Eren Tunç


Hayata tekrar sarılmak başlamak


“Neyse... Sonunda kabul etti. Bir süre birlikte vakit geçirdik. Sinemaya, tiyatroya gittik. Kafelerde buluştuk. Korktuğu gibi olmadığını görünce, nişanlandık. Açık havada, tüm dostlarımızın katıldığı rüya gibi kır düğünü yapıp evlendik. Hayatımı düzene girmişti. Tüm dileğim kabul oluyordu. Geç de olsa, mutlu bir yuvam olmuştu.”

Derin bir iç geçirerek anlatmayı sürdürdü:

“Evliliğimizin yıldönümünde, Zeynep gebe kaldı. Mutluluğumuz daha da arttı. Ailemiz büyüyecekti. Baba olacaktım.” Gözleri doldu. “Ama... Ama bu mutluluk çok sürmedi. Eşimi ve doğmamış çocuğumu, gebelik zehirlenmesinden (preeklampsi) dolayı kaybettim.”

Başını kaldırdı. Yağmura gebe bulutların kapladığı gözlerini, tek tek dostlarının yüzlerinde dolaştırdı:

“Yaşadıklarım, ruhumda acı ve derin bir sarsıntı yaratmıştı. Sarsıntıyı atlatmak için, bir buçuk ay psikiyatri hastanesinde tedavi gördüm. İşte benim tüm hikâyem bu... Bu acıdan kurtulmak için kaçtım. Ama boşuna... Nereye gidersem gideyim, acım da benimle birlikte geldi. Yaşadığım yerden ve işimden ayrı kalırsam unuturum sanıyordum. Ama hiç de düşündüğüm gibi olmadı. Her şey bana eşimi hatırlatıyor.”

Halil Ağa, konuyu değiştirmek için söze karıştı:

“Yarın zeytinliğe gideceğiz. Sen de gel Ahmet Bey, değişiklik olur. Bizim yerleri de görmüş olursun. Kafan dağılır.” Saatine bakıp ayaklandı. “Eh, bize müsaade... Vakit epey ilerlemiş. Yarın sabah görüşürüz.”

 

**********Ahmet Bey, ertesi sabah uyandığında, ne kadar çok içtiğinin farkına şiddetli baş ağrısı hissetmesi, midesinin bulanmasıyla, anlamıştı. Saate bakıp, giyinip hemen kapının önüne çıktığında, evin önünde bekleyen ağaları gördü.

Ahmet Bey : ‘ Günaydın, sizi çok bekletmiş olmalıyım, kusura bakmayın, her zaman böyle içmem, kahvaltı yaptınız mı? ,ben yeni uyandım, kahvaltı yapmadım da

Halil Ağa : ‘ Önemli değil, bizde kahvaltı yapmadık, kapıyı kitle gel, Yusuf ağanın bize sürprizi varmış’

Traktörün arkası malzeme doluydu, şoförün bir yanına Halil Ağa diğer tarafına Ahmet Bey oturdu. Yolculuk başladığında Yusuf Ağa:’ Dün, gece için teşekkür ederiz çok zahmet ettiniz, rahat uyuyabildiniz mi?

 

Ahmet Bey :’Rica ederim zahmet ne demek benim için değişiklik oldu. Çok içmişim, yatağa uzanır uzanmaz sızmışım’

Sessizlik oldu yol bitene kadar kimse konuşmadı; kuş cıvıltıları, yaprak hışırtıları huzur veriyordu. İki yanı ağaçlarla kaplı yolun, bazı noktalarında ‘dikkat domuz çıkabilir’ tabelaları, restoran reklam tabelası vardı. Yeşilliğin ortasında giderken gözüme çarpan ilk şey ‘Kazıklı köyüne hoş geldiniz’ tabelası oldu. Köyün içinden geçtiğimizde, koyunları otlatmaya götüren çoban, tarlaya giden kadınlar, köyün erkekleri daha erken kalkmış; sağdıkları sütleri, toplayıcının gelip alması için bekliyorlardı. Yolculuğumuz 20 dakika boyunca  devam  ederken,

Yusuf Ağa : ’Ekmek almayı unuttum’

Deyip bakkalın önünde durunca Ahmet Bey yoldan geçen birini durdurdu, çok merak etmişti, buraya neden Kazıklı ismi verildiğini, tarihini sordu; burası eskiden, yerleşim yokken  Yörükler zamanında dağın yamacında kazıklar kullanarak kendilerine çadırlar yaparmış. Bundan dolayı mahallenin adı kazıklı olarak kalmış. Teşekkür edip, beklerken Yusuf Ağa, gelip traktöre bindi yollarına, bir süre daha devam ettiler, varmak  istedikleri  yere geldiklerinde Ahmet Bey büyülendi, ağzı açık kaldı. Burası deniz kenarında, doğal kalmış, denizin iki yanını saran dağın yamacında orman, insan eli değmemiş bakir koylardan bir   yerdi, arsanın içinde zeytin ağaçları, nar ağaçları, limon ağaçları ne ararsan vardı. Bağ, bahçe deyip yeri küçümseseler de, büyük araziydi…

Yusuf Ağa :‘Önce bir ağaç gölgesinde oturup kahvaltımızı edelim sonrada traktörün römorkundan malzemeleri indiririz. ‘

Halil Ağa: ‘Ahmet Bey siz oturun biz hallederiz, doğayı, çevreyi, denizi seyredin’

Bu arada içinde kahvaltılıkların bulunduğu sepeti, termosta bulunan sıcak çayı alıp, büyük bir ağacın altında, güneş gelmeyen gölge yere bağdaş kurup oturdular. Sepetten çıkarttıkları kahvaltılıkların bulunduğu kâseler açıldı, kâselerde: zeytin, koyun peyniri, çökelek, haşlanmış yumurta vardı yanlarında getirdikleri domates, salatalıkları da doğrayıp, ekmekler paylaşıldı, termostan bardaklara sıcak sıcak, demlenmiş çay bardaklara dolduruldu, çayın mis gibi  kokusu etrafa yayılmaya başlamıştı. Kahvaltılar edilip, çaylar içilirken

Halil ağa :’ Buralarda sadece yaşlılar kaldı; kimisi iş için büyük şehre, kimisi de okumak için üniversiteye gitti. Ahmet Bey isterseniz size Akbük ün tarihini; sonrada buranın tarihini

anlatayım, buralar çok eskidir:

‘Akbükte, insan yaşamının kökeni, antik çağlara dek uzanmaktaymış. Tarihçiler Akbük yöresindeki sosyal yaşamın M. Ö. 4.000 yıllarına dayandığı ifade ederler…

Akbük, isim olarak Türkçe de, surlu duvar ya da sur duvarı anlamına gelmektedir. Akbük, Türk-Yunan nüfus değişiminin tarihsel deyimi ile mübadelenin gerçekleştirildiği 30  Ocak 1923 tarihine kadar önemli bir Rum yerleşim bölgesiymiş. Yaklaşık olarak 100 hanede 400’e yakın Rum yaşamaktaymış. 1924 yılı ile 1936 yılları arasında ise Akbük, birkaç Yörük ailenin yaşadığı ıssız bir yöreymiş.

1936 yılında Van'dan yapılan "Mecburi İskân" uygulaması sonucunda yöreye 10 Kürt ailesi buraya yerleştirilmiş. 1945 yılında ise, komşu köy olan Kazıklı da yaşayan fakir ailelere Akbük’de 20 yıl vadeli "Toprak Dağıtımı" yapılmış. Didim ilçe merkezine 23 km, Aydın il merkezine 106 km uzaklıktadır. Didim'e göre daha tepelik ve yüksek olduğu gibi, orman alanı ve yeşilliği daha fazladır. Akbük koyu, doğal liman özelliğine sahip’.

Yusuf ağa :‘Siz kahvaltıya devam edin. Burayı da ben anlatmak istiyorum : ‘Burası Muğla’nın Milas ilçesine bağlı Gürçamlar Köyü adı daha önceki yıllarda İlminmiş çevresindeki çam ormanlarından dolayı Gürçamlar olarak değiştirilmiş. Muğla iline 109 km, Milas ilçesine

40 km uzaklıkta buranın bildiğimiz fazla tarihi yoktur etrafına bakınca hep ormanlık, zeytinlikler… Burada gördüğün deniz burasıda Taşlık plajı, sessizlik, sakinlik arayan buraya gelir.

Neyse kahvaltımızı edelim, çayımızı soğutmadan içelim.

YAZARLAR