Bir çocuğun ilk söylediği “anne” sözcüğüyle başlar Türkçe yolculuğumuz. O ilk kelime, aslında bütün bir milletin sesidir. Ana dilimiz Türkçe, bizi birbirimize bağlayan en güçlü bağdır.
Bir milletin dili, onun hafızasıdır. Hafızasını kaybeden bir millet, kimliğini de kaybeder. Bizim için o hafızanın adı Türkçedir. Binlerce yıllık yolculuğunda nice uygarlıkla karşılaşmış, Anadolu’nun bereketli topraklarında kök salmış, Orta Asya’dan taşıdığı izleri de saklamış bir dil… İşte bu yüzden Türkçe yalnızca bir iletişim aracı değil, aynı zamanda kültürümüzün taşıyıcısıdır.
Türkçe öyle zengin bir dildir ki, kelimelerin derin anlamları insanda hayranlık uyandırır. Şairler ve yazarlar, kelimeleri adeta dans ettirerek bu zenginliği bize göstermiştir. “Gönül” kelimesini düşünelim. Diğer dillerde tam karşılığı yoktur. Tek başına derinlik taşırken, “alçak” ile birleştiğinde bambaşka bir güzellik kazanır: alçakgönüllü. Sert bir sözcüğün zarif bir sözcükle yan yana gelince güzelleşmesi, Türkçenin mucizelerindendir.
Bu güzelliğin korunmasında tarih boyunca büyük isimlerin emeği vardır. Yunus Emre, dilimizin şiirle yoğrulmuş sesidir. Karamanoğlu Mehmet Bey’in fermanı ise Türkçeyi resmî dil olarak korumuş, gelecek kuşaklara taşımıştır.
Yunus’un dizeleri hâlâ yolumuzu aydınlatır:
*“Dört kitabın mâ’nisi,
Bellidir bir elifte,
Sen elifi bilmezsin,
Bu nice okumaktır.
Yunus Emre der hoca,
Gerekse bin var hacca,
Hepsinden iyice,
Bir gönüle girmektir.”*
Ne yazık ki bugün bu zenginliği gölgeleyen yanlışlar sıkça karşımıza çıkıyor. Özellikle gençlerin diline yerleşen:
• “Tabi ki de”
• “Boş yapma”
• “Aynen”
gibi ifadeler;
• “asgari” ile “askeri”nin karıştırılması,
• “nahif” yerine “naif” denilmesi…
Küçük gibi görünen bu hatalar, aslında dilimizin özünü zedeliyor.
Teknoloji hayatımıza hız kattı ama dilimizi daralttı. Sosyal medyada kısaltmalar, yabancı kelimeler, hatta emojilerle yapılan konuşmalar Türkçenin gücünü gölgeliyor. Birkaç saniye hızlı yazmak uğruna kelimelerimizi kaybediyoruz. Oysa eksilen her kelime, kültürümüzden eksilen bir parçadır.
Dilimize sahip çıkmak yalnızca dilbilgisi kurallarını bilmek değildir. Onu özenle kullanmak, yanlışlara karşı duyarlı olmak ve gelecek kuşaklara doğru aktarmak demektir. Bu sorumluluk ailede başlar, okulda devam eder ama en çok bireysel farkındalıkla güçlenir.
Türkçeyi yaşatmanın yolu okumaktan geçer. Kitap okuyan insan kelimeleri daha doğru seçer, dilini bilinçle kullanır. Şairlerin dizeleri, yazarların satırları bize yalnızca duyguları yansıtmaz; dilin inceliğini de öğretir. Medya, eğitim kurumları ve kültür politikaları da bu sorumluluğun önemli parçalarıdır. Bebeklerimize isim verirken anlamlı, köklü ve Türkçe isimleri tercih etmek; dilimize duyduğumuz saygının ve geleceğe bırakacağımız mirasın en güzel göstergelerinden biridir. Mağaza, pastane, fırın gibi yerlerin isimlerini de aynı özenle seçmek gerekir.
Unutmayalım: Dilini korumayan bir millet, kültürünü de kaybeder. Türkçe bizim en büyük hazinemizdir. Onu hoyratça kullanmak yerine özünü koruyarak zenginleştirmeliyiz.
Çünkü geleceğe açılan kapımızın anahtarı dilimizdir.