalpaklı süvariler, vurulan, yaralanan askerler yanında; “Sarışın Bir Kurda Benzeyen Mustafa Kemal Atatürk” adlı olağanüstü güzel bir tablo…Mutlaka görülmesi gereken bir sergiydi.
Fantastik gerçekçi bir anlayışla resim yaptığını belirten Kayıhan Keskinok,
ortaöğretimde resim öğretmeni olarak atandığı yıllarda, yolu Karadeniz kıyısındaki Görele ve Trabzon’a düşer. Burada gördüğü
Karadeniz’e has düğünler ve folklorik ögeler kendisini çok etkiler.
Gelin ve damadın, onlara eşlik eden yakınlarının, teknelerle, takalarla, kayıklarla, davullu zurnalı coşku dolu, kendilerine özgü görünümlerinden çok etkilenerek, onları resimlerine konu edinmiştir. Bugün bile Hocamın adının geçtiği yerde, hemencecik “Karadeniz Düğünleri” konusu akla geliverir.
(Ne mutlu bana ki, bende sevgili Hocamın “Karedeniz Düğünü” konulu iki yağlıboya tablosu var).
Çok yönlü, duyarlı, kabına sığamayan, coşkulu ve entelektüel bir kişiliğe sahip olduğu için, natürmorttan peyzaja, mitolojiden boğalara, atlara, sirk cambazlarından ezilen maden işçilerine kadar çok farklı temaları çalışmıştır…
Hocamla ilgili sayısız anılarım var…
Atölyeye İlk başladığım yıldı sanırım. Bir kış günü, cumartesi sabahı kalktığımda, dışarısı kar boran fırtına içinde, kapıya çıkılacak gibi değil. Ama kendime verilmiş bir sözüm var; “Atölyeye hiç aksatmadan gideceksin”.
Resim malzemelerini hazırlayıp çantama koydum ve Mamak-Tuzluçayır’daki evimden çıktım. Atölye Beştepe’deydi. Arabalar da az çalışıyordu. İki aktarma yaparak tam saatinde sabah dokuz ya da on gibiydi Atölyede oldum. Benden başka kimse gelmemişti. Hocamla baş başa kaldık.
O zaman bana baktı ve; “Sen şu hava da geldin ya, sanatçı olursun” dedi. Bu sözlerin beni çok mutlu ettiğini hatırlıyorum…
Kayıhan Hocam, Gazi Eğitim Enstitüsü’deki
İki hocasını her zaman sevgiyle anardı.
“Utkunun Kenti İzmir’de Doğdum” adlı katalogda onlarla ilgili düşüncelerini şöyle ifade eder:
“Sağlam çizgi zevkimi öğretmenim Refik Epikman’dan aldım. Refik bey nesnenin görünümünden çok, mekandaki konumuna, oylumsal durumuna önem veriyor, çizgi yükünü azaltmamızı, ayrıntıları atmamızı ve nesnenin değişmeyen özelliğini, kişiliğini bulmamızı istiyordu bizden. Öğretmenimiz Malik Aksel ise nesnelerin şiirsel yönlerini görmemizi isterdi. En gösterişsiz nesneleri bulur getirir; onlardaki gizi bulmamıza yardımcı olurdu.”
Atatürk devrimlerinin, cumhuriyetin ilk kurulduğu yılların ateşini, bütün hücrelerinde hisseden Kayıhan Keskinok, aynı katalogda
2004 yılında düşüncelerini şöyle özetlemiştir; “İkibinli yıllara doğru Atatürk Devrimlerini yıkmaya çalışan, karşı devrim niteliğindeki girişimler, uluslararası kuruluşların ekonomiye yönelik oyunları ve AB’nin emperyalizmi gizliden gizliye kollayan tutumları, beni ikinci kez Anadolu halklarının başbelası feodalizme karşı duran yiğitlerin kahramanlıklarıyla ilgili konulara eğilmeme ve o görkemli destanları dile getirmeme neden oluyorlar. Bunun en başta geleni kuşkusuz Köroğlu Destanı’dır…
Emperyalistler ve uşaklarınca bir iç savaş ortamı yaratarak ulusu parçalamak, daha önce binbir kurnazlıklarla hazırlanan ‘uluslararası yasalar gereğince’ müdahale koşullarını hazırlamak ve devletimizi bir sömürge devlet durumuna getirmek amacı, Genç Cumhuriyet’in başlangıç yıllarından beri süregelmiştir. Çocukluğum ne yazık ki, bu haince durumun idraki ile geçti. Henüz 7 yaşımda iken, Devrim Şehidi Kubilay’ın emperyalist hainlerce katledilmesi karşısında ilk ciddi, acı göz yaşlarımı döktüğüm anı hâlâ anımsıyorum.”
Sevgili Kayıhan Keskinok Hocamın, hayat dolu, neşe dolu, dünyayı güzelleştirmeye dönük, sevgiye, mutluluğa dönük bir mizacı vardı. Sıradan insanlarda sıkça görülen mal mülkle ilgili bir şeyleri konuştuğunu, konu ettiğini ne duydum ne de işittim. O yüce gönüllü, bu dünyaya güzellikler katmak için yaratılmış, önce örnek bir insan, sonra çok büyük bir sanatçıydı.
Çok kısa özgeçmiş:
1923’te İzmir’de doğdu. Gazi Eğitim Enstitüsü Resim Bölümü’nü bitirdi.
Boğazlıyan(1946) ve Görele (1948-50) Ortaokullarında, Trabzon (1950-55) ve
Ankara Kurtuluş (1961-62) Liselerinde resim ve sanat tarihi öğretmeni olarak çalıştı. 1960 Yılında Lozan Güzel Sanatlar Okulu’nda
(Ecole des Beaux-Arts) “biçim grameri” alanında öğrenim gördü. 1963-1968 yıllarında Gazi Eğitim Enstitüsü Resim Bölümü’nde öğretmenlik yaptı. TRT Ankara
Televizyonu’nda çalıştı.
Çok sayıda kişisel sergiler açtı.
Eserleri yurt içi ve yurtdışındaki müzelerde, bir çok kurum ve kuruluşlarda, özel koleksiyonlarda yer aldı.
Devlet Sanatçısı Ünvanı Onur Ödülüne layık görüldü.
Yapıtları bir çok prestijli ödüllerle taçlandırıldı.
Kayıhan Keskinok Atölyesi’ndeki, uzun yıllar boyunca verdiği kurslarla, üst düzeydeki akademik eğitimciliğiyle, resim sanatımıza önemli katkılarda bulunmuş, geniş kitlelere resim sanatını sevdirmiş, bir çok sanatçının yetişmesini sağlamıştır.
Kendi adını taşıyan “Keskinok Sanat Vakfı”
çok kıymetli oğulları, Pr. Dr. Çağatay Keskinok ve Cumhur Keskinok tarafından
sanata hizmet etmekte ve katkıda bulunmaktadır.
Sevgili hocam Kayıhan Keskinok’a,
sonsuz minnet ve saygıyla…
(Alıntılar; Utkunun Kenti İzmir’de Doğdum, Katalog)