1960’ tan önceki yılların yaz aylarında, çiftlikte yaşadığım ve kış aylarında da okuldan eve, evden okula gidip geldiğim için, Şehrin çarşısını pek fazla bilmezdim. Alışveriş söz konusu olduğunda sadece Hükümet Meydanından aşağıya doğru inen Atatürk Caddesindeki ve Dörtyolu da geçip Kepçeliye doğru giden ana cadde üzerindeki, dükkanlardan, ya da Nalbantlarbaşı’ndan, Dörtyola doğru inen ve Dörtyolu da geçip, Ulu Camiye doğru giden Mahkeme çarşısındaki dükkanlardan alacaklarımı alabildiğim için, çarşının daha fazlasını pek tanımazdım; Fakat okul zamanlarında, Şehrimizin muhtelif mahallelerindeki kiralık evlerde oturduğumuzdan dolayı ve bir de, Ortaokul ve Lise yıllarındaki sınıf arkadaşlarımın oturduğu mahalleleri merak edip, turist gibi inceleyerek gezdiğimden dolayı, Sivas’ın muhtelif mahallelerinden bazılarını, o mahallelerin sakinlerinden daha iyi bilirdim. Mesela, Güdük Minarenin kuzey-güney istikametindeki temel duvarlarının önce Mekke'ye doğru örülmüş; fakat sonra, Kudüs'e doğru yönlendirilip yükseltilmiş olduğunu, Güdük Minare mahallesinin yerlilerinden kaç kişinin bildiğini hep merak etmişimdir.
!960 yılında Yüksek tahsil için, Sivas’tan ayrıldığım zaman, bildiğim kadarıyla, Sivas’ta iki tane pastane vardı. Bunlardan biri, şimdiki aynalı pasajın yerindeki Apartmanın zemin katında, Hükümet Meydanı tarafına bakan ve tek camdan ibaret büyükçe bir penceresinden içerisi görülebilen, İstanbul pastanesiydi. O pastaneye bir vesileyle bir kere gitmiştim. Bir de Beslen Pastanesi vardı, ama sadece adını duymuştum ve o pastanenin nerede olduğunu bile bilmiyordum...
Yüksek tahsil yıllarında İstanbul'da bir iş bulduğum ve çalıştığım için, yaz aylarında Sivas’a gelemiyordum. Bir işim çıktığı zaman gelsem bile, bir iki gün içinde işimi bitirip, döndüğüm için, o yıllarda da çarşıyı pek fazla gezip tanıyamamıştım. Fakat gurbettekiler bilirler, insanlar gurbetteyken memleketinde olup bitenleri daha çok merak ediyorlar. Ben de İstanbul’daki Sivas Talebe Yurdunda kaldığım yıllarda, yaz aylarında Sivas’a giden ve güz aylarında İstanbul’a dönen arkadaşlarımdan, Sivas'ta yaşananlardan ve olup bitenlerden haber sorardım. O bakımdan gurbette bulunurdum ama adeta, Sivas’ta yaşamaya devam ederdim.
Yüksek tahsilden sonra Botanik Anabilim Dalında Asistanlık yıllarım başlamıştı. Doktora tezimle ilgili deneylerimin yüzünden, yıllık İzinlerimi bile İstanbul'da geçirmek zorunda kalıyordum. Doktoradan sonra akademik hayatım boyunca yıllık izinlerimi bazen Çiftlikte geçiriyor, şehre de pek az uğruyordum.
İstanbul'daki çınar ağaçlarını ve sedir ağaçlarını gördükçe, Sivas’ın çınardan ve sedir ağaçlarından mahrum olduğuna yanar dururdum. Bir bahar günü, Emirgan Korusunda geziniyorken, her zaman olduğu gibi, yine Sivas’ı düşünüyordum. Boğazın iki yakasında ve yamaçlarındaki erguvanlar açmıştı. İstanbul Boğazı, yine cennet devrini yaşıyordu. Erguvanlar Sivas’ın iklimine dayanamazdı ama leylaklar pek ala dayanır, hem de mis gibi kokardı. Biz de Sivas'ımızı leylak ağaçlarıyla donatabilirdik; ama birisinin Sivaslıları çevre konusunda uyarması lazımdı. O kişi neden ben olmayaydım? Hem de Botanikçi olarak...
İstanbul'daki Çınarlardan biriyle ilgili bir anekdot dinlediğim zaman kahrolmuştum: Boğaziçi’nde Büyükdere mevkiinde ulu bir çınar ağacı varmış. 1. Haçlı seferi sırasında Bizans'tan geçen Haçlı ordularının bir kısmı o çınarın gölgesinde dinlenmişlermiş. O çınar, yakın zamanlara kadar yaşıyormuş. Gövdesinde kocaman bir oyuk varmış. İstanbul Belediyesi, o çınarın gölgesini çay bahçesi olarak kullanılması için, kiraya veriyormuş. Kiralayanlar da çınarın gövdesindeki oyuğu çay ocağı olarak kullanıyorlarmış. Ve tahmin edeceğiniz gibi, gecenin birinde, iyice söndürülmeden terk edilen çay ocağından, sıçrayan bir kıvılcımla çınarın oyuk kısmındaki elyaf tutuşmuş ve kim bilir kaç bin yaşındaki çınar yanıp kül olmuş. İşte bizim o yıllardaki çevre bilincimiz de bundan ibaretmiş.
Evliya Çelebiye bakılırsa, Sivas eskiden ormanlık bir yermiş. Sivas'ta çınar yetişmezse de, Ardıç, Meşe, ıhlamur gibi uzun ömürlü ağaçlar pek âlâ yetişirdi, ama onlardan bile bir tane anıt ağaç kalmamıştı. Çünkü Sivas'taki ağaçlar biraz büyüyüp de göze görününce, Sivaslılar ona ya yakacak gözüyle bakar, ya da kereste gözüyle bakıp, keserlerdi. Tokat’taki Gazi Osman Paşa Üniversitesinde çalıştığım yıllarda, Tokat köylülerinin yıllar önce kesilmiş olan dağlardaki ardıçların, bu defa, köklerini söküp odun ettiklerini duymuştum. Tokat gibi Sivas’a göre iklimi çok daha ılıman olan bir yörenin köylüleri, şu anda bile ardıçların köklerini sökmeye devam ettiklerine göre, Sivasın köylüleri o vazifeyi çoktan yapmış olmalıydırlar ki, dağlarımız çırılçıplak kalmıştı.
Laf dönüp dolaşıp Sivas’ın iklimine gelince, yıllar önce dinlediğim bir Karadenizli Temel Fıkrasını hatırladım: Temel askerlik hizmetinin son 1 yılını Sivas'ta yapmış. Terhis olup da Trabzon'a dönünce ona: Sivas'ın çok soğuk olduğunu söylerler doğru mu ? Diye sormuşlar. Tenel de. Ben Sivas'ta 11 ay 29 gün kaldım. Yaz gelecek diyorlardı; ama, ben oradayken gelmemişti. Ayrıldıktan sonra geldiyse bilmem demiş. Laf soğuktan açılınca, aklıma bir fıkra daha geldi: Sivaslının biri vefat etmiş. Meğer zavallı adamcağız Cehennemlikmiş. Zebaniler bunu tutup cehenneme atmış ve kapıyı sürgülemişler. Cehenneme atılanların feryatları, kapının dışından da duyuluyormuş. Fakat Sivaslı’dan hiç bir ses çıkmayınca, Zebaniler merak etmiş kapıyı açıp içeriye bakmışlar. O anda Sivaslı Zebanilere seslenmiş: “Uşah şu gapıyı örtün hele. Ceyran yapıyor. Daha yeni gemüklerim ısınmıya başladıydı” demiş. Laf fıkradan açılmışken, analitik düşünme konusuna da bir : fıkra ile değinmeden geçemeyeceğim: Kadının biri hamamda çimiyormuş. Hamama bir kara haber gelmiş. Natır da bu kara haberi o kadına; “Gişin Merekümde donmuş” diyerek iletmiş. Kadın da “Vah köpek bu sıcahda donulurmuymuş” diyerek tepkisini göstermiş...
Biz yine asıl konumuza dönelim:
2005 yılında yaş haddinden emekli olmuştum. Cumhuriyet Üniversitesinin o zamanki Rektörü Mehmet Bakır Bey, Rahmetli eşimi Cumhuriyet Üniversitesindeki Güzel Sanatlar Fakültesine Dekan atamak üzere davet etmişti. Biz de o daveti değerlendirerek Sivas’a gelip yerleşmiştik. Bu vesileyle ben de, gurbet yıllarında Sivas için düşündüklerimi fiiliyata geçirme şansımı yakalamış oluyordum. İlk işim Sivası'mızı dipten köşeye gezip görmek olmuştu. Bu sırada Aliağa Camiinin avlusunda iki tane çınar ağacının varlığını görünce şaşırıp kalmıştım. Bu çınarları kimin diktiğini merak edip soruşturduğumda “Hacı Beslen Emmi”nin (Ahmet Turan Türkmenoğlu Beyin) diktirmiş olduğunu öğrenmiştim. Hacı Beslen Emmi Beslen Pastanesinin sahibiydi. Onun, son derece yenilikçi, Beyefendi bir hemşehrimiz olduğunu duymuştum. O nedenle, bu çınarları Hacı Beslen emmimizin diktiğine şaşırmamıştım, ama Sivas’ta çınar ağacının büyümüş olmasına çok şaşırmıştım. Çünkü Botanik bilgilerimize göre Sivasın iklimi çınarın büyümesine müsait değildi. Küresel ısınma söylentileri de o yıllarda yeni yeni gündeme geliyordu. Onu da hatıryınca, derhal, Sivas’taki Meteoroloji Müdürlüğüne gitmiş, Sivas’ın son 50 yıllık hava durumu raporlarını istemiştim. Söz konusu raporları inceleyince, 1971 yılından itibren Sivas’ta havaların ısınmaya başlamış olduğunu da görmüştüm.
Bir arkadaş toplantısında Sivas’ta çınarın yetişebildiğini görüp sevindiğimden bahsetmiş ve inşaatlarda çimentonun kullanılmaya başlanmasından sonra, milletin ardıç ağaçlarına artık kereste gözüyle bakmadığına ve yakacak olarak da fosil yakıtların kullanılmaya başlanmış olmasından dolayı, Sivas'ta ardıç ağaçlarına yakacak gözüyle de bakılmayacağını düşünerek, Sivas'a ardıç fidanlarının dikilmesi ve korunması halinde halinde , diktiğimiz fidanların 1000 yıl sonraki torunlarımıza anıt ağaç olarak miras bırakabileceğimizi söylemiştim.
Buna ilaveten, ardıç tohumlarının ardıç kuşlarının sindirim sisteminden geçtikten sonra çimlenmesiyle ilgili sorunların Botanikçiler tarafından çözülmüş olduğundan da bahsederek, ardıç kuşunun sindirim sisteminin taklit edildiği laboratuvar ortamında, milyonlarca ardıç tohumunun çimlendirildiğinden ve Isparta'nın Eğirdir ilçesindeki Orman Fidanlığında her yıl yüz binlerce ardıç fidanının üretildiğinden de bahsedince, arkadaşlar “Sivas Şehir Kültürünü Yayma ve Yaşatma Derneği”nde buna dair bir konferans vermemi önermişlerdi. Sivas’a yeni geldiğim için böyle bir derneğin varlığından bile haberim yoktu. Dernek hakkında bilgi edinmek istemiş ve Hacı Beslen Emmimizin oğlu Ahat Türkmenoğlu Beyin Dernek Başkanı olduğunu da öğrenince, Konferans vermeyi kabul etmiştim.
Ahat Beye, rahmetli Hacı Beslen Emmimizin o çınarları hangi yıl diktirdiğini sormuş, 1980’li yıllarda Kütahya'nın Tavşanlı ilçesinden getirip diktirdiğini de öğrenmiştim.
Konferansımı heyecanla dinleyen dernek üyelerinin, Anıt ağaç projesini benimsemelerine memnun olmuştum. Artık Konu Derneğin faaliyet programına dahil edilmişti. Dernek üyeleri hemen bir komisyon kurmuşlardı. Komisyona seçilen arkadaşlarımızla beraber il Tarım ve Orman Orman Müdürlüğünü ve Orman İşletme Müdürlüğünü ziyaret ederek, Anıt ağaç yetiştirme projemizden bahsetmiş ve Ardıç, meşe, ıhlamur, sedir ve çınar gibi , uzun ömürlü ağaç fidanlarını temin edip edemeyeceğimizi sormuştuk. Fidanların temin edilebileceğinden başka, Sivas ikliminin sedir ağaçları için pek müsait olmadığını, ardıcın da selvi formundaki leylandi melezinin dikilmesinin uygun olacağını öğrenmiştik.
Anıt ağaç olacak fidanları Şehrimizdeki Selçuklu medreselerinin ve Kongre müzesinin civarındaki münasip yerlere dikilmesi fikri rağbet görmüştü. Bunun için Şehirdeki Kültür Varlıkları ve Müzeler Müdürlüğünden izin alınmasının gerektiği de gündeme gelmişti. Gitmiş görüşmüştük. Bize, dikilecek fidanların bakımını, Belediyenin üstlenmesi gerektiğini söylemişlerdi. Bu arada Şehirdeki İlkokulların bahçelerine de Anıt ağaç fidanlarının dikilerek, çocuklarımıza ağaç sevgisinin aşılanması halinde, onların, o ağaçları gözleri gibi koruyacakları fikri de ortaya atılmıştı. Bunun üzerine, zamanın Mili Eğitim Müdürünü de ziyaret ederek, konuyu açmıştık. Müdür Bey de konuya sıcak bakmıştı. Bundan sonra Belediye Başkanımızla görüşmüştük. O yıllarda Cıbırlar Parkının ağaçları kesilmişti ve “Sivas Tarihi Kent Meydanı” pojesinin inşaatı devam ediyordu. Anıt Ağaç Projemizden, Belediye Başkanımıza bahsettikten sonra, kesilen kısa ömürlü akasya (Robinia pseudo acasia) ağaçlarının yerine uzun ömürlü ağaç fidanlarının dikilmesini önermiştik. Belediye başkanlarımız da, Şehrin tamamını uzun ömürlü ağaçlarla donatmayı düşündüğünü söylemişti. Ben de şehrin meydanlarına ve yeni açılan geniş bulvarların orta refüjlerine çınar fidanlarının dikilmesini, dar caddelerin kaldırımlarına da selvi biçimli ardıç çeşitlerinin dikilmesini önermiştim.
Yapılan yerel seçimlerde Sami Aydın Beyden sonra Doğan Ürgüp Bey Belediye Başkanı seçilince, yeni Başkanımıza da Anıt Ağaç Projemizden bahsetmiştik ve onun da bu konuya sıcak bakmasından mutlu olmuştuk.
Fakat Fidanların sulama çanaklarını çok küçük yapmışlardı. Oncağız su ile serçe bile sulanmazdı. O konuda da ilgilileri uyarmıştım. Ihlamur ağaçlarının budanması gerektiğinde, ağaç budamayı bilenlerin görevlendirilmesini ve usulüne göre budanmasını da tembih etmiştim. Aksi halde şehrin güzelleşmesi şöyle dursun, biçimsiz budanmış ağaç ucubeleriyle çirkinleştirilmesi bile mümkündü.
Neylersiniz ki kaderde gurbetçilik varmış. Rahmetli eşimi kaybettikten sonra Bursa’daki oğlumun gözetiminde “Kalamış Huzur Evi”ne yerleşmiş bulunuyorum. Sivas’ı ve Sivas için yapılması gerekenleri de kaldığım Huzurevinde düşünmeye ve yazmaya çalışıyorum.
Saygılar.
Not: Hemşehrimiz Hakkı Altuntaş Bey, facebook sayfasında, Hacı Beslen Emmimizi tanıtan bir yazı yazmış. Okumanızı öneririm.
https://www.facebook.com/photo/?fbid=888102861243676&set=a.774184532635510