Metin Çağan


HAYATIN DEĞERİNİ BİLMEK


Sabah gözümüzü açıyoruz bir de bakıyoruz ki akşam olmuş. Hafta, ay, yıl ha geldi ha gelecek diyor ve planlamalar yapıyoruz. Birden çok kısa gelen bir süreçte beklediğimiz hafta, ay, yıl gelmiş de geçiyor bile. “Zaman çok ama çok hızlı geçiyor”, diye de kendi kendimize söyleniyoruz.

Hayatımızın her yerine iyice sinmiş acelecilik. Pek çoğumuz için zaman göz açıp kapayana kadar geçtiğinden hayatımız üstünde bir üstünlüğümüz yokmuş gibi hissedebiliyoruz. Her şeyi hatasız ve kusursuz yapma isteğimiz ve hiç bir şeyi yanlış yapma şansımız olmadığına olan inancımız davranışlarımızı oldukça etkiliyor ve bizlere sunulmuş bir armağan olan hayatı acımasızca harcıyor, çoğu zaman da yanlış şekilde değerlendiriyoruz.

Hayatımızın değerini ne kadar biliyoruz? Kim olduğumuzu,  niçin nefes aldığımızı, ne yapmak istediğimizi… gerçekten biliyor muyuz? Yaratılış gayesinden uzak, sorumsuzca bir hayat yaşayanlar, hem kendilerine hem de başkalarına zarar verirler.  Yaşadıkları hayatın değerini bilmeyen insanlar da değerlerini bilecekleri bir hayatın özlemini duyarlar hep. Oysa “o değer” yaşanan hayatın içinde gizlidir ve hayat bizim kendimize verdiğimiz değerden ibarettir. Bu yüzden yaşanılan her anın hesabı zaman zaman da olsa yapılmalı ve kişi kendisine sormalıdır, kendini sorgulamalıdır. Boşa geçirilen anları, yitirdiği değerleri, hayattan çaldıklarını ya da çaldırdıklarını birer kayıp olarak hanesine not düşmeli ve derin derin düşünmelidir öyle değil mi?

Mevlana ne kadar güzel söylemiş  “Kıymet bilmek, kaybedince arkasından ağlamak değil, yanındayken sımsıkı sarılmaktır.” diye. Ne yazık ki insan elindekilerin kıymetini bilmiyor. O yüzden de hızla kaybediyor ve sürekli geçmişte sahip olduklarının özlemini çekiyor Oysaki geçmişte sahip olduklarına takılmak yerine şu anda sahip olunanlara şükredildiğinde kişi kendini geleceğe, çok daha iyi durumda taşıyabilir.

“Mal sahibi, mülk sahibi, hani bunun ilk sahibi; mal da yalan, mülk de yalan, var biraz da sen oyalan!” Yûnus Emre bu anlamlı sözüyle   ömrümüzün kısalığını ve geçiciliğini unutmamayı, kendimizi daima muhasebe ederek hayatımızı kontrollü bir şekilde sürdürmemizin lüzumunu vurgulamıyor mu?

Peygamber Efendimiz de “Ben kim, dünya kim. Dünya ile benim misalim, bir ağacın altında gölgelenip sonra terk edip giden yolcunun misali gibidir." (Tirmizi, Zühd 44) buyurmakla, dünya hayatının geçiciliğini ve bir o kadar da kısalığını ifade ediyor. Zira insana verilen ömür, geri dönüşümü olmayan bir fırsattır.

İnsanın bu gerçeği bilmesine rağmen sürekli bir beklenti ve istek içinde olması sebebiyle hayatın vermek istediklerini anlaması da pek mümkün olmuyor. Çünkü beklenti ve istekler çoğu zaman sınır tanımıyor. Bazen kişiliğimize uygun olmayan yaşam biçimlerine özeniyor, kendimizi başkalarıyla kıyaslayarak değersiz bulduğumuz hayatımızı değiştirmek istiyor, kendi hayatımızdan çok başkalarının hayatı ile ilgileniyoruz.

Oysa Peygamberimiz (s.a.v.) şöyle buyuruyor: “Beş şey gelmeden önce beş şeyin kıymetini bil; ihtiyarlamadan önce gençliğinin, ölüm gelmeden önce hayatının, hasta olmadan önce sağlığının, meşguliyetten önce boş vaktinin, yoksulluğa düşmeden önce zenginliğinin kıymetini bil” (Buhârî, Rikak 3)

Geçmişi geri getirmek mümkün değil; bugün sahip olduklarımızın değerini bilmediğimiz takdirde yarın yine bugün sahip olduklarımız için üzüleceğiz. Bu da bir anlamda hayata değer vermemekten pek de farklı değil.

Anın farkında olup, yaratılış gayemize, yapmamız gerekenlere ve isteklerimize odaklanarak günü yakaladığımızda, arzu ettiğimiz geleceği inşa edebiliriz… O nedenle sahip olduklarımızı önemseme zamanı içinde bulunduğumuz andır.

*
Hayatın değerini çok güzel ifade eden bir kıssa ile noktayı koyalım.
*
Oğlunun "hayatımın değeri nedir?" sorusuna güzel bir örnekle cevap veren babanın hikâyesi... 
Bir gün çocuk babasına sorar ''Hayatın değeri nedir? diye.
Baba cevap vermek yerine,” Al bu taşı ve markete satmaya götür” der ve ekler “Eğer fiyatını soran olursa İki parmağını kaldır ve bir şey söyleme.”
Çocuk markete gider ve bir kadın sorar “Bu taş ne kadar onu bahçeme koymak isterim.” 
Çocuk bir şey söylemeden iki parmağını kaldırır. Kadın ''İki dolar mı? Alıyorum'' der.  Eve giden çocuk babasına “Bir kadın iki dolara almak istiyor' der. 
Babası bu sefer çocuğa bir müzeye götürmesine ister. Eğer almak isteyen olursa hiçbir şey söylemeden iki parmağını kaldırmasını söyler. Çocuk müzeye gider ve müze yetkilisi adam taşı almak istediğini söyler. Çocuk, bir şey söylemeden iki parmağını kaldırır. 
Adam, “200 dolar mı? Alıyorum” der. Çocuk şok olur ve eve koşar. Babasına müzedeki adamın taşı 200 dolara almak istediğini söyler. 
Baba, oğlundan son olarak bu taşı değerli taşlar satan dükkâna götürmesini ve dükkân sahibine göstermesini,  fiyat sorduğunda ise iki parmağını göstermesini ister. 
Çocuk değerli taşlar satan dükkâna girer taşı gösterir. Dükkân sahibi  “Bu taşı nereden buldun, bu dünyada ender görülen taşlardan, bunu almalıyım, ne kadar istiyorsun?” diye sorar. Çocuk iki parmağını kaldırır ve adam “200 bin dolara alayım ”der. Çocuk ne diyeceğini bilemez ve babasına koşar. “Baba bu taşı 200 bin dolara almak istiyor” der.
Baba bunun üzerine şunları söyler:
Oğlum şimdi hayatın değerini anladın mı? Nereden geldiğin, nerede doğduğun, teninin rengi, ne kadar zengin bir ailede doğduğun… önemli değil.  Önemli olan kendini nerede nasıl konumlandırdığındır. 
Çevrende oluşturduğun insanlar çok önemli! Tüm hayatını çevrende seni iki dolarlık taş olarak görenlerle de yaşayabilirsin. Fakat her insanın içinde değerli bir elmas vardır. Bu sebeple çevrendeki insanları iyi seçmelisin. İçindeki elması gören, değerini bilen insanlarla beraber olmayı tercih etmelisin. Ayrıca beraber olduğun insanların da değerini görmeli, başka insanların da kendi içlerindeki elması görebilmelerine yardımcı olmalısın. Çevrendeki insanları akıllıca seçmelisin. Çünkü hayatında fark yaratacak olan şey budur.

YAZARLAR