Devletin halk ile olan ilişkisi; tarihsel geleneğimizin de bir sonucu olarak, bugün yaşadığımız çoğu sorunun da kaynağıdır. İzlerini bugün bile gördüğümüz bu gelenek, otoriter, keyfi, kural tanımazdır. Kuralı aba altında sopa göstermek amacıyla kullanır. Vatandaşını, tebaa sayar ve canı üzerinde mutlak bir hakka sahip olduğuna inanır. Korkutma ve sindirmeyi kendisinin varlık nedeni olarak görür. Halkın haklarını değil, yükümlülüklerini öne çıkarır.
Halka hizmeti bir görev değil, bir lütuf kabul eden yasakçı ve otoriter devlet anlayışı, bu günde egemenliğini sürdürmektedir.
Bugün, gerek ulusal devlet kurulurken, çoğulculuk yerine tekleştirmeyi, benzeştirmeyi temel alan anlayış, yanlış politikaların, gerekse modernleşme sürecinin doğal bir sonucu olarak, Anadolu’ da var olan farklı kimlikler arasında yeni bir ayrışma ortamı doğmaktadır. Artık Müslüman olmak bu toplulukları bir arada tutmaya yetmemektedir. Taraflar Müslüman olmanın ötesinde var olan kimliklerine sarılmaktadırlar. Kürtler, Müslüman ortak kimlik dışında, etnik ve kültürel özelliklerine yönelerek, kendilerini yeniden tanımlıyorlar. Aleviler genel olarak Müslüman kimliği altında kalmaya özen gösterirken, Sünni gelenekle aralarındaki mesafeye dikkat çekiyorlar.
“Sınıfsız ve imtiyazsız” bir toplum yaratmak iddiasıyla, sosyal sınıflar; laik bir toplum yaratmak iddiasıyla din ve kültür farklılıkları: tek bir etnik kökenden geldiğimiz iddiasıyla farklı soy kümeleri yok sayıldı. Toplumda tabular ve yasak alanlar ilan edildi. Bunlara karşı gelenler cezai yaptırıma uğradı. Sonunda devlet öyle bir yapıya geldi ki, Türklüğü ve Sünniliği vatandaş olmakla eş sayan bir anlayışın üzerine oturdu. Tüm laiklik iddialarına rağmen, Diyanet İşleri Başkanlığı eliyle, Sünni Hanefi mezhebi resmi olarak örgütlendi. Okullara zorunlu din dersleri sokuldu. Bütün bunlara karşın, türdeş bir toplum ve tek tip birey yaratma arzusu tutmadı. Ülkenin siyasal birliğini, farklılıkları yok sayarak, tek bir etnik kültürel kimliği dayatarak sağlamak çabası başarılı olamadı. Bugün devletin, toplumu bir arada tutacak bir üst kimlik sağlama yeteneği azalmış; devlet ve toplum, sürekli bir kimlik bunalımıyla boğuşur hale gelmiştir. Türk Kürt, Alevi Sünni, Laik anti laik ekseninde oluşan kimlik bunalımı, toplumsal bağları zayıflatmış, çözülme ve ayrışma eğilimlerini açığa çıkarmıştır. Sonuçta, devlet ile din, etnik ve kültür kümeleri arasında onarılması giderek zorlaşan bir güven bunalımını ortaya çıkmıştır.
Ülkemizde yaşayan her yurttaşın, bu güven bunalımını aşmayı, toplumu devletle, dinsel, etnik ve kültür kümelerini birbirleriyle, hukuksal eşitlik, demokrasi ve barış temelinde buluşturmayı, Türkiye’yi güven, istikrar ve huzur içinde yaşanır bir ülke yapmayı birincil görev olarak görmelidirler.
Türkler arasında laik/şeriatçı ekseninde yaşanan ayrışma da, Türk kimliğini birinci kimlik olarak benimseyip benimsememe konusunda süren bir çatışmanın ifadesi olarak ortaya çıkıyor.
2/2
Bu sürecin bir sonucu olarak, İslam dini, artık toplumda bağlayıcı bir üst kimlik olma özelliğini yitiriyor ve Müslümanlık dışında başka bir üst kimliği benimsemek istemeyen bir kesimin siyasal kimliği haline geliyor.
Sürecin böyle devam etmesinin sonuçlarından biri “ etnikleşme “ diğeri ise ona bağlı olarak yaşanan “homojenleşmedir.” Tüm bu yapılanmalar göz önüne alınarak, Türkiye için yeni bir toplumsal proje oluşmaz ve Türkiyelilik temelinde, gönüllü buluşma yaratılmazsa, etnik ve kültürel kimlikler giderek öne çıkabilir. Buna paralel olarak da ayrışma giderek hızlanır. Ayrışmanın tehlikeli sonucu, her kimliğin kendisini siyasal olarak örgütlemesi ile birlikte zıtlaşmanın ve siyasal şiddetin artması olur.
Oysa bir arada ve birlikte yaşamayı esas almak, farklı etnik kültür kümelerinin, kendi özelliklerini korudukları, özgürce geliştirebildikleri siyasal seçeneklerini rahatlıkla yapabildikleri bir ortamın oluşması gerekir. Farklılıklarımızı sorun değil, zenginlik kaynağımız olarak değerlendirmeliyiz. Ereğimiz etnik kültürel farklılıkları, birey hak ve özgürlükleri çerçevesinde hukuksal güvenceye kavuşturmak olmalıdır. Bizler, resmi kimliğimizin, bağlı olduğumuz devletin vatandaşlığı ile belirlendiği ilkesini yaşama geçirme sevdasındayız. Bu kimlik hepimiz için ortak ve vazgeçilmez niteliktir, tektir, tekildir.