Müslümanların bilimlerde geri kalmışlığının sebebini açıklamaya çalışan yerli ve yabancı Bilim Tarihçilerinin ve oryantalistlerin sayısı tasavvur edilemeyecek kadar çoktur.
30 yıldan beri araştırdığım bu konuda, kitaplarını ve makalelerini okuduğum yazarlardan bazılarının analitik düşünmeyi beceremediklerinden, bazılarının siyasi sebeplerden, bazılarının mahalle baskısı yüzünden ve bazılarının da bağnazlıklarından dolayı, asıl sebebin etrafında dolaşıp durmuş, fakat açıklayamamış olduklarını gördüm.
Sadece Müslümanların değil, insanların tamamının bilimlerde ilerlemelerinin ya da gerilemelerinin asıl sebebini açıklamak üzere, 2007 yılında yazmaya başladığım kitabımı tamamlamaya çalışırken, bir yandan da aynı konuyla ilgilenmiş olan yazarların kitaplarını okumaya devam ediyorum.
Son günlerde, Muhammed Gazali adında Bir Arap akademisyenin “Düşünce Mirasımız” adını vermiş ve “Eleştirel bir yaklaşımla” yazdığını belirtmiş olduğu kitabını okudum. Adı geçen yazarın da gerçek sebebi gizlemiş olduğunu görünce, O’nun bu davranışını ve çağrıştırdığı olayları kapsayan bir makale yazarak sizlerle paylaşmak istemiştim. Fakat aynı konu üzerinde çalışmaktan dolayı yorulduğumu da hissediyordum.
Tam da bu sırada, Bursa'da, ikamet ettiğim “Kalamış” adlı Huzur evindeki görevine yeni başlamış olan bir hanım personelin adının Afra olduğunu öğrenince, hiç de hoş olmayan “Afra-tafra” lakırdısının bileşeni olan Afra kelimesinin bir hanıma ad olarak verilmiş olmasını yadırgadım ve o anda Sivas Ortaokuldaki Türkçe öğretmenimiz rahmetli Galip Pekin Beyi, hatırladım. Çünkü galip Bey bize “ra” kelimesinin “yer” anlamına geldiğini söylemiş, örnek olarak da: Ora, (O yer), bura (bu yer), şura (şu yer), bileşik kelimelerini göstermişti. Bu hanımın “Af ra” adı da af yeri olabilirdi.
Afra hanıma adının anlamını sorduğumda. “Cennette ayak değmemiş pembe toprak manasındaymış” deyince, Afra kelimesinin, Kurandaki müteşabih ayetlerde geçip geçmediğini merak ederek Google’a: Afra kelimesi Kurandaki hangi ayette geçer? Diye sordum ve :”Kuran-ı Kerimde yer alan ayetlerde bu isim geçmemektedir” şeklinde bir cevap aldım. Bunun üzerine Cennetteki pembe toprak lafını Arapların uydurmuş olduklarını düşünerek, Google’a Afra ismi ne anlama gelir? Diye sorunca: “Afra, ayın 13. Günü anlamını taşımaktadır. Ayrıca beyaz, ayak değmemiş olan toprak anlamında kullanılır. Bu taşıdığı anlamdan ötürü birçok kişi tarafından tercih edilir. Genel olarak bakacak olursak beyaz, temiz, saf ve berrak anlamlarını taşımaktadır” Şeklindeki bir açıklama ile karşılaştım.
Afra kelimesinin menşeini bulamayınca, rahmetli babamın “Kazmadan yorulunca küreği eline al” şeklindeki tavsiyesini hatırlayarak, Arap Akademisyenin Izdırabının sebebini yazdığım makalemi bir süre erteleyerek, zihnimi dinlendirmek üzere, “Afra” kelimesinin gerçek anlamını araştırmaya başladım.
Lisedeyken okuduğum kitaplarda, İstanbul’un dışındaki yerlere “taşra” denilmiş olduğunu görüyordum. Galip Beyin öğrettiklerine dayanarak, Taşra kelimesini de analiz edince Taş yer” anlamına geldiğini görmüş ve İstanbulluların, İstanbul’un dışındaki yerlere “taş yer” demelerinin mantığını çözememiştim. Çünkü biz o yıllarda Sivas’ta “taşra” ve “taşralı” kelimelerini kullanmıyor, onun yerine “dışarılı” kelimesini kullanıyorduk. Mesela: Cer Atölyesinde görevli olan dışarılı mühendisler vardı. Onlar dışarılıydı, biz Sivas’ın yerlisiydik.
Yine o yıllarda, okuduğum bir makalede, Türklerin Anadolu’dayken konuştukları “k” harfiyle başlayan kelimeleri “g” harfiyle seslendirmeye başlamış, “d“ harfiyle başlayan kelimelerden bazılarını da “t” harfiyle seslendirmeye başlamış olduklarını okuyunca, meseleyi çözmüştüm. Mesela: Rahmetli Şevket Çubukçu Beyin Şifa eczanesinde adını hatırlayamadığım görevli, köylülere reçetedeki ilacı verirken: Bu haptan sabah, öğlen, akşam olmak üzere günde üç kere, birer tane içeceksin” diyeceği yerde, “Bu heblerden (haplardan) zabah, öğle, ahşam vahdı, künde (günde) üç kere birer dene (tane) içeceksin” dediğini hiç un utmuyorum. O yıllarda Tarih kitaplarında geçen “Gök Türk Devleti” adının da “Kök Türk Devleti” olması ihtimalini de düşünmüştüm.
Sivaslılar olarak, “davşan” dediğimiz hayvana, İstanbul’lular “tavşan” diyorlardı. Dilki dediğimiz hayvana “tilki” diyorlardı. Anadolu’daki “depe” kelimesi, İstanbulda “tepe” olmuştu, “Daban” yerine “taban” diyorlardı, “darah” kelimesini “tarak” vb. şekillerde telaffuz ediorlardı. Bu bağlamda, bizim “dışarılı” dediklerimize, İstanbul’luların” “tışarılı” demiş, ama zamanla tışarılı kelimesini de yuvarlayarak “taşralı” şekline dönüştürmüş olmaları muhtemeldi.
Afra Hanımın Kur’an'da bulunmayan Afra adı da, “Af ra” (af yeri) anlamında Türkçe bir kelime olabilirdi. Fakat Afra Hanım, adının, Cennetteki pembe toprak anlamını taşıdığını söylemesi üzerine, bu kelimenin Arapça olabilmesi de mümkündü. Google’a: Afra isminin anlamı nedir? Diye sorduğumda: “Afra ne demek” ara başlığı altında: “Afra ismi son zamanlarda çok popüler hale gelmiş bir isimdir. Çünkü genellikle ebeveynler çocukları için isim tercih ederken öncelikle anlamlarına bakarlar. Afra ismi de anlam bakımından oldukça geniş içeriklere sahiptir. Afra isminin anlamları şu şekildedir;
- Afra isminin ilk anlamı ayın 13. Günü anlamına gelmektedir.
- Afra isminin diğer anlamı ise aslında bu ismin kullanılmasındaki en önemli sebeptir. Çünkü Afra ismi beyaz, ayak değmemiş olan toprak anlamına gelir. Bu açıdan ismin genel anlamı berrak, temiz ve saf anlamına gelmektedir”.
Denmiş olduğunu fakat menşeinin belirtilmemiş olduğunu gördüm.
Ayın 13. üncü günü ile Afra İsminin ne gibi bir alakası olabilirdi? Bunu da Google’dan araştırınca, Arapların, her ayın 13. den itibaren gökteki ayın dolunay safhasına yaklaşmasından dolayı geceleri de aydınlık geçen günlere “Eyyamı Biyd“ (aydınlık günler) dedikleri bilgisiyle karşılaştım. Fakat Eyyam-ı Biyd ile Afra kelimesinin arasındaki ilişkinin açıklanmamış olması, bu konuda da söylenenlerin spekülasyondan başka bir şey olmadığına işaret ediyordu. Ama yine de Afra kelimesinin Arapça olduğuna dair bir ip ucu yakalamış oldum. Bunun üzerine Google’a ”Günahların affedildiği yerden bahseden bir hadis var mıdır? Diye sorduğumda: “Hz. Peygamber (s.a.s.), “Kim Allah için hacceder de (Allah’ın rızasına uymayan) kötü söz ve davranışlardan ve Allah’a karşı gelmekten sakınırsa, annesinden doğduğu günkü gibi (günahlarından arınmış olarak hacdan) döner.” (Buhârî, Hac, 4 [1521]; Müslim, Hac, 438 [1350]) ” şeklinde tercüme edilmiş bir hadisin bulunduğunu gördüm. Bu hadise dayanarak Müslümanların Hac yerinin (Beytullah'ın) günahların affedildiği yer olduğuna inanıyor olması, benim spekülasyonumun doğruluğunu desteklemekteydi. Türklerin, “Afra” (Af Yeri) kelimesiyle, Beytullah’ı kast etmiş olması mümkündür.
Söz dönüp dolaşıp spekülasyonlara gelince yıllar önce yaptığım başka bir spekülasyonu da hatırladım:
Bir gün gazetelerin birinde “Alucra’lıların” Alucra adının Etimolojisini araştırdıklarına dair bir haber okuyunca, Alucra kelimesinin etimolojisinin “Uç ra” (Uç yer) kelimesinin Arapçadaki Al artikeliyle birlikte söylenmesiyle “Al uçra” şeklini almış bir kelime olabileceğine ve halkın dilinde “Al uçra” söyleminin “Alucra”ya dönüştürülmüş olabileceğini tahmin etmiştim. Ama o yıllarda Doktora tezimle meşgul olduğum için, başımı kaşıyacak vaktim yoktu ve tahminden ibaret olan bu görüşümü hiç bir yerde yazmamıştım.
O zamanlar internet yoktu. Şimdi hem internet var hem de zamanım. O nedenle google’a, Alucranın anlamı nedir? Diye sorunca şöyle bir açıklamayla karşılaşmıştım:
Fatih Sultan Mehmet burada "alıç" ağacının çok olmasına binâen bu yerleşim yerinin adının Alucra (Alıç memleketi) olmasını ister. Başka bir rivayete göre de Fatihin, Alucra´yı, Şebinkarahisar'da iken elini Alucra´ya uzatarak "el-ücrâ" (ücra yer) diye nitelediği rivayet edilir.
Bu açıklamanın da bir tahminden ibaret; fakat benim tahminimle uyum içinde olduğu görülmektedir..
Afra isminin tahlilini yaparken, gige gide “Al uçra” ya kadar gittik. Al Uçra'dan sonra, küreği bırakıp kazmayı elime alarak, Muhammed Gazali adındaki Arap akademisyenin Müslümanların bilimlerde geri kalmışlığından duyduğu ızdırabın gerçek sebebini eşelemeye devam edeceğim.
Saygılar