Sezai Kara


İSMAİL HAKKI TONGUÇ-TONGUÇ BABA


Köy Enstitülerinin memleketi aydınlattığı, Anadolu’ya güneş olduğu ,ışık olduğu, su olduğu, nefes olduğu, can verdiği yıllar…

1944 Yılıdır.
Ilgaz dağlarına sırtını vermiş bir köy İlkokulu…
Köy Enstitülerine binbir güçlükle aldırılabilmiş dört jipten biriyle, köy okullarındaki sıkıntıları, ihtiyaçları yakından görebilmek için okulları sıklıkla gezen, ziyaret eden, İlk Öğretim Genel Müdürü İsmail Hakkı Tonguç, arabasından iner.
Bardaktan boşanırcasına yağmur yağmaktadır. Okulun kapısını çalar, epey bekledikten sonra okulun baş öğretmeni gelir ve kapıyı açar.
Tonguç, daha yeni yapılmış okulu gezerken bir sınıfın tavanının yağmur sularından damladığını görür ve baş öğretmene nedenini sorar.
Başöğretmen kayıtsız bir tavır içinde;
“Bir kaç kez Çankırı İl Milli Eğitim Müdürlüğü’ne yazdım ama kimse ilgilenmedi” der.
İsmail Hakkı Tonguç;
“Peki, siz bir şeyler yapamaz mısınız” deyince,
Baş öğretmen birden bire tersler;
“Ben başöğretmenim, dam aktarıcısı değil!”
der.
İlk Öğretim Genel Müdürü Tonguç, bu lafları duymasıyla, dışarıya, bahçeye fırlaması bir olur. İnşaattan kalan malzemeler arasında bir merdiven bulur. Merdivenle çatıya çıkar, kırık kiremitleri tesbit eder onları çıkarır. Kırık kiremitlerin yerlerine sağlam kiremitleri yerleştirir. Çatıyı onarır ve bunları çok kısa bir sürede yapıverir.
Tonguç, çatıdan iner ve başöğretmene dönerek; 
“Bir daha dam akarsa Çankırı’ya bildirme,
hemen bana haber ver, ben gelir hallederim” diyerek, kartını uzatır.
Başöğretmen elindeki kartta yazan isme, büyük bir şaşkınlık içinde bakarken Tonguç Baba, başka köy okullarındaki sorunları öğrenmek üzere, çoktan oradan uzaklaşıp yola çıkmıştır bile…
…..
60’lı, 70’li Yıllar…
İlkokul ve ortaokul yıllarım…
Mamak 19 Mayıs İlkokulu ve Mamak Ortaokulu’nda okuduğum yıllar.
Çocukluk ve ilk gençlik çağlarına rastgelen yıllar…
İlkokul öğretmenim Mürsel Güçlü…Ortaokulda  birbirinden kıymetli öğretmenlerim vardı…Öğretmenlerimizin çoğu sadece bir öğretmen değil, anne babalar gibi üzerimize titreyen, başarılı olmamız için çabalayan, yeteneklerimizi keşfedip öne çıkaran, bizleri yüreklendiren, kılık kıyafet-giyim kuşamları ve davranışlarıyla örnek insanlardı…
Ortaokulda, unutamadığım ve ufkumu açan 
öğretmenlerimden biri Türkçe öğretmenimiz Aysel Develioğlu’ydu. O’ndan edebiyat sevgisini aldım. Her derste bir roman ya da bir hikaye kitabından, bir öğrenci arkadaşımıza beş on sayfa kitap okuturdu. Ben de, Mamak’ta gazete-kitap satan bir yer vardı, oraya gider derste okutulan o kitabı alırdım. Oradan aldığım kitapları, o zamanlar renkli jelatin kâğıtlarla kaplardım. O kitaplarım kütüphanemdeki yerindeler ve Mamak’taki gazete-kitap-kırtasiye dükkanı olan yer, imar ve yapılanmadan dolayı yıkıldı ama, ana cadde üzerinde daha büyük bir mekanda, “Kırtasiye” adı altında gazete-kitap-kırtasiye malzemeleri satan bir yer olarak, dükkan sahibinin çocukları tarafından hizmete devam ediyorlar. Mamak Lisesi’nden öğrencimizin sahibi olduğu bu Kırtasiye’ye zaman zaman uğrarım, hep ortaokul yıllarımı sevgiyle hatırlarım.
Resim-İş öğretmenim Halise Apaydın’ı hiç unutmuyorum…nasıl unuturum!..Ortaokuldan mezun olana kadar bana, her resim dersinde okul sütunlarına, çeşitli motiflerin resmini yaptırıyordu. Sınıfta yaptığım resimlerimi takdir edip öne çıkarıyordu. Tıpkı, ilkokul öğretmenim Mürsel  Güçlü’nün yaptığı gibi!..Mürsel öğretmenim, bazen de beni kucağına alarak, resim defterim elimde, yaptığım resmimi sınıftaki arkadaşlarıma göstererek dolaştırırdı. (O resim defterim hala bendedir ve korurum)
Resim yeteneğimi öğretmenlerimin farkedip öne çıkarması, küçük yaşlarda farkında olmadan özgüven kazanıp, aralıksız resim yapmama vesile olmuştur…
İlkokulda, siyah gür saçlı, kara gözlü Fatma isminde güzel bir arkadaşımız vardı. Mürsel öğretmenimiz ondaki güzel sesi farketmiş ki, Fatma’ya da, sınıfta türkü söyletirdi ve hep beraber alkışlardık…
Giyimi kuşamı, güler yüzü, zerafeti, ders anlatım üslubuyla, bize zor gelen matematik dersini sevdiren; öğretmenimiz Ayten Şanver’i hangi öğrenci unutabilir ki!..
Bir de yakınımız, akrabamız olan, Erzurum Pulur Öğretmen Okulu mezunu; Hidayet Öztürk Öğretmenimizi yakından tanırım. Her zaman kıravatlı, takım elbiseli, düzgün traşlı ve ciddi bir yüz ifadesiyle, sanki emekli olmamış da, öğretmenlik yapmış olduğu okulun bahçesinde, öğrencilerin arasında dolaşıyormuş gibi örnek bir yaşamı vardı…
Birbirinden kıymetli öğretmenlerimizi sevgi ve saygıyla anıyorum…
…..
A.Ü. Eğitim Bilimleri Fakültesi’nde okurken, konularımız doğal olarak eğitim-öğretim yöntemleri olduğu için, bu konuları bilimsel olarak araştırıp öğrenmeye çalışıyorduk. Çeşitli ülkelerin, çeşitli eğitim-öğretim sistemleri-yöntemleri ders konularımızdı.
Bizim kendi eğitim-öğretim sistemlerimizi, geçmişten bu yana neler yapıldığını, bugünkü durumu okuyup öğrenip anlamaya çalışıyorduk…
Köy Enstitüleri ve Öğretmen Okulları ders konularımızdı…Öğretmenlik nedir ne değildir,
öğretmenlerde bulunması gereken vasıflar nelerdir, iyi bir öğretmende bulunması gereken özellikler nelerdir, öğrenme-öğretme psikolojisi nedir gibi can alıcı konular bizim derslerimizdi…O zaman daha iyi anladım öğretmenlik ve eğitimci olmanın çok ciddi bir şey olduğunu.

Temel felsefesi, Büyük Önder Atatürk’ten alınan ve Cumhurbaşkanı İsmet İnönü, Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel ve İlk Öğretim Genel Müdürü İsmail Hakkı Tonguç önderliğinde Köy Enstitüleri açılıyor…
Anadolu’nun bütün bölgelerindeki köyleri kucaklayabilecek yerlere, 21 tane Köy Enstitüsü açılıyor…
Köy Enstitüleri; yaparak, üreterek öğrenmenin, verimli olmanın yanında insanın kendisiyle kıvanç duyacağı bir kişilik oluşturacağını, iş disiplini-sorumluluk-dayanışma ve paylaşma bilincini ve olmazsa olmaz sevgi, saygı anlayışı  içinde bir eğitimi içeriyordu. Amaç; karanlıkta kalmış, okuma yazma oranı çok düşük, neredeyse ortaçağ şartlarında yaşayan Anadolu köylüsünü aydınlatmak, üretimlerini daha verimli hale getirmekti. Bunun için köylerde yaşayan zeki,yetenekli çocukların seçilip, Köy Enstitüleri’nde eğitim-öğrenim görüp, İsmail Hakkı TONGUÇ’un söylemiyle; “Canlandırılacak Köy” düşüncesi ile yetiştirilip Köylerine bir eğitim-öğretim neferleri olarak dönecekler ve köy çocuklarının eğitimi yanında, köylülerin tarla, bağ bahçe işlerindeki verimliliği artırma, bu alanda mümkün olduğunca ileri teknolojiyi kullanma, hayvancılıkla ilgili daha bilinçli çalışmalar içerisinde olacaklardır…
Anadolu’nun ücra köşelerinde unutulmuş, kendi kaderlerine terkedilmiş, özellikle köyde yaşayan kız çocukları için, adeta bir güneş olmuştur Köy Enstitüleri…

Köy Enstitülerinin verimliliği için, gecesini gündüzüne katarak çalışan, mütevazi yapısıyla, çalışkanlığıyla, hiç yılmayan duruşuyla, köy çocuklarını bir baba şefkatiyle kucaklamasıyla, Köy Enstitüleri’nde okuyan çocukların taktıkları adla, artık onların TONGUÇ BABA’sıdır…
Köy Enstitülerinin temel felsefesini, bu yazıda  çok kısaca özetleyebiliriz ancak. Çünkü bu konuda ciltler dolusu kitaplar var. Ben de meraklı bir eğitimci olarak bu konuda bir çok kitap okudum ve okumaktayım. Ama kısaca özetlersek, Tonguç Baba’nın söylemiyle; “ İş içinde iş için eğitim .“…Eğitim-öğretim ağırlıklı olarak pratiğe, uygulamaya yönelikti. Köy yaşamındaki yaşam koşulları, köylülerin geçim alanlarındaki durumları, bağ bahçe, tarla işleri, hayvancılıkla ilgili uğraşlar ve buna benzer işlerde donanımlı olan Köy Enstitüleri mezunu öğretmenler, Köy okullarında çocuklara öğretmenlik yapıyorlar ve ayrıca köylerdeki üretimlerde, Enstitülerden öğrendiklerini uyguluyorlardı…Kültürel faaliyetler, sanat, spor, en az bir müzik aleti (Mandolin vbg)çalma becerileri, eğitimlerinin vazgeçilmez uğraşlarıydı. Ayrıca beni en çok mutlu eden bir uygulama da; her gün en az kırkbeş dakika roman-hikaye okumak gibi, okuma alışkanlığını kazandıran uygulamadır.

Dönüp gerilere baktığımda, özellikle ilkokul ve ortaokul dönemlerimde, Köy Enstitülerinden ya da hemen ondan sonra kurulan Köy Enstitüleri öğretmenlerinin el verdiği Öğretmen Okulu mezunları öğretmenlerin elinde okuduğumu anladım…Bunlardan birisi Resim-İş öğretmenim Halise APAYDIN’dır. Geç vakit de olsa hocamı görme şansını elde ettim ve kendisine şükran duygularımı dile getirip, o aydınlık ellerinden öpmüştüm. Kendisi, okuduğum Firdevs Gümüşoğlu’nun “Cılavuz Köy Enstitüsü“ kitabında da karşıma çıkmıştı.
Hasanoğlan Köy Enstitüsü’nde çok faal bir öğrenci olarak tiyatro etkinliklerinde fotoğraflarıyla yer alıyordu. Ayrıca kitaplarını severek okuduğum, Köy Enstitüsü mezunu yazar Talip Apaydın’ın da eşiydi…
Çok kıymetli İlkokul öğretmenim Mürsel GÜÇLÜ’yü ise, kızı Melahat Hanıma ulaşarak öğrendim. Erzurum Pulur Öğretmen Okulu mezunu imiş…

Bir öğretmen ve eğitimci olarak bu bakımdan kendimi çok şanslı görüyorum.
İzninizle bir küçük anıyı paylaşmak istiyorum; 
Ankara Mamak Lisesi’nde, odamda olmadığım bir zamanda, beni görmeye gelen  yeni mezun öğrenciler, öğretmen arkadaşım Nuray Hanıma, küçük bir kağıda bana iletilmek üzere not yazıp gidiyorlar. 
 “ Sevgili Sezai Hocam,
Pazartesi geldik. Ama sizi bulamadık. Sizi çok özledik. Sizin yokluğunuzu her zaman hissediyoruz. Kendinize çok iyi bakın. Sizi çok seviyoruz.
Ve yine tekrar söylüyoruz. Bu Okulda bulunmanız bu Okul için bir hazine.
Sizi keşfetmeliler.
Gerçekten.

                                  Sevgiler ve saygılar 
                                       Emel ve Nihan “
Bu not, Öğretmenlik yaşamımdaki en büyük ödülümdür…
Bu notu yakın bir zamanda, eskiden okumuş olduğum bir kitabın arasında buldum ve küçük bir çerçeve içine yerleştirdim, Atölyemde bir köşede duruyor.
Bu ödül belki de Tonguç Baba’nın öğretmenlik ruhunun, Köy Enstitülerinden yetiştirdiği öğretmenlerinden bana geçen bir öğretmenlik ruhudur kim bilir!…

Tonguç, eğitim yoluyla ülkeyi canlandırma, yüzlerce yıllık acılara son verme, toplumda insanlığı kapsayan bir duyarlığı geliştirme amacı güden bir eğitimciydi. “ İş içinde yoğurulan insanlar, içlerini intikam, kin, kıskançlık, kibir, dedikoduculuk gibi duygulardan arındırmaya var güçleriyle çalışırlar. Kötülükleri ortadan kaldırarak, yaraları sararak, başkalarının mutluluğunu hazırlarlar. “
Köy Enstitüleri temel felsefesiyle, gerçek insanı yoğuracak, yaratacak, kendine özgü eğitim kurumlarıdır.

İsmail Hakkı Tonguç’un sayısız düşüncelerinden ve sözlerinden bazıları;

“Elimden gelse bütün dünyanın okullarının programlarına, İnsanın insanı sömürmemesi adlı bir ders koyardım.”

“Aydın insanın en büyük dayanağı ancak bilim ve sanat olabilir. Günlük hayatın yükünü acı duymadan çekebilmek böyle bir dayanağı ele geçirmeğe bağlıdır.”

“Demokrasinin iki çeşidi vardır.
Biri, zor ve gerçek olanı.
Öbürü kolayı, oyun olanı.
Topraksız olanı topraklandırmadan…
İşçiyi sağlama almadan…
Halkı esaslı eğitmeden…
Olmaz.
Birincisi, köklü değişim ister.
Zordur ama, gerçek demokrasidir.
Okuma yazma bilsin bilmesin…
Toprağı, işi olsun olmasın…
Demagojiyle serseme çevrilen halk,
elinizdeki kâğıdı sandığa atar.

Böylece…
Kendi kendini yönetmiş sayılır.
Bu, oyundur, kolaydır.
Amerika bu demokrasiyi yayıyor.
Biz de demokrasinin kolayını seçtik.
Çok şeyler göreceğiz daha…”
…..
1914 Yılında, genç yaşta okuma şansını engelleyemeye çalışan bir Osmanlı Paşasına hitaben; “Görürsün sen, parası olmayan okur mu okumaz mı? Senin gibiler yüzünden babalarımız cahil kalmışlar, yoksul düşmüşler. Ne yapıp edip okumanın yolunu bulacağım. Benim gibi çocukların okuması için ömrümün sonuna kadar çalışacağım. Koca Paşa, eğer yaşarsan nasıl okuduğumu görürsün. Yazıklar olsun senin paşalığına…”

Bir çok yazar, düşünür, öğretmen ve eğitimcilerin O’nun üzerine yazıp söyledikleri sayfalar dolusu sözler ve yazılar vardır. Arkadaşı Sabahattin Eyüpoğlu’nun İsmail Hakkı TONGUÇ’un taşıdığı sorumluluğu içeren sözüne kulak verelim;

“Hasanoğlan Köy Enstitüsü’nün kuruluş günlerinde onunla aynı odada yattığımız  bir geceyi hatırlıyorum. Nedense birden uyanmış karanlıkta parlayıp sönen ufacık bir kızıl ışık görmüştüm. Yıldız mı, uzaklarda bir çoban ateşi mi, bir acayip ateş böceği mi derken uyku sersemliğim dağılınca, Tonguç’un sigara içtiğini anladım. Sessizce seyrettim. Bu sönüp parlayan ışıltıda ne kaygılar, ne özlemler, ne öfkeler sezinliyordum. O gece belki de bir başka bozkırda bir başka Enstitü kuruluyordu.”

Bu yüce yaratılışlı, asil insanın özgeçmişi pek uzunca…merak edenler yaşam öyküsüyle ilgili pek çok kaynaklardan ve kitaplardan bilgi edinebilirler.
Biz çok kısaca yazmaya çalışalım;
İsmail Hakkı Tonguç, 1893’te Bulgaristan’ın Silistre iline bağlı Tataratmaca köyünde doğdu. İlkokulu burada okudu, 1907’de Silistre Rüştiye’sini  bitirdi. 1913’e kadar tarımla uğraştı ve ardından 1914’te İstanbul’a geldi. Savaş başlamıştı…bir sürü zorluk ve engellemelere rağmen, önce Kastamonu Öğretmen Okulu’na kaydolacak, kafasında eğitimcilik şekil almaya başlayacaktı. 1916’da kaydını İstanbul Öğretmen Okulu’na aldırıyor ve 1918’de mezun olup devlet hesabına Almanya’ya öğrenime gönderiliyor… 1. Dünya Savaşının sona ermesiyle geri çağrılıyor…Çeşitli illerde, Öğretmen Okullarında Resim-Elişleri ve Beden Terbiyesi öğretmeni olarak görev yapıyor…Ankara Gazi Öğretmen Okulu’nda yer alıyor ve Resim-İş Bölümü’nü faaliyete geçiriyor…daha sonra Bakanlıklarda eğitim işlerinde görevler alıyor…Saffet Arıkan’ın 1935’te Kültür Bakanı olmasıyla İsmail Hakkı Tonguç’un eğitim organizasyonu içinde yöneticilik özellikleri öne çıkıyor ve İlköğretim Genel Müdürlüğü’ne atanıyor…Köy Enstitüleri’nin kuruluşuna ilişkin kapsamlı bir raporu Saffet Arıkan’a sunuyor…
……
Hiçbir zaman bitmeyecek, sonsuza kadar sürecek olan akıl-bilim-sanat-kültür yolundaki  eğitimci, yılmaz neferler adına, Tonguç Baba’ya sonsuz saygılarla…

Köy Enstitüleri’ne bayrak olmuş, “Ziraat Marşı” ya da diğer bir adıyla;

KÖY ENSTİTÜLERİ MARŞI

Sürer eker biçeriz, güvenip ötesine,
Milletin her kazancı milletin kesesine.
Toplandık baş çiftçinin, Atatürk’ün sesine
Toprakla savaş için, ziraat cephesine.
İnsanı insan eden ilkin bu soy bu toprak,
En yeni aletlerle en içten çalışarak,
Türk için gene yakın, dünyaya örnek olmak,
Kafa dinç el nasırlı, gönül rahat alın ak.
Biz ulusal varlığın temeliyiz köküyüz,
Biz yurdun öz sahibi, efendisi köylüyüz.

(Alıntılar; Tonguç Yolu-M.Başaran/ Varlık Yayınları, Canlandırılacak Köy-İsmail Hakkı Tonguç/ Türkiye İş Bankası Yayınları, Tonguç ve Enstitüleri-Pakize Türkoğlu/Türkiye İş Bankası Yayınları)

YAZARLAR