Metin Çağan


Hayatın Her Alanında Kin, Nefret, Öfke, Şiddet ve Düşmanlık ‘tan Kaçınalım


İnsan olarak yaratılışımız gereği bazen hüzünlenir, bazen neşeleniriz. Bazen sakin ve sessiz, bazen de kızgınlıkla hareket ederiz. Oysa bizlere düşen, olumsuz duyguların esiri olmamak, güzel hasletlerle hayatı anlamlı yaşamaktır.


Birey, yaşantısında karşılaştığı kimi durumlarda, kendini güvende hissetmediği anlarda, sevilmediğini, değer verilmediği düşüncesini taşıdığında, doğal ve toplumsal ortamlardan gelen uyarılarda, kimi mesajlar veya haberlerde, istemeyen bir olay ya da durumla karşılaştığında, engellendiğini ya da haksızlığa uğradığını düşündüğü zamanlarda kin, nefret, öfke, kızgınlık, şiddet, düşmanlık gibi duyguları yaşayabilmektedir. Bu duygulara yenilmek, toplumda şiddet, huzursuzluk ve kargaşaya neden olur.

Özellikle öfke ve stres anında ortaya çıkan İnsanın doğasında olan bu olumsuz duyguları kişinin yönetmesi gerekmektedir. Bireyler arasında var olması gereken sevgi ve saygı bağları zayıfladıkça, bu tür olumsuz tutum ve davranışlar hayatın her alanında yaygınlaşmaktadır.

‘Kin, nefret, öfke, kıskançlık, şiddet ve düşmanlık’ gibi duyguları kişi yönetebilirse bu duyguların pozitif enerjiye dönüşmesi de mümkündür.

Ancak günümüzde kimi evlerde ve bazı iş yerlerinde, trafikte, sokakta saldırı, dövme, hakaret, yaralama, kadına karşı şiddet ve kadın cinayetleri, çocuklara yönelik istismar haberleri, hayvanlara yönelik eziyet vakaları ve nefret suçları ile ilgili haberler gün geçtikçe çoğalmakta, her gün daha fazla artan şekilde kamuoyuna yansımaktadır.


Özellikle son yıllarda dünyada ve Türkiye kin, nefret, öfke, kızgınlık, şiddet ve düşmanlığa yönelik olayların büyük bir hızla artmakta olduğu gözlenmektedir.


Bu duygular insan hayatında hep var olan bir olgudur. Ancak bir insanın diğer bir insana ve diğer canlılara zarar vermesi her ne sebeple olursa olsun kabul edilemez bir gerçektir.

İçinde yaşadığımız toplum kültüründen, aldığımız eğitimin eksikliğinden ve kitle iletişim araçlarından da bu olumsuz duyguları öğreniyoruz maalesef. Kimi zaman kendimizi savunmak, kimi zaman hakkımızı aramak, kimi zaman da psikolojik sorunlar nedeniyle yanlış olduğunu bildiğimiz halde bu olumsuz tutum ve davranışında bulunabiliyoruz. Hak ararken haksızlık yaptığımızı fark etmiyoruz bile.

Bir anlık öfkeyle, kızgınlıkla akrabalık, dostluk ve kardeşlik bağları kopabiliyor, geriye kin, nefret ve husumet kalıyor. Aileler dağılıyor, ocaklar sönüyor, canlar yitiriliyor, umutlar yok oluyor. Velhasıl ilişkiler açısından bakıldığında, kin, nefret, öfke, kızgınlık ve şiddetin kontrolsüz bir şekilde ifade edilmesi, yakın ilişkileri olumsuz etkiliyor, aşırısı ise iletişim problemlerine, güven eksikliğine ve yakın ilişkilerde kopmalara neden olabiliyor. Oysa bu duyguların doğru bir şekilde kontrolü, sağlıklı iletişim becerileri geliştirmemizi ve daha sağlam ilişkiler kurmamıza yardımcı oluyor.


Bu duyguları anlamak, tanımak ve yönetmek kişinin hem zihinsel hem de fiziksel sağlığı için de oldukça önem taşıyor. Sağlıklı bir duygu yönetimi, daha olumlu bir hayat tarzı geliştirmeye, ilişkileri güçlendirmeye ve stresi en aza indirmeye yardımcı olabiliyor. Bu nedenle her birey kendini sorgulayıp iletişim kurmaya çalışıp kendini kontrol etmeyi öğrendiğinde olumsuz duyguları da en aza indirgeyebilecektir.


Öfkelenen, olumsuz duygular yaşayan bir insan neden bağırarak konuşur?

Başkalarını ezmek için bağıranlar olduğu gibi bağırdıklarında karşı tarafı ikna edebileceklerini düşünenler de vardır. Bağırmak öfkeyi dışarıya boşaltmanın, kendini rahatlatmanın, içindeki sıkıntı ve üzüntüyü söküp atmanın en kolay fakat en zararlı yoludur. Bağırarak konuşmak haklı olduğunun değil haksız olduğunun bilinç altı mücadelesidir.

*
Hintli bir düşünür öğrencileri ile gezinirken birbirlerine öfke içinde bağıran bir aile görmüş. Öğrencilerine dönüp "insanlar neden birbirlerine öfke ile bağırırlar?" diye sormuş.


Öğrencilerden biri "Çünkü sükûnetimizi kaybederiz." deyince düşünür "Ama öfkelendiğimiz insan yanı başımızdayken neden bağırırız? O kişiye söylemek istediklerimizi daha alçak bir ses tonu ile de aktarabilecekken niye bağırırız?" diye tekrar sormuş.

Öğrencilerden ses çıkmayınca anlatmaya başlamış:

"İki insan birbirine öfkelendiği zaman, kalpleri birbirinden uzaklaşır. Birbirlerinin kalplerine seslerini duyurabilmek için bağırmak zorunda kalırlar. Ne kadar çok öfkelenirlerse, arada açılan mesafeyi kapatabilmek için o kadar çok bağırmaları gerekir."

"Peki, iki insan birbirini sevdiğinde ne olur?

Birbirlerine bağırmak yerine sakince konuşurlar, çünkü kalpleri birbirine yakındır, arada mesafe yoktur” diye cevap verir. İşte birbirini gerçek anlamda seven iki insanın yakınlığı böyle bir şeydir."

Daha sonra Hintli düşünür öğrencilerine bakarak şöyle devam eder:

"Bu nedenle tartıştığınız zaman kalplerinizin arasına mesafe girmesine izin vermeyin. Aranıza mesafe koyacak kelimelerden uzak durun. Aksi takdirde mesafenin arttığı öyle bir gün gelir ki, geriye dönüp birbirinize yakınlaşacak yolu bulamayabilirsiniz.”

Kin, nefret, öfke, kıskançlık, şiddet ve düşmanlık gibi olumsuz duyguları yaşayan insanların olmadığı, olumsuz duyguların adının bile anılmadığı ideal bir toplum olmak dileğimle…

YAZARLAR