Abbas Turan


HÜSEYİN DANIŞMAN; SESİNE ŞİİR ASANLARDAN BİRİ


“O cihanda bu cihanda Ali’ye saydılar bizi” adlı yazı dizisini paylaşmak istemiştim. 
Olmadı.
Daha doğrusu edebiyat ve tarih açısından müthiş önem arz etse de, insanlığın güncel sorunları açısından dikkat dağınıklığına sebep olacağını düşündüğüm nedeniyle vazgeçtim.

Pir Sultan Abdal dedem dedikleriyle, düşü ve kimliği ile hepimizin değeri. Öpöz Türkçe

Saygıdeğer hocam Cemal Çevik’in “Pir Sultan Abdal” adlı son kitabının satır aralarında parıldayan kişiliğin fotoğrafını çekilebilse “bilge bir gönül erinden”, tartışılmaz “Türkmen kocasından” söz edildiğini rahatlıkla görebiliriz.

Niye dedim bunları?
“O cihanda, bu cihanda Ali’ye saydılar bizi” dizesini ünleyen O’dur. Pir Sultan Abdal. Sadullah Gülten’in “Türklerin Alisi” kitabını okuyunca çok daha “netleşiyor” “Ali’ye sayılmanın” sevgili mazeretleri.

Sitemli tütümü olmasına karşın, Türklerin Ali sevgisi sebebiyle “başımız gözümüz üstüne” diyesi geliyor insanın. Ali sevgisi “Ehliyet” sevgisinden kaynaklı da bir sevgi elbette. Yine de toplamda insan olmak genelliğini türküleyen bir şairi eskinin tartışmalarına malzeme yapmak istemem doğrusu.

Anlaşıldıysam geçiyorum.

İlk defa Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi’de görmüştüm gırtlağı delik insanları.

Ondan sonra dikkatimi çeker oldu boğazlarına tülbentimsi dengeleyici saranlar, ses artırıcı cihaz takmak zorunda kalanlar ve olduğu gibi idare etmeye çalışanlar.

Meğer ses tellerinde meydana gelen ve vücuda dağılması kaçınılmaz olan ses tellerini de kapsayan boğaz kanseri ile ilgiliymiş bu durum.

Aksaray’ın Saratlı Kasabası’ndan çok yakın tanıdığım Mehmet Ali Yaldır (Derman) ile pek derinden hissettiğimiz bu illet, günü geldi Yıldızeli’nin Deli Mustafa’sı ile yakıcı bir somutluk kazandı.

En nihayetinde, Sivas’ımızın Emlek Yöresi’nin kaydını tutmaya çalışan, değerli yazar, ince bir zekaya sahip, inceliği saygı ile birleştirmiş “edebiyatçı” ile susturucu boyutuyla karşımıza çıktı.

Hastalıkları metanetle karşılayan bir yanım var. Fakat “tevekkeli olmak” mı dersiniz bilmiyorum, Hüseyin Danışman abimin sessizliğe sesle karşılık verme kavgasını, direncini yüreğimde hissettim.

Beşersin, üzülüyorsun.
Halini tarifle teselli oluyor, yaza çize “kertik” oluşturuyorsun tutunmaya. 
Ellerinle, ayaklarınla.
Hatta “inlemeden” çığlığa tizleşen sesinle.

Beni şaşırtan “anılarıyla” tanımış ve bilmiştim Hüseyin Danışman’ı. Sonra sanata, sonra insana, sonra edebiyata, sonra türkülere, sonra şiire, sonra toprağa düşkünlüğünü tanımak nasip oldu.

Düşündüğünü, konuştuğunu, didinip durduğunu fark etmiştim. Tatlı dili ve “yücelten” yaklaşımı ile her defa farkını ortaya koyan Hüseyin Danışman aynı zamanda yazar çizermiş meğer.

Bu nasıl çile?
Zorda çiçek açan kökler misali, sınırda bir yoksulluğun teri ile yürek yıkayan emekçinin buz mavisi bir dünya özlemine omuz vermesi. 
Resmen şiirdi benim için.

Pek ünlü bir dergideki gündemi belirleyen manşetlerinin “saf” kahramanı, yaşadığı “kültürle” kişilik harmanladığı Emlek Yöresi’nin “yitiklerini” kaleme alan “ali gönüllü” bölüşken “arifi” ile Anadolu’nun yitiklerini ararken karşılaştım.

“Alkarısını”, söylencelerin “ayağı nallı, boğazı kıllı” kahramanını, geceleri düşümüze giren “mekir oğlanının” şeytanımdı sıçramalarını geleneksel aktarım kültürümüzün akarında bir yerlere, hatta tam gediğine yerleştirmeye çalışırken buldum O’nu.

Tarla ile sofra arasındaki emeğin üste başa dinmiş türkülü felsefesinin Nasrettin Hocası gibi bir görkem ile, koşulların “cinleştirdiği” günübirlikçilerden ayrı duruyordu. Çocukluğunu, inançların sözel gövdesini oluşturan heyecanlı fakat hep yenilgi, masumluk, haklılık, hüzün ve “mahşere” bırakılan metinlerden,söylencelerden yaralı bereli çıkarmış bir usta olarak algıladım O’nu. Yazdıkları, anlattıkları ve yaşadıklarından bir heykel yapmaya çalışılsa, bu günkü Hüseyin Danışman olarak yürür gider “rızalık şehrine”, peşinde dilinden düşürmediği ve Türkçeyi bağrına basmış yarenlik öykülerle.

Hüseyin Danışman niye önemli sorusunu birkaç kez kendime de sordum?  Cevabı uzun. Ancak şunu söylemek hepimiz adına can bulmuş temel kültürümüz için önemli; Hüseyin Danışman “yerelin” entellektüel emekçisi, yaşadığı yerden ışıtmaya çalışan “halk bilgesi”, bir yönüyle “saman altında yürüyen suyu” hak ettiği yere sevk etmeye çalışan, köylerde az rastlanan “prototiplerdendir”. Yani şiirin ve türkünün dışında eser üreten ilk örneklerdendir.

Kızılırmak Köy Dernekleri birlikteliğini kurduğumuz yılların hemen ertesi zamanlarda, yapmış olduğumuz öykü yarışmasında gelen eserler arasında birkaç tane öykü dikkatimi çekmiş, seçici kuruldaki tercih hakkımı bunlar için kullanmıştım. Belli ki diğer arkadaşlar da öyle yapmışlar ki, birincilik bu eserlerden birine layık görüldü. Yazarın bilgilerine baktık ki, bu kişi, dili, seçtiği öykülerin, zamanı, coğrafyası, kahramanları ve konusu bakımından özgünlük yaratmayı başarmış Hüseyin Danışman. Çok önemsemiştim bu sonucu. İyi de oldu elbette.

Öykülerin konusunu, yukarıda belirttiğim gibi, kendisine anlatılan masal. menkıbe ve soyları boyunca anlatılan yaşanmışlıklara ek olarak, gözlemleriyle aradan çekip aldığı ibretlik öyküler, yanlış anlamalar, “şathiye” derecesinde yaradana sitemler, beşeriyetin muhtaçlıkları, yersizlik, yoksulluk, çeşmebaşı sevdalanmaları, doğa ile eşgüdümlü yaşamak özenini de  ele alarak genişletmiştir.

O’nun öykülerinde bir “şamanın” “cezbeli hali”, istemeyerek satılmış bir koşum hayvanının çileli kurbanlığı, samanlığa kaçak girmiş bir eşeğin ürkütücülüğü, cenaze başında ağlayanların “beşeri” şaşar eden mizahi doğallıkları, setende yarma ol zorlanan zeron buğdayı, uzak illere bahçe bellemeye giden deve dişi gibi adamların hüzün bezeli ezilmişliği, civarın yürek/gönül nabzını tutan ozanların bektaşi meşrepli halleri, yanlış yere yumurtlayan tavuk/culuk, aklı yeğni biçareler, meczup halli ermişler, öncü zanaatkarlar, ekmeğin direngen anaları, attan düşenler, küfürbazlar, dili sürçen dedeler, cemler, saklılarda sevda yarasını öpenler, karda kışta kalanlar, gaz lambası ile ahır görenler ilahi bir düzende gibi dururlar. Üstelik herbiri görevlerini elinden geldiği kadar mizacına uygun biçimde yerine getirerek.

Bireysel ilişkilerdeki mülayimlik mayalı sadakati yetiştiği kültürel ortamın genel kabullerinde kaynaklı olan Hüseyin Danışman, iyiyi ve kötüyü de adalet tartısından geçiren bir emekçi. Şu hep söylediğim, “vicdan süzgecini” kişisel hayatında kullandığı gibi yazdıklarında da gözeten bir yazar. Siz onun öykülerinde çekirgeyi lüks odada kabadayılık yaparken göremezsiniz. Onun dünyasında taş duvar betonla veya kerpiçle kavga etmez. Bir eşek, ineklerle yayılırken de eşektir, danalar ile yayılırken de eşşektir. Hatta yük taşırken de halden anlayan, hissiyatı koşulları Haktan yana maniple eden bircanlıdır. Saman da görevini soyunu unutmadan yapar, ağaç da, toprak da.

Hüseyin Danışman, emekçiden yana düşünmekle birlikte insanı telaşa boğan karmaşayı reddeder. Doğal akışın heyecanlı güzelliğini bozan, ritmi tökezleten “beşeri müdahalelerin” açgözlüler tarafından yapılmasına itirazlıdır. Bunu da, o kendine özgü dili ile hiç çekinmeden söylemiştir hep.

Emlek Yöresi olarak bilinen, Sivas’ımızın özgün kültür yatağı olan yerde yetişmiş olan Hüseyin Danışman’ın da ses tellerinin alındığını öğrendim.

Hayat, şu kısacık gömütlükte hepimize akla hayale gelmeyecek sürprizler sunuyor. Hüseyin Danışman gibiler, sebebini bildikleri her bir cefayı göğüsleyebilecek olgunluktular. Rahmetlik Deli Mustafa’ya “bu derde üzülüyor musun” dediğimde, “verenini bildiğim için dert ettiğim yok canım hocam” diye bir cevap almıştım.  

Şimdi onu düşündüm.

Hüseyin Danışman, bilinme, tanınma ve taltif edilme beklentisini, yapıp eylediklerinin kendine kattığı ve katacağı anlamın önüne geçmesini önleyebilmiş Anadolu dervişlerindendir.

Biz de buna sebep sesine şiir asanlardan algılıyoruz O’nu. Bilip ve bildirenlerden yani.

Bilip de bildirenlerin demine hü.

Abbas Turan
Ankara

YAZARLAR