Eminim bilmeyeniniz yoktur, mutlaka kulağınıza değmiştir, Zekai Tunca’nın o eşsiz eseri “Git Gidebilirsen”… Şarkının bestesinden, notalarından dem vurmayacağım, kimi zaman bu şehirde yaşayan hepimizin ve son zamanlarda benim de sıklıkla yaşadığım “gitmek ve kalmak” ikilemini paylaşmak istiyorum izninizle; “bu şehirden gitmek”…
“…..
Beni bu şehirden al götür anne
Badem ağaçlarını
Resimlerde görmek yetmez bana
Ben mehtaplı akşamların
Samanyolu çocuğuyum
Yüreğim sığmaz
Bu sefer tası apartmanlara
Gökyüzünü görmeden yaşayamam
Beni bu şehirden al götür anne”… (Cumali Balıkçıoğlu)
Biliyorum hangi penceresinden baktığınıza bağlıdır bu şehirden gitme isteği ve benim baktığım pencereler artık yarınlara açılmıyor bu şehirde…
Tüm bu kısır döngüden sıkıldım artık, üstüme üstüme gelmekte “sefer tası apartmanlar”, caddeler, sokaklar, insanlar… Nerdeyse son sekiz, on yıldır aynı rutini yaşamak beni boğmaya başladı…
Yine biliyorum ki; çekip gittiğim zaman hiçbir şey bu şehrin sınırları ardında kalmayacak, tıpkı şairin dediği gibi;
“yeni bir ülke bulamazsın,
başka bir deniz bulamazsın.
bu şehir arkandan gelecektir.
sen gene aynı sokaklarda dolaşacaksın.
aynı mahallede yaşlanacaksın;
aynı evlerde kır düşecek saçlarına.
dönüp dolaşıp bu şehre geleceksin sonunda.
başka bir sey umma-
ömrünü nasıl tükettiysen burada, bu köşecikte,
öyle tükettin demektir bütün yeryüzünde.” (Konstantin Kavafis)
Şimdi saymaya kalksam onlarca sebep, onlarca bahane bulabilirim terki diyar için ancak hiçbir bahane veya sebebin arkasına sığınmayacağım, tek söyleyeceğim şey, kendini adam zanneden üç beş zevatla ile aynı havayı solumaktan, aynı gökyüzünü paylaşmaktan yoruldum artık…
İnsan tüketen ve üzerine ölü toprağı serpilmiş gibi uyuyan bu şehir ne zaman uykusundan uyanır bilmem, ya nasip diyerek tatil amaçlı olsa da ufak ufak valizleri toplamaya başladık bakalım…
Bayram tatilini de eklersek yaklaşık bir ay kadar buralarda olmayacağım. Bu gidişin kalıcı olması için zamam zaman uğraştığımı, attığım taşın bir türlü hedefini vurmadığını da buradan beyan etmekte sakınca görmüyorum.
Temel mesele gitmek, neyse sözü uzatmayalım; bütün içtenliğinizle, samimiyetinizle, sizi Tanrı’ya bir adım daha yaklaştıracak niyetle kesilecek kurbanlarınız “Kurban” olsun… Etleri dondurucuya istif etmeden önce, sırtı açık, ayakları çıplak ve karnı aç çocukları düşünün. Kurbanınız “Kurban” olsun, bayramınınız “Bayram” olsun…
Son olarak aklıma geldi yazmadan geçmeyeyim; “Sokakları yoksullar, dilenciler, yılan oynatanlar, seyyar satıcılarla dolu Hindistan kentlerinde ‘Parya’ olarak adlandırılan kast sisteminin en altındaki milyonlarca insan Budist inanışın gereği olarak bir sonraki hayatlarında varlıklı ve zengin olarak dünyaya geleceklerine inanıp, bu yoksulluktan mutluluk çıkartıyorlar.”
Oda iş mi; bizde başkasının kaptığı makamlarla, zenginlikleriyle mutlu olanlar var, Ne mutlu onlara…
Tatil sonrası görüşmek üzere…
o_karahan@hotmail.com