Yener Okatan


BİR KUSURUM VARSA, BİLENLER SÖYLESİN DE ÖĞRENEYİM (6. BÖLÜM)


Vefatının 900. Yılı münasebetiyle, İstanbul’da 2011 yılında yapılan “Milletler Arası Tartışmalı İlmi Toplantıda” Konuşan İstanbul Ticaret Üniversitesi’nin o zamanki rektörü Prof. Dr. Sabri Orman’ın, İlahiyatçı kimliğiyle yaptığı konuşmada :                                                               1. “Gazali Hüccetül İslâm lakabıyla büyük bir âlimdir.”                           2. “Gazali, İslam medeniyetinin gerilemesine sebep olmamıştır.” Şeklinde ifade ettiği iki önermeden birincisini analiz edince bu önermede:                                                                                              a) Gazali “Hüccetül islam'dır ve:                                                                          b) “Gazali büyük bir âlimdir” şeklinde ifade edilebilen iki önermeyi, içerdiğini görmüş ve analitik düşünmek suretiyle: bu iki önermenin de asılsız olduğunu İspat etmiştim :                                      a) İmam Gazalinin Hüccetül İslam olamayacağını şöyle açıklamıştım:                      ● Bir kimseye Hüccetül İslam lakabının verilebilmesi için üç yüz bin hadisi müsnedleriyle beraber ezberlemiş olması lazımmış. 
● Hadis âlimleri listesinde İmam Gazalinin adı yoktur. 
● Otobiyografisi niteliğinde kaleme almış olduğu (kendi kalemiyle hayatını yazmış olduğu ) El-Munkızu mine’d-Dalal adlı kitabında ve okuyabildiğim diğer kitaplarında Gazalinin,  300.000 hadisi müsnetleriyle birlikte ezbere bildiğini yazmış olduğuna rastlamış değilim.
● Gazaliyle ilgili olarak yazılmış yazılarda onun Hüccetül İslam olduğunu ispat edecek nitelikte her hangi bir delile de rastlamış değilim.
● Gazalinin yaşadığı yıllardan [(1057-1058) -1111] çok önce yaşamış olan İmam Buhari'nin [(194/810) - (256/870)] ve diğer hadis âlimlerinin, yazdıkları kitaplardan da, taş çatlasa 7.397 Hadis bulunabileceğini okudum. 
● Bu durumda, İmam Gazalinin Hüccetül İslam lakabına sahip olamayacağını ispat etmiş oldum. Bu konuda da bir kusurum varsa, bilenler söylesin de öğreneyim. 
                                                                                                              b) İmam Gazalinin âlim olmadığını da şöyle ispat etmiştim: 
● İslam'ın, Allah tarafından kemale erdirilmiş mükemmel bir din olduğunu Maide suresinin 3. ayetinden okudum. İslam'ın kitabı olan Kur’an'ın da Mükemmel bir DİN kitabı olduğunu (Enam suresinin 115. Ayetinden öğrendim. Binaen aleyh Kur'andaki bilgilerin tamamının DİN bilgisi olduğunu ve Kur’an'daki Ta-Ha suresinin 115. Ayetinde Hz. Muhammedin nübüvvetiyle insanlara : 
● “Kuran'ın vahyi tamamlanmadan okumakta acele etmemelerinin” ve: 
● “Rabbim ilmi artır” diye dua etmelerinin emretmiş olmakla beraber; insanlara, Kur’an'daki bir takım ayetlerle, özetle:  
● “Göklerdeki ve yerdeki ayetleri yaratan rabbinin adıyla oku” buyurulmuş olduğunu tespit etmiş olduğum gibi; 
● İnsanların var olduklarından beri öğrendikleri her bilgiyi göklerdeki ve yerdeki ayetlerden okuyarak öğrenmiş olduklarını da yaşananları görerek tespit ettim.
● İmam Gazalinin ise, Alîm olan Allah’ın İlmiyle yaratmış olduğu göklerdeki ve yerdeki muhkem ayetlerin hiçbirini okumamış olduğu gibi, göklerdeki ve yerdeki ayetlerin okunmasıyla öğrenilen tabii ilimler için de "Cahilane şeylerdir" deyip ilimden saymamış olduğunu "İhyau Ülumi’d – Din" adlı kitabının (Bedir yayınları) 1. Cilt s. 62. sayfasından okudum.
●Böylece "Tabii ilimleri ilimden saymamış olan İmam Gazalinin, o ilimlerin yerine, Hz. Muhammedin zamanında bulunmayan, kelam ve fıkıh adı altında uydurulmuş olan  beşeri kaynaklı (insan uydurması) gayritabii ilimleri ezberlemiş olan İmam Gazalinin, Al-i İmran Suresinin 7. Ayetinde bahsi geçen ve ardına düşülüp yorumlanması yasaklanmış olan müteşabih ayetlerin çoğunun  ahiretle ilgili olduğu da   Ankebut suresinin 20. Ayeti'nde tanımlanmıştır. Buna rağmen, müteşabih ayetlerin tevil edilmesiyle yazılmış olan  laf yığınlarını ilim olmadığını da, Kuran ayetlerine dayanarak yazmış ve bu suretle İmam Gazalinin âlim falan olmadığını da ispat etmiş oldum. 
                                                                                                              2) Şimdi de Prof. Dr. Sabri Orman’ın, konuşmasının devamında:   “Gazali ne ola ki tek başına bir medeniyetin kaderini belirlesin!” şeklindeki ifadesiyle, Müslümanların bilimlerde geri kalmasına sebep olmadığını iddia eden önermesini, analitik düşünerek söylememiş olduğunu açıklayacağım.                                                   ● Alîm  olan Allah'ın yaratmış olduğu kâinat kitabının, göklerdeki ve yerdeki ayetlerini hiç okumamış olduğu halde, Kendisinin mutlak gerçeğe (burhani ilimlere) erişmek için Haşhaşiler hariç, çalmadığı tarikat kapısını bırakmadığını El-Munkızu mine'd-Dalal adlı kitabında  yazmış ve en sonunda sufilikte karar kılmış olan Gazalinin, Farabi , İbni Sina ve benzerleri gibi,(göklerdeki ve yerdeki ayetleri okuyarak, İslam'ın tarif etmiş olduğu) âlimlerden biri olan İbni Sinanın da,  Kur’andaki müteşabih ayetlerden biri olan, ve Allah'ın ilkin , nüzul sırasına göre, Yasin Suresinin 82 ayetinde “Kün fe yekün” deyip Kâinatı tekvin ettiğini (Yoktan yarattığını) haber vermiş olduğu halde, nasıl tekvin ettiğini, Allahtan başka kimsenin bilemeyeceği, veçhesiyle  müteşabih ayetlerden biri olan bu ayet  hakkında Allah'ın emrine uyarak, herkes gibi inanmış olmakla beraber, bana kalırsa, hiç de gereği olmadığı halde, belki de o zamanın havasına kapılarak “Allah, varlıkların genel düzenini ve yasalarını bilir; fakat cüzî (tekil, belirli) olayların işleyişine doğrudan müdahil olmaz. O, cüzîleri de bilir, ancak bu bilgi, insanın algıladığı şekliyle somut olayların bilgisi gibi bir cümle değildi demek suretiyle    bu ayetin müteşabih bir ayet oluğuna dair düşüncesinin   yanısıra kainatın menşei ve öldükten soraki diriliş   ile  ilgili müteşabih iayetlerle ilgili yorum yapmış olduğunu gören ve işi gücü  müteşabih ayetleri okyup yorumlamaktan ibaret olan İmam Gazalinin, İbni sinanın bu yorumundan  “Allah cüzleri bilmez” dediğine dair ürettiği fitneyi de çıkarıp,  yazığı “Tehafütü’l Felasife” ve “El- Munkızu Mine’d-Dalal” adlı  kitaplarında Farabi, İbni Sina ve onlar gibi mutezile âlimlerin Kâfir olduklarını  yazmış olmasından sonra, Kendisinden daha cahil olan talebelerine bu kitaplarını okutmuş olduğunu kendi kitaplarından anladığımız gibi, talebelerinin de bu kitapların kopyalarını yazmış olduklarını, dünyadaki çeşitli İslam ülkelerindeki nüshalarının  bulunmasından anlıyoruz. Prof. Dr. Sabri Orman da bu ayrıntıları göz önüne alarak analitik düşünmüş olsaydı “Gazali ne ola ki tek başına bir medeniyetin kaderini belirlesin!” demezdi. 
Değerli okurlarım,                                                                                                                                                   Cehaletin ne türlü bir bela olduğunu da yaşayarak şahit olduğum bir hatıramı anlatarak bu günkü yazına son vermek istiyorum:                       Lise öğrencisiyken (1958), Haziranda traktörle tarla sürüyordum. Hava bozmuş ve yağmur yağmaya başlamıştı. Islanmamak için tarlanın kenarındaki römorkun altına sığınmıştım. “Yaz yağmuru tez geçer” diye beklerken, aksine yağmur şiddetlenmiş ve doluya çevirmişti. Kısa sürede, sanki kar yağmış gibi her taraf bembeyaz olmuştu. Sonunda yağmur dinmişti ama tarla da çamur deryasına dönmüştü. İkindi vaktiydi. İşi paydos edip eve gitmiştim. Dolu yağınca Sincan Deresinden sel gelmiş ve derenin kenarına yumruktan biraz daha irice, bir pur taşını (mermer görünüşlü fakat çok yumuşak olan alçı taşını) bırakmıştı. Taşın şekli, Yunan mitolojisindeki tanrı heykellerinden birinin başına benziyordu. Onu alıp eve götürmüştüm. İlkçağ Tarihi kitabındaki resimlere baktığımda, taşın Hermes’in başına benzediğini de görmüştüm. Yağmurdan sonra avare kalınca, o taşı ve tarih kitabını alıp, evimizin yakınındaki ambar ve takımhane olarak kullandığımız bir dama götürmüştüm. Uygun aletleri kullanarak taşı yontmaya ve Hermes’e benzerliğini artırmaya çalışıyordum. Taşı yontarken, annemin yardımcısı Pempe Hala’nın beni çağıran sesini duymuştum. Akşam yemeğinin hazır olduğunu söylemişti. “Geliyorum,” demiş ama gitmemiştim. Çünkü büst bitmek üzereydi. Hava karardığı için idare lambasını da yakmıştım. Az sonra Pempe Hala takım haneye inmiş, “Yener Efendi, yemek soğudu, nerede kaldın?” derken, idare lambasının ışığında bir şeyler yaptığımı görünce yanıma kadar gelmiş ve: “Yener Efendi, sen burda neydiyon ki?” demişti. Ben de Hermes’in resmini göstererek, “Bunun büstünü yapıyordum da benzetemedim,” deyince aramızda şöyle bir konuşma geçmişti:
-  O kim ki?
O sayfada Hermes’ten başka tanrı heykellerinin fotoğrafları da vardı. Bendeki cehalete bakınız ki, söyleyeceklerimden o kadıncağızın hiçbir şey anlamayacağını düşünmeksizin, ona:
- Bunlar eski Yunanlıların tanrıları. Bu da onlardan biri, demiştim.
Pempe Hala tekrar:
- O kim ki? deyince, belki “tanrıları”nın ne demek olduğunu bilemediğini düşünerek:
* Bunlar eski Yunanlıların Allahlarıymış, demiştim.
Pembe Hala, Allah kelimesini duyar duymaz:
- Bunnar Allah he mi? Vay kurban oluyum, ne de gözellerimiş... deyince, yaptığım gafın farkına varmış ve:
- Pempe Hala, bunlar bizim Allah’ımız değil. Gâvurların putları, demiştim.
Bu sefer de:
- Vah! Amaaağan. Töbe töbeeeğe, töbe töbeeeeeğe.!.. Sen niye putlarınan oynuyon ki? demişti.
Pempe Hala’nın kocası Bekir Ağa sığır çobanımız idi. Ailesiyle beraber çok uzak bir köyden gelmişti. 16-17 yaşında bir oğlu, 13-14 yaşında bir kızı vardı. Bir gün o kız bana:
- Yener Abi, buralar nereler ki? Ben bizim köyün kehlerinin ötesinde dünyanın bittiğini belliyordum . Mağarisem  o dağların ardına buralar da varmış, Demişti.
Bekir Ağa’nın köyünde okul yoktu.  İmam hatip okulu mezunları da, köy imamlığına tenezzül etmiyor, köylere gitmiyorlardı. Pempe Hala, dini bütün bir Müslüman olduğu halde, putların resmini görünce, dine dair bildiklerini unutuyor; kızı da kehlerin arkasında dünyanın bittiğini sanıyordu... Sözün kısası, insanlar Müslüman olmakla cehaletten kurtulamıyorlardı. 20. yüzyılda yaşayan Pempe Hala’nın hâli böyleyse, bundan 900 yıl önceki İmam Gazali’nin zamanında yaşayan Müslüman kalabalığın ahvalini de varın siz hesap  edin lütfen.
Saygılar.

YAZARLAR