Sezai Kara


AZİZ SANCAR-NOBEL’Lİ BİR ANADOLU İNSANI


O; bir Anadolu çocuğudur.
O; yoksul bir halk çocuğu-bir köylü çocuğudur.
O; Köy Enstitüsü Öğretmenlerinin, eline meşale verdikleri çocuklardan biridir.
O; bir ATATÜRK çocuğudur.

Sabahleyin erkenden, güneş doğarken, genellikle kahvaltısını bile yapmadan, kitaplarını-defterlerini alıp eşeğine biner, beş kilometrelik bir mesafede olan bahçelerine gider, sevdiği ceviz ağacının gölgesinde akşama kadar kitap okur, ders çalışır.
Badem ağaçları, ceviz ağaçları, erik ağaçları, üzüm bağları olan bahçelerinde tek başına, akşama kadar ders çalışır ve yine geç vakit eşeğine binerek evine döner.

Çocukluğundan beri çok çalışkan bir kişiliktir Aziz Sancar…
Azimli, kararlı, yılgın olmayan, tuttuğunu koparan kişiliğinin oluşmasında, Kara Harp Okulunda olan ağabeyi Kenan Sancar’ın da etkisi olur. “Bana eğitimle, sıkı çalışmayla ilerlemeyi ve hep mükemmeli aramayı öğretti.” diyecektir abisi için.
Abisine göre yaratılıştan gelen, inatçı, azimli, dik duruşlu bir kişidir Aziz…İkisi üvey olmak üzere on kardeştirler. Evde zaman zaman gürültü patırtı, yaramazlık yaparlar. Babaları da acıtmayacak şekilde birer tokat atar. “Tabii biz kaçardık ama Aziz ise kaçmaz, kafasını dik tutar ve babama bakarak öyle robot gibi dururdu, babam bir tokat daha vurur, o yine kıpırdamadan öyle dururdu. Babam Aziz’den yılıp vazgeçer ve arkasını döner giderdi.” diyor abisi.

İlköğrenim hayatı doğduğu yer olan Mardin’in Savur ilçesinde geçer. O günlere dair anılarını şöyle dile getirir:
“Her zaman yeterince yiyeceğimiz oldu ama ayakkabı bir lükstü. Orta ikinci sınıfa kadar ayakkabıyı sadece okula giderken giyerdim. İlk gençlik çağım, kardeşlerimin ve babamın yanında, evimizin önünde uzanan vadide meyve, ceviz ve sebze yetiştirmekle geçti. Bunlar bizim için hem gıda, hem de başlıca gelir kaynağıydı. Yıl boyunca ailemize süt ve et veren bir kaç çiftlik hayvanımız vardı. Çocukluğumun bana kalan en güzel anıları, ilkbaharda bahçemizde çiçek açan badem ve erik ağaçlarıdır.”
Aziz Sancar, liseyi Mardin’de Mardin Lisesi’nde okur.
İlköğretim ve Lise öğrenim hayatında her zaman sınıf ve okul birincisidir. Aziz, lise yıllarında futbola da tutkundur. Hem lise takımının, hem de Mardin’de bir amatör küme genç takımının da, refleksleri çok iyi olan başarılı bir kalecisidir. O yıllardan bu yana Galatasaray’ın tutkulu bir taraftarıdır.

Lisede bütün dersleri başarılı olan Aziz Sancar’ın tutkuyla bağlı olduğu ders kimyadır. Kimya, fizik, matematik çok sevdiği derslerdir. Üniversitede Kimya Bölümünde okumaktır gönlünde yatan. Üniversite giriş sınavlarında arkadaşlarının etkisiyle Tıp Fakültesini de tercih eder. Sınav sonucunda hem Tıp Fakültesi hem de Kimya Fakültesini kazanır.
İstanbul Tıp Fakültesine kaydını yaptırır, daha sonra Kimya Bölümünü geçer.
1963 Yılında adım attığı İstanbul Tıp Fakültesin’de de aynı çalışkanlığı gösterir, kendisini bütünüyle derslerine verir. 
Liseyi birincilikle bitirmiş olmakla beraber, “Türkiye’nin en iyi kamu ve özel okullarından gelen öğrencilerle aynı sınıftaydım. Sınıf arkadaşlarıma ‘az gelişmiş’ Güneydoğu’dan gelen bir öğrencinin de başarılı olabileceğini göstermeye kararlıydım. Bu hedefi, kendimi tamamen derslerime vererek ve bunun dışında ne varsa dışlayarak gerçekleştirebileceğime karar verdim. İstanbul’da hiç sinemaya, konsere ya da maça gitmedim…” Böyle bir düşünceyle, başarısızlık korkusu belki de Aziz Sancar’ı, 
olağanüstü çalışma temposuna motive eder.

İstanbul Tıp Fakültesi’nde Temel Bilim dersleri ilgisini çok çekiyordu. Hocaları, derslerde önemli buluşları ve bu buluşları gerçekleştirenleri, bilim insanlarını anlatıyorlar, bu büyük isimler karşısındaki hayranlıklarını dile getiriyorlar ve bizdeki kaynakların yetersizliklerinden dolayı Nobel Ödülü alacak, büyük çalışma, araştırmalara imza atacak kişilerin çıkmadığını belirtiyorlardı…
Biyokimya Aziz Sancar’ı çok etkilemekteydi.
“Favori derslerim Matematik, Türkçe, Fransızca ve Kimyaydı. Lise ikinci sınıfta mükemmel bir kimya öğretmenim vardı; onun sayesinde kimyacı olmaya karar verdim.” diyecekti.

Tıp Fakültesinde karşısına çok kaliteli değerli  bilim insanı hocalar çıkacaktır…Bunlardan birisi; Mutahhar Yenson diğeri ise en çok birlikte olduğu ve kendisine bilimadamlığı yolunu gösteren Prof. Dr. Muzaffer Aksoy’dur. (Katledilen Atatürkçü bilim adamı Muammer Aksoy’un kardeşidir).
Öylesine vefalı bir kişidir ki Aziz Sancar; Nobel Ödülü sunumunun başında, çalışma arkadaşlarının isimlerini gösterir  ve teşekkür  ederken, “Mentorlarım” başlığı altındaki slaytta ilk isim olarak onu okuyacağız: Muzaffer Aksoy!

Muzaffer Aksoy İstanbul Tıp Fakültesi’ni bitirmişti. 1940 mezunuydu. O yılın mezunları adına yaptığı ve Hasan Ali Yücel’in de izlediği etkileyici konuşmasında özetle; Tıp ilminin yolunu açanları birer kahramanlar olarak vurgulayıp, nice yüzlerce yıl zekadan, akıldan, azimden ve iradeden yoğrulmuş çekiçlerini bu uğurda sallayan insanların, tıp ilmini meydana getirdiklerini dile getirir.
Aksoy, bu konuşmasında belirttiği gibi, zeka ve akıl çekicini hayatta sallayıp durdu. Bu çekici Muzaffer Aksoy’dan Aziz Sancar devralacaktı.
Tıp Fakültesindeki hocalarının da etkisiyle, daha fazla araştırma olanaklarını yakalayabilmek için, lisansüstü ve doktorasını yapmak üzere, soluğu Amerika Birleşik Devletlerindeki Üniversitelerde alacaktı…
Amerika’daki ilk yıllarında bir çok sıkıntılar, uyumsuzluklar yaşayarak tekrar yurda dönecektir. Psikolojik tedaviler görüp, Mardin Savur’a dönecek, kısa bir süre doktorluk yapacaktır.
“Hayatta tanıdığım en zeki kadındı. Ayrıca çok ilericiydi ve Atatürk’e adeta tapıyordu. Bütün çocuklarının şu veya bu şekilde eğitim almış olmaları, onun ısrarcı tutumu sayesinde oldu.” dediği annesi Meryem, okuma yazma bilmezdi ama oğlu Aziz’i sağaltıp, toparlayıp, moralini düzeltip tekrar Amerika’ya uğurlayacaktı.

Vatanında ve ana evinde kendine gelen Aziz Sancar, ABD’ye gidecekti fakat aldığı NATO bursuna aracılık eden TÜBİTAK’taki yetkililer, ABD’de sıkıntılar yaşadığını öne sürerek İngiltere’ye gitmesini istediler. 1973’de Lancaster Üniversitesi’nde fazla kalmadı, İngiltere’deki çalışma geri düzeydeydi. Burs olanaklarını hiçe sayarak ABD’ye tekrar döndü.

John Hopkins Üniversitesinde hocası Herriott’a gitti ve düşüncesini söyledi:
“Dr. Rupert’la çalışmak istiyorum. Texas’a gideceğim. Fotoliyaz ilgimi çekiyor ve bu enzim üzerinde daha yapılacak çok araştırma var…”
“Tamam Aziz, öyleyse Dr. Rupert’a bir mektup yaz, gelmek istediğini söyle.”
diye hocası yol gösterdi.
Dr. Rupert’tan yanıt gelir. “Sana verecek paramız yok, seni mali bakımdan destekleyemeyiz.” Aziz Sancar’ın canı sıkılır…”Gel de” demiyor “Gelme de” demiyor.
Şansını deneyecek, laboratuvara yakın olmak, doktorasını tamamlamak düşüncesiyle, bir yanıt yazmadan eşyalarını toplayıp Texas’a uçar. Dr. Rupert’ın laboratuvarının kapısını çalar:
“Ben geldim! Para istemiyorum. Tek istediğim Fotoliyaz enzimi üzerinde çalışmak.”
Dr. Rupert karşısındaki bu adamı kabul etmek durumunda kalacaktır.

Sancar laboratuvarda çalışmaya başladı. Ama gidecek yatacak yeri yoktu. İş bitiminde herkes evine giderken, o geç vakte kadar çalışıyor ve gece de laboratuvarın bir köşesinde uyuyordu. Alt katta da hortumla yıkanma gibi ihtiyaçlarını gideriyordu. Birkaç ay böyle yaşadı.
Bir gece hastanenin güvenlik elemanlarınca yakalandı. Kimdi, ne yapıyordu, burada, laboratuvarda nasıl kalıyordu, orada gece yatamazdı…
Gece durumu raporu, sabahleyin Dr. Rupert’ın masasında duruyordu. Aziz’i çağırdı. Burada yatıp kalkamazdı. Kamu binasında bu durumda yaşamasına yasalar hayır diyordu. Yasadışı bu duruma izin veremezdi…
Pakistanlı arkadaşları vardır Aziz’in. Bir süre onlarla birlikte yaşar…
Aziz’in bu durumu Dr. Rupert’ı harekete geçirir. Dr. Rubert, bir kaç aylık sürede Aziz’in çok çalışkan, ciddi ve başarıya odaklı bir öğrenci olduğunu farketmiş ve ona normal koşullarda yaşamasını, çalışma olanaklarını sağlayan fonları sağlamıştır.
Dr. Robert’le ilişkileri çok iyi olacak, her şey istediği gibi gidecekti.
Sancar, “Benim üstün olduğum yönleri ve eksiklerimi anlamıştı. Beni yüreklendirdi, tavsiyelerde bulundu ve bana doğru yolu gösterdi. Ancak hepsinden önemlisi kendi fikirlerimi oluşturmamda ve bunları test etmemde beni özgür bıraktı. Bir bilimadamı ve beyefendi olarak benim mesleki yaşamımda en etkili kişidir. Fikirlerimi oluşturmamda ve bunları test etmemde beni özgür bıraktı.” diyordu hocası için.
Eşi Gwen’le doktora yaparken tanışırlar ve aynı zamanda meslektaş olurlar. Sessiz, sakin, alçakgönüllü yaratılışlı eşiyle, ortak makalelere imza atacaklardır zaman içerisinde.

Aziz Sancar, karşısına çıkan türlü engellere-olumsuzluklara rağmen hiçbir yılgınlık göstermez, geri adım atmaz…önündeki uzun araştırma yıllarında, büyük bir sabır ve çalışma temposu içinde yoluna yürümeye devam eder.
Rupert’in, keşfettiği enzimin dünyada namını yürütecek olağanüstü bir öğrencisi vardır artık. Aziz Sancar bu enzimi sırlarıyla birlikte Hocası Rupert’tan devralacaktır.
Aziz, çalışmalarıyla ileriye doğru atılımlar yapacak, Fotoliyaz enziminin sırlarının çözücüsü olacak ve Fotoliyaz enzimi için bilim dünyasına “Sancar Enzimi” dedirtecektir.
40 Yıl Fotoliyaz Onarım Mekanizması’nı çözmek için, 35 yıl DNA’nın İkili Kesim Mekanizması’nı çözmek için ve 20 yılı aşkın bir süredir biyolojik saat üzerinde çalışan ve hepsinde de büyük başarılara imza atmış, varlığıyla onur duyduğumuz, Nobel’le ödüllendirilmiş bilim adamımız Aziz Sancar.

Nobel Ödülü’nü, kendisine minnettar kaldığı Atatürk’e armağan ediyor ve Anıtkabir’e bırakıyor.

Aziz Sancar, Amerika’da araştırma yapmak, doktora yapmak isteyen Türk öğrencilere sahip çıkmakta, maddi manevi, her yönden desteklemektedir.

Aziz Sancar, Üniversitede öğrencileriyle beraber, laboratuvarında araştırmalarını sürdürmektedir.

8 Eylül 1946’da Mardin Savur’da, Abdülgani ve Meryem Sancar’ın sekiz çocuğundan yedincisi olarak doğan Aziz Sancar’ın babası çok çalışkan bir çiftçi, annesiyse bir imamın kızıdır.

NOTLAR:
“Özgüven çok önemlidir. Hep söylerim,  bana özgüveni Cumhuriyet verdi. Benim çok idealist öğretmenlerim vardı. Biz Türk’ler her şeyi yaparız, her şeyi başarırız, İstiklal Savaşı’nı kazandık, bütün Batı’ya karşı savaştık ve istiklalimizi kurduk ve şimdi onu devam ettirmenin yolu eğitimdir diye bize aşıladılar. Bende o düşünceyle büyüdüm. Biz her şeyi yaparız düşüncesiyle büyüdüm.”

“Ben hayatım boyunca iki sabit fikirle büyüdüm. Birisi çok çalışmak…İkincisi de, o olmazsa olmaz, benim vatan sevgim vardır. Bu belki şimdi moda değildir, fakat benim vatan sevgim olmasaydı, buraya varamazdım. Çünkü, o bana en zor günlerimde güç vermiştir. O çok önemli. Çocuklarımıza bunu aşılamak lazım.”

“…Bir Türk hanım, lise son sınıfta olan bir çocuğuyla bana ziyarete geldi. Oğlum sizin üniversiteye gitmeyi düşünüyor dedi. Sizinle tanışmak istiyor dedi. Ve onunla konuşur musunuz dedi. Tabi dedim, oturduk konuştuk. Çocuk, siz ne üzerine çalışıyorsunuz dedi. Ben DNA onarımı ve biyolojik saat üzerine çalışıyoruz, dedim. ‘Eee.. hocam bu kadar mı?’ dedi. Bende genç oğlumuza dedim ki, sanırım adı Hakan idi, ben bu şekli yaratmak için hayatımın 45 yılını verdim, eğer bilim adamı olmak istiyorsan, bu böyle oluyor. O bakımdan, iyi düşün, ya bilim adamı ol, ya da başka bir şey ol.”

“Ben delice çalıştım. Onu söyleyeyim. Bazen hayıflanıyorum… Ben İstanbul’u görmedim. Çünkü işim gücüm ders çalışmaktı. Mardin Lisesinden gelmiştim, burada Robert Koleji mezunu, bilmem İstanbul erkek lisesi mezunlarıyla yarışacağım şuurundaydım ve başarısız olmaktan çok korkuyordum. Ve o nedenle, her şeyi bıraktım, gece-gündüz çalıştım.”

“Bilimde başarılı olmak için hem çok çalışmak hem de çok okumak gerekir. Başarının sırrı budur. Bütün katkılarımı alın teriyle kazandım…”

“En büyük prensip, çok çalışmaktır ve inatçı olmaktır. Ben konuya rakip olabiliyorum, seni çözeceğim diyorum, senin ananı ağlatacağım diyorum. Benim çalışma prensibim böyledir. Tabi, senin ananı ağlatacağım demek kolay, ama bazen o da benim anamı ağlatıyor. Çünkü çözemiyorsunuz, rekabet var…Ve çok sabırlı olmak lazım. Mesela, bu fotoliyaz dediğim enzimin son çözümü 35-40 yılımı aldı. Yani sabırlı olmak lazım.”

“Atatürk devrimlerinin büyük bir etkisi oldu. Onlar sayesinde benim neslim ve sonraki nesiller çok güzel eğitim gördüler. Benim harika öğretmenlerim vardı. Hepsi Köy Enstitüsü mezunu öğretmenlerdi. Ve ilk okuldan, lise, üniversiteye kadar ben çok iyi eğitim gördüm. Benim bu ödülü almam gökten inmiş bir şey değildir. Amerika bana imkanlar sağladı, fakat Türkiye bana çok güzel eğitim verdi ve ben o eğitime borçluyum. Atatürk devrimlerine borçluyum.”

(Alıntılar; Aziz Sancar ve Nobel’in Öyküsü-Orhan Bursalı/Kırmızı Kedi, Aziz Sancar’dan Bilim ve Ulusal Kalkınma Üzerine Aforizmalar-Doç. Dr. Elşen Bağırzade/Ötüken)

YAZARLAR