Dili var da susuyor gibi dağlar.
Zaman zaman yüzünüze baktıklarını sanarsınız onların.
Yüceleri dumanlıdır.
Toprağı aziz bilen Anadolu insanı, dağları da kişileştirmiş.
Hayatına katmış.
Tarihine eklemiş.
Ağrı Dağı’nın efsanesi vardır.
Gidin sorun Erciyes onlarca öykü ile gezer civarda.
Toroslar, Çamlıbel, Bolkarlar, Akdağlar,Tendürek, Kızıldağ.
Ve daha niceleri.
Yüksekliğine göre, karına göre, dikliğine göre, ulaşılmaz, dert anlatılan, hatta yollara engelliğine bağlı olarak da kızılan birer varlık olarak gezerler dilde.
Yıldız Dağı da böyle.
O’nu bize özel kılan elbete Pir Sultan Abdal.
İki bin beş yüz elli iki metre kadar yüksekliği var.
Genişçe bir düzlükte birden yükseldiği için heybetli de gözüküyor.
Eski adı Yenihan olan Yıldızeli’nin bu adı Yıldız Dağı’ndan aldığı da söylenir.
Bu heybeti ile şiirlere, efsanelere ve öykülere konu olan Yıldız Dağı’nı halk Nuh Peygamber ile buluşturmuştur.
Efsane bu ya, tufan zamanı her canlıdan bir çift alındığı söylenen ünlü gemi bizim oralardan geçerken Yıldız Dağı’na takılır. Telaşa düşen Nuh Peygamber bu ne hırs “yıldızlara mı değeceksin ey mübarek, biraz eğil” der.
Der demesine de,Yıldız Dağı eğilmek yerine enginleşmiş, daha geniş yüzeye yayılmış, böylece alçalmış, Nuh’un o meşhur gemisi de batmaktan kurtulmuş.
Yıldız Dağı’nın eteklerindeki köylerden biri de Pir Sultan Abdal’ın köyü olan Banaz’dır.
Pir Sultan Abdal’ın yakınlarından birine ait olduğu söylenen, Pir Sultan Abdal’ın katlinine duyulan üzüntüyü dile getiren şu şiir bu gerçeğin sözel bir belgesidir.
Usuldu, uzundu dedemin boyu,
Yıldız’dır yaylası, Banaz’dır köyü,
Yaz bahar ayında, bulanır suyu,
Sular ağlar ağlar Pir Sultan deyi.
Hatta çevre insanı, Pir Sultan’ın katledilişine Yıldız Dağı’nın bile ağladığını, sinesindeki damla hissi veren kaya döküntülerini buna işaret ettiğinden dem vurmaktalar.
Çevre köylerin, yaylak veya kışlak olarak hayatlarında var olmayı sürdüren bu yüce dağın, başındaki dumanın kalkmayışının sebebinin de bu olduğu içli ve sitemli biçimde ifade edilmektedir.
Gerçekte sönmüş volkanik bir dağ olan Yıldız Dağı’nın doruğunda buna bellilik olan krater ağzı veya su birikintisi (krater gölü) yoktur.
Eskiden ormanlarla kaplı olduğu söylenen Yıldız Dağı’nın şimdilerde sadece Yusufoğlan tarafında ormanlık alan vardır.
Hitit dönemine ait olduğu düşünülen kale kalıntıları ile dikkati çeken doruklarından süzlen al kırmızı tüfler, hüzüne sinmiş ağıtlar misali şavkır uzaklara.
Hititlerden Romalılara kadar bir çok medeniyete yataklık eden bu civarın köylerinin sakinliğinde, işte bu kadim kültürlerin Anadolu erenleri ile buluşmasından sonraki duruluk parıldamaktadır.
Aynı zamanda bir Türkmen kocası kimliğine bürünmüş Pir Sultan Abdal’ın yörenin dışındaki, Türkçe anlayabilen her coğrafya kültüründe iz bırakmış olması, Yıldız Dağı’nın ününü de bir o kadar artırmıştır.
O’nu yakından gördüğüm tarihin üzerinden üç sene geçti.
O zamandan beri, düşünür dururum;
16. Yüzyıl’ın, buraları kasıp kavurduğu söylenen kargaşasına tanıklık eden yöredeki dağların piri de, Pir Sultan Abdal yürekli Yıldız Dağı mıydı acep?
Bahar gelince hangi çiçek taa o zamandan beri aynı kökle, aynı yerde ve usanmadan açıyor acep?
Diyorum ki kardeşlerime, Yıldız Dağı’nın sinesinde ve eteklerinde sağlam karakterli bir çiçeğin adını Pir Sultan Abdal Çiçeği olarak adlandırıp, endemik özelliklerini, yetişme koşullarını ve bakımının bilimsel tespitini yapıp, duyuralım dünyanın umutlu canlarına.
Ad verelim ona.
Pir Sultan Abdal.
Kayak tesislerinden tutun da gezinti alanları içerikli projeli çalışmaların telaşesinde bu öneri yiter mi bilmiyorum.
Benimki şair düşü.
Bakarsın yürekli bir deli daha çıkar, olur der.
Olur.
Hem böylece gönlümüzdeki dumanı da kalkmış olur Yıldız Dağı’nın.