Köyün doğusunda toprak evde doğdu. Güneşe karşı öten serçelerin sesini, evinin karşısında akan ırmağı, Çetinkaya'ya doğru akan kara trenleri izledi. Serpeneklerin altına gizlendi yağmur damlaları yanaklarını ıslattı...
İlkokulu köyünde okudu,kara önlük giyen yüreği ak çocuk,köyünün ırmağının gölünde yüzdü, Çatal tepesinde,kızakla kaydı, aşık oynadı, çelik çomak oynadı. Gümüş gecelerde kaleçor oynadı. Kuzu yaydı, at yaydı at bindi, dağda azığını arkadaşlarıyla böleşti.
İlkokulu bazen köyde,bazen Tarsus'ta okudu. Anadolu'nun toprak evlerinden çıktı, Tarsus'un teneke evleriyle tanıştı.
Tarsus'un caddelerini,bol ışıklı apartmanlarını,sinemalarını
tatlılarını,şalgamını anlatır dı.
Hızlı koşardı, futbol topuna sert vururdu..
İlkokulu bitirdiğimizde 20 çocuktuk, boylarımız kilolarımız aynıydı. Saçlarımız kör makasla kanatılarak alaca bulaca kırkılırdı koyun kırkar gibi. Evlerimiz, yataklarımız, yediklerimizde aynıydı. Zeytin,sucuk,kavurma lükstü. Marmelat da helvada hiç yoktu. Diz boyu yoksulluk içinde mutlu çocuklardık. Okumak için, çalışmak için gurbetle buluştuk. Yoksul köyün sevecen, çalışkan, mert, saygılı çocukları olarak, Zerk köyünün şubelerini açmak üzere. Dünyanın dört tarafına dağıldık Musa'da bunlardan biriydi.
Musa 13 yaşına geldiğinde tavanı akan toprak evde 8 kardeştiler. Anam,babam,kardeşlerim dedi gurbet yollarına düştü. Eyy hayat,eyy yoksulluk dedi içindeki gençlik fırtınası konuşuyordu. Bu alemde elbet bir umut kapısıda bana açılır, kaybedeceğim neyim var, olmayandan büyük. Ankara'ya taşındı
Mecburi göç, kendi içine göç,barınma ve yaşama göçü.
Çatal dağının eteğinde bir çiftçinin,işçinin çocuğu olarak yaşamını sürdürürken, sıralı dağları sıra sıra tren istasyonlarını sayarak kendisini Ankara'da elinde tabaklarla garsonluk yaparak buld, hayatın dikenli yollarına çocukken yürüdü. Çocuk yaşta gurbet dumanı çöktü üstüne. Sıcak bir çorba, azıcık aş için. Gözlerinde hüzün yüklü bulutlar yorgun. Yorgun ter akan bedeni umurunda değildi, yalnızdı bir tek sevdiği kızı almıştı rüyalarına.
Ankara dönüşü asker oldu, köyünde kaldı amcası İsmail'in traktörünü kullandı. Ebesi Bessey ile yaşadıkları, anıları tam bir kahkaha tufanı.
Musa yaşadığı yörenin hüzünleriyle, mizahlarıyla yoğruldu. Amcası Ahmet Almanya'ya gelmesi için
Davetiye gönderdi. Musa içinde büyütüyordu gitmelerini. İdealleri vardı,İdealleri için gidiyordu..
Bu ayrılık, köyünden uzun süre ayrı kalacak, aklında anılarıyla..
Sivas'tan tren gider
Uğuldayan rayların üstünde
Bir genç yolcu gider
Yar yoluna mendil sallayanı yok
Kaç parça gider içindeki yolcu
Kendisinden başka bilen yok
Giderken eksilir
Döneceği sefere umudunu taşır
Umudunu hayâline harman eder
Bekler durur, gelemeyecek yolcusunu
Sessiz, yapayalnız
Yorulur kompartımanda
Yine yollar yine gurbet, delik deşik uykularında geceleri işgal altında.
Köyünü seviyordu üzerindeki giysiler Zerk kokuyordu. Hasret türkülerinin söylendiği köyünden ayrıldı, gurbet türkülerinin söylendiği uzak gurbete göçtü . Gittiği toprakların rengi başka,tadı başka dili başkaydı.
Musa Almanya'da dilini bilmediği ülkede, kaçak olarak ne iş bulduysa çalıştı. İçindeki vatan aşkıyla buğulu hüzünler yaşadı.
Almanya'da misafir izini bitinci amcalarının çabalarıyla, sınırsız sınırdışı gidişlere niyetlendi. kaçak yollardan sınırı geçerek Hollanda'yla buluştu. Tekkeli komşuları kucak açtı, evini açtı. ağlamak istiyordu Hollanda yağmurlarında ıslanmak istiyordu. Bir lokantada kaçak olarak çalışıyordu polis ihbar aldı, Musa'yı arıyordu. Yakalanma korkusu kurşun gibiydi. Nefesini içinde tuttu,sessizliğe gömüldü çaresiz yapayalnız, saniyeleri saydı dakikaları saydı zaman zincire vurulmuştu adeta. Firardaki bir köle gibi bekledi. Temmuz sıcağında üşüdü,daha çok yüreği üşüdü
Kendi yalnızlığında yaşıyor, çok çalışıyordu. Çile yorgunu genç adam, yorulduğunu bilmiyordu bedeni değil gölgesi dinleniyordu.
Sınırsız, sınırdışı gidişlerde yaşıyordu. Zamanla
Ağardıkça saçlar daha vefalı daha sevecen oluyo du yüreğindeki insan duyguları yüreklere sığmıyor du sevgileride...
Baykuşlar viraneye konar dedi baba yurduna ev yaptı, aralanmış pencereden gün ışığı içeri vuruyordu. Duvara asılı gençlikten kalma bir çeket, antika bir beşik, orjinalı kaybolmuş maviye boyanmış Tarsus hatırası bir duvar aynası.
Yanmamış tandır,tütmeyen baca, dolaptaki radyo susmuş gurbet türküleri dinlenmiyor, gurbet kendileri olmuştu.
Amcası Ahmet'in ve yengesi Kibar'ın üzerinde çok emeği oldu Musa'nın. Gönlünde sakladığı güzel kız Berrin ile evlendi. Musa için Hollanda'dadaki yabancılık izleri silinmeye başlamıştı. Benzeyerek ayrılan benzeyerek farklılaşan keşmekeş hayatı düzene girmişti. Uzaklardaki hayatı düzene girmişti. Hiç durmadan çalıştı, en yüce değerdir çalışmak dedi.
Genç yaşta en verimli çağında hayata pencerelerini kapattı. Anılarını hayat defterinde topladı, aynaya baktı aynaların sırrı benden uzak dedi. Yürek çırpınışıyla geçen zamanda,feleğin kaleminde hayatı yaz boz oldu, kin tutmayan yüreğini Alman doktorları kevgire çevirdi. İnce bir dal gibi kırıldı hayatı,kırıldı genç çınar. Har yangınlarında kül yarası gibiydi içi.
Sen ki kabul görmüş yüce bir değerdin sevgili Musa.
Berrin'in ince gözyaşları hastahane koridorlarına döküldü. İncinen yerinden kırıldı hayatı.
Berrin; yok öyle erkenden çekip gitmek biz seninle anlaşmıştık, çocuklarımızı evlendirip, köyümüze yerleşecektik.
Kanat çırpan kalbi aldı bizden can dostum Musa'yı. Güvercinler yas deminde, türküler sedasız,ağıtlar hıçkırıkların ortasında.
Söğüt ağaçlarında sararan yapraklar gazel olduğunda gülüşlerini bıraktığı,rüzgara karşı koştuğu köyüne mobilyalı tabutla geldi.
Kendisi gurbette gönlü sıladaydı, şimdi kendiside sılada ruhuda.
Can dostum, Tarsus'ta simit satamayacaksın, Ankara'da garsonlukta etmeyeceksin,karton kutuların üzerindede yatamayacaksın. Babanın traktör borcunuda ödemeyeceksin, Almanya'dan sınırdışıda edilemeyeceksin, Hollanda polisi seni arayamayacak, felek tokadını sert vurdu gardaş...
KemaL SARIKARTAL
KENT ÖYKÜLERİ