Allah insanı topraktan yarattı. İnsanın aslı bir avuç toprak dersek daha doğru olur. Dolayısıyla toprak ile insan arasında kuvvetli bir bağ vardır. Bu bağı fiziki halden, beslenmeden, maneviyata kadar hayatın her alanında hissetmek mümkündür. Bir bütün olarak toprak insana insan da toprağa bakmaktadır. İnsan ile toprağın bir çok ortak özelliği de bulunmaktadır. Mesela toprak gibi insanlar da renk renk çeşitlidir. Buna ek olarak ortak bir çok özellikte sayabiliriz. İnsan var olduğundan beri toprakla olan irtibatını devam ettirmiş ve kıyamete kadar da devam edecektir. Alıcı gözle baktığımızda yaşanılan toprak yani coğrafya ile insan birebir örtüşür. Kıraç dağlık alanda yaşayan insanların özellikleri ile deniz kenarında ya da bir ova da yaşayan insanların özellikleri birbirinden çok farklıdır. Kendi coğrafyası ile uyumlu olan insan, yaşadığı yerin toprağı ile uyum sağlarken başka bir coğrafyada yaşayan kendi cinsi insan ile uyumsuz olabilir. Bu özellik bize insanın özünde yaratılışında olan toprak ile yaşadığı yerin toprağı, genetik olarak uyumlu olduğunu, insanın birbiri ile farklılıklarından birinin de yaşadığı topraktan kaynaklı nedenler olduğunu göstermektedir.
Farklı coğrafyalarda toprağın üzerinde kurulan şehirlerinde aynen insandaki ruh gibi bir ruhu vardır. İnsan nasıl ruhu ile ayakta kalıyorsa şehri de o ruh ayakta tutar. Ruhsuz olan şehirler fazla yaşayamazlar. Yaşasalar dahi sadece bedeni özellikleri ile var olmaya çalışırlar ki burada da varlıktan bahsetmek anlamsızlaşır. İnsanın toprakla olan ünsiyeti gibi şehrin ruhu ile de kuvvetli bir bağı vardır. Yani şunu demek istiyorum hiçbir insan tesadüfen bir şehirde yaşamaz, yaşayamaz. Şehir ile insan arasında gözükmese de kesinlikle çok kuvvetli bir bağ vardır. Rahmetli Rasim Özdenören ağabeyin deyimiyle ''İnsan ben burada yaşamak istiyorum dediği her yerde yaşayamaz. Canı öyle istedi diye orayı mekan tutamaz. O mekânın da insana davetiye çıkarması lazım.'' Ne işimiz var burada gibi kafamıza takılan bazı sorularında cevabını bulmuş oluyoruz. Hatta şehir ruhu ile o şehirde doğmayan dışarıdan gelmiş bir insan ile öyle uyum sağlıyor ki şaşırıyoruz. Geçen yıllarda çok kıymetli bir hocamız vefat ettiğinde cenazesi Afyon'a gidecek dediklerinde çok şaşırmıştık. Biz onu Sivas'lı biliyorduk. Şehir onunla öyle uyum sağlamış öyle bütünleşmişti ki biz onun başka bir memleketten olmasını dahi garipsedik.
Şehirde yaşayıp şehri sevmediğini iddia edenler ya da devamlı böyle kendi kendine söylenenler onlar ne durumda? Bu bana Rabiatül Adaviyye'nin yanında devamlı dünyayı kötüleyen adamın hikayesini hatırlatıyor. Rabia validemiz dünyayı kötüleyen bu adama “o kadar çok dünyalık olmuş onu o kadar çok sevmişsin ki dünyayı ağzından bırakamıyorsun der.” Yani seven sevdiğini dilinden düşürmez. Tabi şunu da ifade edelim, şehir kendini kötüleyen, hakkında olumsuz konuşan bir nevi ardından dedi kodu edenlere iyi bir ders verecektir. Çünkü şehir kendisine düşman olanları bir şekilde (iyi ya da kötü) kendine mahkum ettiğine de bir çok kez şahit olduk.
Sözü fazla uzatmadan şehirde yaşıyorsanız siz bu şehrin bedenin ya da ruhunun bir parçası olduğunuzu kabul edin. Unutmadan siz şehre katkı sunmak için gayretiniz yok ise şehrin neyi olduğunuzu da sorgulamak gerek. Eğer böyle değilseniz sizi bu şehir zaten bir şekilde kendinden uzaklaştıracaktır.
Ahmet Salih ASLANTÜRK
asaliharslanturk@gmail.com