Eren Tunç


DÖNÜŞ


Sabahleyin, kahvaltı yapmadan evden çıkıp, kapıyı kilitleyip, dışarı çıktığında, valizlerini kapıda bekleyen taksinin bagajına şoför, koydu. Esenler otogarına dediler. İstanbul’da  gideceği saat yollar açıktı, trafiğe takılmadan erkenden varılmıştı. Peronda otobüs saatine kadar bankta oturup, bekleyerek, vakit geçirdiler.

Ahmet Bey, İstanbul'a geleli 15 gün olmuştu. İlk kez otobüsle seyahat ederek geldiği, İstanbul da ilk ayak bastığı Esenler otogarı, ilk kez otobüsle ayrıldığı yer olacaktı. Otobüsün, saati gelmiş, perona yanaşmış, muavin diğer yolcuların valizini bagaja koyuyordu. Valizlerini muavine teslim edip, biletlerde yazan koltuk numaralarına oturdular. Bir süre sonra otobüs hareket etmiş 12 saatlik sürecek yolculuk başlamıştı. Köprüye geldiklerinde, İstanbul çıkışına kadar trafik vardı. Ahmet Bey, kardeşiyle, muhabbet ediyor, çevreyi seyrediyorlardı. Yolculuktan 3 saat geçmiş mola verilecek yere yaklaşılmıştı; muavinin anons sesi duyuldu:’ sayın yolcularımız aracımız 30 dakika ihtiyaç molası verecektir, lütfen aracımızda değerli eşyalarını bırakmayınız’. Otobüs 30 dakikalık ihtiyaç molası verildi. Sabahleyin kahvaltı yapmamışlardı. Ahmet Bey 2 çay,1 peynirli,1 sade gözleme alıp, kahvaltı ettiler. Mola süresi dolduğundu tüm yolcular otobüse binmişti. Mola vereli az zaman geçmişti ki tekrar muavinin sesi duyuldu :’Sayın yolcularımız ikram servisimiz başlayacaktır, lütfen koltuklarınızı dik duruma getirin’ Ahmet Bey, çay ve dilim kek almıştı, kardeşi Buse meyve suyu, tuzlu kraker istedi. İkram edilenler bitirilmişti. Hava kararmaya başlamış, çevresini seyredilemiyordu, Ahmet Bey, kardeşi gibi kendisi de uyumaya çalıştı. Sabah olup, gözlerini açtığında varmışlardı Otogardan taksiye binip. Akbük’ e geldiklerinde Ahmet Beyi gören Yusuf Ağa ve Halil Ağa çok sevinmişlerdi. Hal hatırını, sağlık sıhhatini sordular. Ahmet Bey, yanındaki kız kardeşini tanıttı. Ahmet Bey, yoldan yeni geldiğini, sonra görüşmek üzere deyip, evin bahçesinden evin içine girdiler. Valizleri odaya koyup, evin havalanması için camları açtılar. Ahmet Bey, kardeşi Buseye, evin içini gezdirdi, Buse evi çok beğenmişti. Özellikle arkası

orman, ön tarafı deniz manzaralı, bahçeli oluşuydu. Otobüste rahat uyuyamamışlardı. Kardeşine, yatacağı odayı gösterdi. Ahmet Beyde kendi odasına geçti. Aralıksız, derin bir  uyku çekti. Uyandıklarında öğlen olmuştu. Yoldan, yeni geldikleri için kardeşinin yemek yapmasına izin vermedi. Evden çıkıp, sahilde, güzel bir restorana götürdü. Denize yakın bir masaya oturdular. Buse, dağların heybetine, yeşilin tonlarını, denizin dalgasını seyretmeye, dalmıştı, Masaya garson yaklaştı:

Garson : ‘ Hoş geldiniz Efendim ne arzu ettiniz?

Ahmet Bey :’ Ben tavuk şiş, içecek olarak ayran alayım’ Buse :’ Bende acılı adana, içecek olarak ayran alayım’

Ahmet Bey :’ Eee nasıl buldun burayı söylediğim kadar var mıymış?’

Buse : ‘ Söylediğin gibi yeşilliği bol, denizi cam gibi suyun dibi gözüküyor’ Ahmet Bey :’ Yarın, seni buranın her yerini gezdiririm’

Yemek siparişleri gelmişti. Yemeklerini yerken, gün batımını da seyrediyorlardı. Yemek esnasında, yanlarına kedi geldi, gözlerini dikmiş, kendisine et parçası verilmesini bekliyordu. Buse, kedinin bakışlarına dayanamayıp, bir parça et verip; kedinin iştahla yemesini seyrettiler. Yemek bitmiş, yavaş adımlarla eve gelirlerken, uzakta mum gibi görünen, evlerin ışıkları akşamın karanlığında denize yansıyıp ayrı bir güzellik katıyordu. Eve vardıklarında odalarına çekilip yattılar.

Akbük’ ün temiz havasına alışık olmayan Buse erken kalkmıştı. Bahçedeki masayı silip, kahvaltı hazırlamaya başlamıştı. Buzdolabından kahvaltılıkları çıkartıp, tepsiye  koyarken,  çayı demliyordu. Ahmet Bey, uyanmış kardeşine günaydın deyip bahçesinden domates, salatalık, biber getirmiş, tezgâhın üstüne koydu. Bahçeden getirilenler doğranmış sofraya konulup kahvaltı için masaya oturuldu.

Ahmet Bey :‘Bu gün seninle çevreyi gezeriz, denize girmek istersen, girebilirsin’ Buse :’Denize daha sonra girerim, sadece çevreyi gezelim.’

Ahmet Bey :‘ Sen nasıl istersen, daha sonraki günler tekneyle balığa da açılırız. Oh be şu açık havada, yeşilliğin içinde, sabah çayını içmek ne zevkli’

Buse : ‘Abi, sen artık buralı olmuşsun. Kolay kolay İstanbul’a gelmezsin, keşke yengemde yaşasaydı da bu güzelliği görseydi’

Ahmet Bey, bu sözlerden sonra neşesini kaybetti, morali bozuldu: fazla bir şey yemeden sofradan kalkıp: yediysen sofrayı kaldıralım…

Sofrayı kaldırdıktan, sonra evden çıktılar. Limana doğru yürüyüşe geçtiler, kahvehanenin önünden geçerken kahvehanenin bahçesinde oturan Yusuf Ağa ve Halil Ağaya selam  verdikten sonra, ilk gittikleri yer soğuk su oldu. Bankta oturup soğuk sudaki küçük balıkları seyrettiler, Busenin, dikkatini rüzgâr tribünleri çekti. Daha önce hiç görmemişti. Bugün, güneşin fazla yakıcı sıcaklığı yoktu, rüzgârın esintisi tenlerinde hissediyorlardı, havada rüzgârın getirdiği, denizin yosun kokusunu ciğerlerine çektiler. İlk konuşan

Ahmet Bey : ‘Burası soğuk su, sana bahsetmiştim, kaynağı dağlardan geliyormuş, cilt hastalıklarına iyi geldiği söyleniyor. Bir kez ayaklarımı soktum, su buz gibi soğuk…

Buse: ‘ Abi içim hiç rahat değil, sabah kahvaltıda seni üzdüysem, özür dilerim.’

Ahmet Bey :’ Bunda özür dilenecek bir şey yok, bazen bende keşke yaşasaydı da birlikte buraları gezip görseydik, diyorum ama maalesef olmadı. Neyse konuyu değiştirelim’

Banktan kalktılar, yürümeye başladılar. Ahmet Bey yolun sağındaki tarihi kiliseyi gösterip ilerlediler. Yaşlılar, açılıp kapanan deniz sandalyesini getirmiş, denizin kenarında kitabını, gazetesini okuyor kimisi termosta çayını, kahvesini koymuş yudumluyor, gençler, çocuklar bisikletini sürüp, yürüyüş yapıyor. Bir süre sessizlikten sonra bu kez sessizliği bozan Buse  oldu

Buse : ‘ Buranın sahili ne kadar uzun ve geniş, karşı taraflara kadar kumsalı var’.

Ahmet Bey :’ Seninle her yeri gezeriz. Yarın tekneyle balığa çıkarız, ertesi gün  Didim  merkeze gideriz, oraları da görürsün.’

Yürüyerek, deniz kenarındaki ayaklarını dinlendirmek için belediyenin yeni açmış olduğu Barış kafe isimli çay bahçesinde oturdular. Buse kendisine sade kahve, Ahmet Bey de çay söylemişti, siparişlerini beklerken dalgaları seyretmeye, geçen gemileri dalmışlardı, Ahmet Bey bu mekânı çok sevmişti. Burası kumsalın yanında denizden çık, çayını al iç, acıktıysan otur yemeğini ye, tekrar denize git. Dalgınlığı, garsonun sesi bozdu, siparişleri getirmişti.  Buse kahvesinden yudum alırken, Ahmet Bey ocakta yeni demlenmiş, bardaktaki çayın biraz soğumasını bekledi. Bu dinlenme kendilerine çok iyi gelmişti, içecekleri bitirdikten sonra yürüyüşlerine devam edip, Saplı adaya kadar geldiler. Ahmet Bey, geçen ay Yusuf Ağa, Halil Ağayla Saplı adaya geldiklerinde Ahmet Bey telefonunu tamirciden alacağı saat  yaklaştığından fazla vakitleri yoktu, Saplı adaya çıkamamıştı. Ahmet Bey, kardeşi Buseyle çoraplarını, spor ayakkabılarını çıkarıp, çorapları da ayakkabı içine koyup, eline alarak adaya doğru yürüdüler. Su ayak bilekleriyle diz kapağı arasına kadar geliyordu. Adaya çıktıklarında uzaktan fark edemediği keçileri gördü, otlanıyorlardı. Ahmet Bey, kardeşine bahsettiği Saplı adanın burası, sit alanı olduğunu söyledi. Normalde hep karadan denizi seyrederlerdi, bu kez denizden karayı seyretme şansları oldu. Beyaz renkli evler basamaklar halinde dizilmişti, yukarı doğru. Geldikleri yoldan geri gidip, evlerine döndüler, bahçede açık havada oturdular, dinlendiler. Ahmet Bey bahçede oturmaya devam ederken, kardeşi Buse akşam yemeğini, yapmak için bahçeden birkaç tane domates, biber koparıp, mutfağa gitti. Ahmet Bey  de telefon görüşmesi yapmak için telefonunu çıkarıp, evi kiraladığı emlakçı Harun Beyi aradı,   evi satın almak istediğini, mal sahibiyle görüşmesini, söyledi. Eve girip televizyonu açıp, akşam haberlerine bakmış. Yemekler hazır olduğunda, sofraya oturup yemeğe başlamışlardı. Sohbet, muhabbet devam ederken

Ahmet Bey,’ Bugün emlakçı Harun Beyi arayıp, kendisinin mal sahibiyle görüşmesini, evi satın alacağımı söyledim’.

Buse:’ Abisine ‘sen buraya alıştın, İstanbul’da daha yapamazsın.’

Ahmet Bey:’ Evet, buraya çok alıştım. İstanbul, güzel, kaç medeniyete başkentlik yapmış,  tarih kokan şehir, denizler boğazın kilidi ama çok kalabalık boğucu geliyor Burası sessiz sakin.’

Akşam yemeği yenilmiş, sofra kaldırılmıştı, Buse, ocağa çay suyunu koymuş, demlenmesini bekliyordu.

Buse :’ Abi çayı bahçede içelim mi?’

Ahmet Bey : ‘İçelim, hava, serin üstüne hırka giy, üşütme ‘ Buse: ‘ Tamam, ben gidip, çaydanlıkla, bardakları getireyim ‘

Buse, çaydanlıkla, bardakları alıp getirmişti, bardakları doldurup abisinin önüne koydu. Çaylar yudumlanırken gecenin sessizliğini cırcır böcekleri bozuyordu, ay dolunay şeklinde geceyi parlatıyordu. Yarın için tekneyle denize açılacaklardı. Çaylarını içip, çaydanlıkla, bardakları mutfağa götürüp, yattılar.

Sabahleyin, uyandıklarında, şiddetli gök gürültüsü, bardaktan boşalırcasına yağmur yağıyordu. Bugün anlaşılan tekneyle denize açılamayacaklardı. Kahvaltıdan sonra Buse ev temizliği yapıp; yerleri süpürdü, paspasladı, tozları aldı. Ahmet Bey, evde rahat temizlik yapılsın diye şemsiyesini alıp, yürüyerek kahvehaneye gitti. Hava serin olduğundan herkes içerdeydi. Şemsiyesini kapayıp, İçeri girdiğinde Halil Ağa, Yusuf Ağa her zamanki gibi oyun oynayıp, birbirlerine takılıyorlardı. Ahmet Bey de yanlarına gidip boş sandalyeye oturdu. İlk konuşan

Yusuf Ağa : ‘Ahmet Bey, neredesiniz hiç gözükmüyordunuz ‘

Ahmet Bey :’ Kardeşimle vakit geçiriyorum, görüşmeyeli, ayrı kalalı çok oldu’ Halil Ağa : ‘Rüstem bizlere 3 çay’

Rüstem :’ Hemen gönderiyorum’

Ahmet Bey :’ Sizler ne yapıyorsunuz, gününüz nasıl geçiyor’

Yusuf Ağa :‘Hiç ne olsun aynı bizde de; oyun oynuyoruz. Bağ, bahçeye gidiyoruz.

Konuşmalar devam ederken, çaylar getirilmişti. Çayları bu sefer getiren kahveci değil, 16- 17 yaşlarında, tombul yanaklı, gürbüz bir çocuktu. Konuşması, dilinin tatlılığıyla, sevimliliği kendini sevdiriyordu.

Ahmet Bey :’Kim bu çocuk ?’

Halil Ağa : ‘ İsmi Ali, iyi çocuk sen İstanbul’dayken kahvehanede çalışmaya başladı. Rüstem acıdı haline iş verdi. Zavallı, kahvehanede yatıp, kalkıyor, cep harçlığını çıkarmaya çalışıyor.

Ahmet Bey:’ Neden kahvede yatıyor? Ailesi nerede? Halil Ağa: ‘ Kahveci Rüstem’e ailem yok demiş’

Ahmet Bey kardeşini yalnız bırakmamak için eve gitmeye karar vermişti. Şemsiyesini alıp, ağaların yanlarından kalkarak kapıya doğru yöneldi. Dışarda, şiddetli yağan yağmur etkisini kaybetmişti… Evine giderken, suya hasret kalmış, kuruyan toprak, yağan yağmurla, etrafa kokusunu yayıyordu. Eve girdiğinde temizlik bitmiş, kardeşi yorulmuş, uzanıyordu. Birbirlerine gününün nasıl geçtiğini sordular Ardından Ahmet Bey televizyonu açıp gün ortası haberlerini sonrada hava durumunu dinledi. Yarın kardeşi Buseyle tekne turu yapabilecekti.

Buse : ‘ Açlığın var mı? Yemek hazırlayayım mı?’

Ahmet Bey :’ Fazla açlığım yok ama sen yersen ben de az bir şey yerim’

Buse, mutfağa gidip, yemekleri ocağa koyup, ısınırken, salondaki masayı silmek için ıslak bezle salona geldi.

Ahmet Bey : ‘ Buse, buraya geleli 15 gün oluyor, İstersen haftaya İstanbul’ a sen önden git,  evi hazırla, sağı solu toparla, temizliğini yap, aybaşında doktor kontrolü için bende İstanbul’a geleceğim.’

Buse : ‘Abi, evin fazla işi yok 1 saatlik iş, birlikte döneriz.

Ahmet Beyin, derdi kendisi yüzünden, kardeşi Busenin düzeni bozulmasını istemiyordu. Kendisine bakıcılık yaparak vaktini geçirmesini de istemiyordu. Buse, büyükşehirde

gürültüye, kalabalığa alışmış, arkadaş çevresi edinmişti, yeniden düzen kurması zordu. Bu konuyu Buseye söyleyip; kendisi karar vermesi lazımdı. Buse ısınan yemekleri, tabağa  koymuş masaya getiriyordu.

Buse:’ Haydi abi sofraya’

Sofraya oturmuşlar yemekler yenmeye başlamıştı.

Ahmet Bey :’ Buse, senin düzeninin bozulmasını istemiyorum. Bana, bakıcılık yaparak,  vaktini geçirmeni de istemiyorum. Büyükşehirde gürültüye, kalabalığa alışmışsındır, arkadaş çevresi edinmişsin, yeniden düzen kurman zor olacak, derdim bu karar senin gidip, gitmemem önemli değil’

Buse :’ Abimsin senden başka kimsem yok, düzen kurmak zorsa katlanırım’

Ahmet Bey: ‘Nasıl istersen kardeşim. Konuyu değiştirelim o zaman. Yarın tekneyle  açılabiliriz, akşamdan hazırlıkları yapalım yanımıza yiyecek, içecek su alalım’

Buse : ‘ Ben birazdan kalkar ekmek arası domates, peynir, salatalık hazırlarım yarın, teknede yeriz’

Yemekler yenmişti, Buse sofrayı kaldırmış, elindeki bezle masadaki ekmek kırıntılarını siliyordu. Mutfağa gidip, bulaşıkları da makineye dizince işini bitirdi. Salona gelip koltuğa oturdu, cep telefonundan internete girip Didim merkezde gezilecek yerleri, tarihi mekânlara bakarken; Ahmet Bey, televizyondaki tartışma programını izlerken, yerinde uykuya dalmıştı. Buse, abisini, uyandırıp yatağında rahatça uyumasını söyledi. Ahmet Bey yatağına giderken, Buse uykusu gelene kadar oturdu, cep telefonundan internete takıldı.

Sabah olduğunda akşamdan hazırladıkları, yiyecek, içecek sepetini alıp, evden, limana kadar yürüdüler. Kahvehanenin önünden geçerken her zamanki gibi bahçede oturanlara selam verip, nereye gittiklerini soran Yusuf Ağa ve Halil Ağaya tekneyle gezinti yapacaklarını söyledi. Tekneye yaklaştıklarında;

Ahmet Bey :’ Bu, Tezmarin isimli teknem, üstüne de teknenin adını yazdırdım, sen geç ben halatları çözüp bineceğim.’

Teknenin halatları çözmeden, önce teknedeki suyu boşalttı, yakıtını kontrol etti. Bazı kontrolleri yaptıktan sonra halatları çözdü. Ahmet Bey, kendisine can yeleği taktıktan sonra takması için kardeşine de can yeleği verdi, tedbirler alınmıştı kaptan köşküne geçip, motoru çalıştırıp yavaş yavaş denize açılıp, gözden kaybolmaya başlamıştı.

YAZARLAR