Düğürcek aşı da denir “düğ çorbasına”. Bir zamanlar bol olmasına rağmen pek değerliydi. Sokarıcından malzeme esirgenmemiş “düğ çorbası” bir de sıcak olur ise sabahın güler yüzlü renklerinden birileşirdi. Soğanlı, toz biberli, salçalı, sebzeli sokarıç.
Çorbada gezinen düğ taneciklerinin meydana geliş öyküsü bile onların ne kadar çok emek harcanarak oluştuğuna işarettir.
Bir defa bulgurluk buğday olacak. Haşlanınca dökümü bol, özü özleşebilen türden yani. Taneyi sarmalayan kabuk az işlem ve az zahmet ile, toz firesi vermeyecek biçimde, yani kırılmadan kavlamalı. Gerisi işlemlerin teknolojik araç-gereçlerine bağlı.
Soğanlı, salçalı ve tereyağlı sokarıçtan yana “kısnık” (cimri) olmayanlar turnayı gözünden vurabilirler. Tane ve su oranı tecrübe ehline bırakılırsa tabi.
Şimdilerde tane olsun istenmiyor çorbalarda. Bunu da taneler sürüsünün “bilendır” ile un ufak edilişine olan “aşırı rağbetten” anlamak mümkün.
Hiç kimse demiyor ki tane hissedişi artırır, tane çiğnemenin temel uyaranıdır, tane yeme işimize beyini farkında kılar. Yapılan işin farkındalığı toplam hayatın farkındalığının parçasıdır.
Düğ çorbası Yozgat’ımızınmış.
Olsun tabi de, bir Sivas’lı olarak namını bölüşelim isterim düğ çorbasının. Niye diyenlere demiş olayım, biz onunla doyduk zor zamanlarda. Namından payımıza düşmesinden daha doğal ne olabilir?
Yemekler sosyolojik tespitlerde veri olarak değerlendirilir. Ekonomik nitelikli veriler olduğu kadar kültürel “bellilikler” de içerirler. Her ne kadar yöreden yöreye, hatta aileden aileye değişse de yemeklere katılan “et, sebze, tatlı” vb. oranı ve çeşitliliği hemen hemen her yerde “varsıl-yoksul” nitelemesinde hesaba katılan bir veridir.
Düğ çorbası, “hububat” dediğimiz tahılların göze görkemlisi buğdayın mamülü. Bulgurun ince halinin haşlanıp, suyu ile birlikte sokarıçla süslenmesinden ibaret.
Fakir sofralarının aşı. Sıcağı makbul olmasına karşın, soğuk da yenir. Soğuyunca yoğurtla özeyerek yediğimiz çok olmuştur.
Konuşmuş muyduk, okumuş muydum şimdi hatırlamıyorum; Muzaffer İzgü demişti ki, “anam bize üç türlü çorba pişirirdi; etli bulgur çorbası, sütlü bulgur çorbası, otlu bulgur çorbası”. Bunu düğ çorbası için de söylemek mümkün. Katık edebileceğiniz birkaç şey vardır.
Yiyeceklerin, özellikle çorbaların toplumun nazarında belli bir yeri vardır. Milli Mücadele yıllarında “sabrı ve umudu” tadında gezdiren “hoşaf” veya “peksimet” gibi. Her yörede “kıtlığın” savuşturulmasında “kahramanlaşmış” çorbalar vardır. Bizim oralarda, “herle”, “düğ çorbası”, “boranı”, “katıklaş”, “kesme çorbası”, çocukları, tırpancıları, ırgatları ve misafirleri doyurmakta el almış çorbalardır.
Geçenlerde, bizim civarın dedelerinden Celal Güler işe hasbihal ederken muhabbete “düğ çorbası” konusu girdi. Yıldızeli’nin Hüyük (Üyük) köyünde bir “hemşerimiz” eşi ile yurt dışımdaki yakın akrabalarına misafirliğe gitmişler. Laf lafı açınca, sıla özlemi koyulaşmış. Ordan burdan söz ederken, misafirliğe gelen abimizin eşi, ev sahibine “ula gardaş köye gidince ben sana şöyle bol sokarıçlı bir düğ çorbası yapayım da ye” demiş. Demiş demesine de, cevap bir roman: “aman kalsın biz ondan kaçıp geldik bu yaban illere!”
Neymiş efendim; mideyi falan yumuşatsa da ne anlama geldiği belli. Bizim çorba. Ustam Hasan Hüseyin Korkmazgil’in nitelemesiyle diyeyim “iki taşla un eden” kıracın çorbası. Duruma göre, et,ot, süt içerebilen çetin koşulların yumuşatıcısı.
Konu bulgurdan. düğden açıldı ya, Celal dede devam ediyor:
“Birlik evi derdik, herkesin bir arada durduğu evlere. Sofraya birlikte oturulur, sofra duası birlikte edilir, bir kaba herkes kaşık sallardı. Öyle zamanların birinde yine sofradayız, büyük amcam Abbas amcama döndü, yüzünden hiç bir yere girmemiş öfkeli ciddiyetle, kuş lastiği var mı dedi. Sofradaki herkes şaşırdı. Abbas amcam, hayırdır ne yapacaksın der demez, şu çorbada bir tane vurup karnımı doyuracağım dedi.”
Yani çorba duru.
Dene (tane) yok.
Belki de çorbanın içinde in cin top oynuyor.
Şimdi çorba “aparatif” oldu.
Çocukların dünyasında ölmüş de ağlayanı yok.
Burdan, yani çorbadan bir yere varmayacağım.
Size geldim.
Bazı çorbalar çorba değildir.
İşkembedir.
Kelle paçadır.
Ezo gelindir.
Tarhana çorbasıdır.
Düğ çorbasıdır.
Gerçeğe hü.
Allah eyvallah.
Abbas Turan
Ankara. 15 Ekim2025


