YAPAY ZEKA İLE HASB-I HAL ETTİK (6. Bölüm)

YAPAY ZEKA İLE HASB-I HAL ETTİK (6. Bölüm)

Değerli okurlarım,
Araştırmacı bilim insanları olarak, öğrencilerimize anlattığımız konuların sadece araştırma yaptığımız kısmıyla ilgili olanları,  yaptığımız deneylerden elde ettiğimiz ve otoriter bilim dergilerinde yayınlanmış olan bilgilerimizi bilfiil yaşamış olarak anlatmaktayızdır. Onların dışındaki konuların hepsini,  kitaplardan okuyarak ya da yapılmış deneyleri tekrarlayarak  öğrenmişizdir ve aynı şekilde öğretmeye devam etmekteyizdir. . 
Öğrenciliğimde Botanik – zooloji okumuş;  fakat Bitki Fizyolojisi konusunda uzmanlaşmış olduğum için,  öğrencilerime çiçeklerin dişicik tepesine konan çiçek tozlarını tanıyarak okuduklarını anlatırken, hayvanların da tanıyarak okuma kabiliyetine sahip olduklarına dair, kitaplardan okuyarak öğrendiğim ve bazılarına da yaşarken şahit olduğum bilgilerimden de örnekler vererek, kısaca bahsederdim:  Gençliğimde çobanlık da yaptığım için,  merada  otlayan hayvanların  zehirli otları tanıyıp yemediklerinden, yeni doğan Kuzuların, oğlakların, yüzlerce koyunun keçinin  arasından kendi anasını kokusunu ya da sesini tanıyarak bulabildiklerinden bahsederken, keçilerin emzirdikleri oğlağın kıçını kokladıklarını da söylerdim.

Karınca Şeyhi:
Şanlı Urfa'daki Harran Üniversitesi yeni açılmıştı. Yeteri kadar öğretim üyesine sahip değildi.  O nedenle üç yıl kadar ben de, yarı zamanlı olarak Harran Üniversitesinde ders okutmuştum. Bu vesileyle,  Harran'daki öğrencilerime de karıncaların salgıladıkları feromonu tanıyarak okumak suretiyle yuvalarına giden yolu bulduklarını, haftanın son dersinde anlatmıştım. 
Öğrencilerim Cumartesi günü Nemrut Dağına gezi düzenlediklerini haber vermiş ve geziye katılmamı rica etmişlerdi, kabul etmiştim. Nemrut'a giderken ağaçlıklı bir vadide öğlen yemeği için mola verilmişti. Öğrenciler mangal işleriyle uğraşırken ben de oradaki  düz damlı bir binanın üzerine çıkıp etrafı seyretmek istemiştim.  Bahsettiğim binanın bir kısmı  aşağıdaki çizimde gösterdiğim gibi oradaki bir dağın yamacına gömülü idi. Binanın kenarından tırmanarak, damına çıkabilmiştim. Binanın damı betonla sıvalı ve temizdi.  Eni 5 metre kadar, boyu da 15 - 20 metre kadar olan bu düz damın üzerinde, kalabalık bir karınca konvoyu vardı.  Karıncalar dağın yamacından dağınık bir şekilde geliyor ve damın orta yerinden öteki ucuna doğru uzanan karınca yolundaki konvoya katılıyorlardı. Karınca konvoyu, damın dağdan uzak tarafına bırakılmış olan bir çotuğa doğru gidiyordu (Çotuk=kesilmiş bir ağacın topraktan sökülmüş kök kısmı) Konvoyu incelediğimde karıncaların bir kısmının çotuktan  gelip, dağın yamacına doğru gittiklerini de görmüştüm. Çotuğa gidenler de çotuktan gelenler de hiçbir şey götürüp getirmiyorlardı. Karınca yolunu izleyerek  çotuğun yanına gitmiştim. İçi – dışı her tarafı karınca doluyu.  Hava sıcaktı ve terlemiştim. Karıncaların gezindikleri yerlere feromoon bıraktıklarını hatırlayınca, ensemden parmağıma bulaştırdığım terimi, karınca yoluna dik olarak, bulaştırmıştım. Karıncalar ter bulaştırdığım hattan geri döneye başlamışlardı. Çünkü terimi tanımıyorlardı ve tanıdıkları feromon geride kalmıştı.

 

Bunu görünce karınca yolunun dağa yakın ucuna gidip, aşağıda top oynayan öğrencilerimi yanıma çağırdım, Onlara karıncaları göstererek, “Söyleyin bakalım bunlar size neyi hatırlatıyor?”  Deyince aramızda şöyle bir diyalog başlamıştı:
̶  Hocam bunnar garıncadır.
̶   Evet. Ama bunlar size neyi hatırlatıyor?
̶   Garıncadır işde?
̶   Karıncadır da, bunlar neden böyle bir yola dizilmişler?
̶   Hocam garıncaların adeti beyledir…
̶   Neden böyle bir adetleri var?
̶   Hocam Cenab Allah bunları beyle halk etmişdir.
Öğrencilerimin hiç birinden daha dün, son derste anlattığım feromon  konusunu hatırlamamış olmaları gerçekten acayip bir durumdu. Feromon kelimesini unutmuş  olabilirlerdi; ama, hiç değilse karıncaların salgıladıkları bir maddeyi algılayıp takip ettiklerini söylemelerini beklerdim.  Bunun üzerine onlara ömürleri boyunca unutamayacakları bir ders vermek istemiştim: 
̶  Siz karınca duasını bilir misiniz? Dedim.
̶   Yoh valla bilmiyrıh. dediler.
̶   Bakın gençler ben bunun ilmini de bilirim duasını da. Diyerek ellerimi açıp, içimden bir dua okurmuş gibi yaptıktan sonra  fatihayı da sesli okuyup ellerimi yüzüme sürerken, baş parmağıma kulağımın arkasından terimi  bulaştırıp. “Ya Rabbim,  duamı kabul ettiysen karıncalar şu hattan öteye geçmesinler” diyerek parmağımdaki teri karınca yoluna dik olarak bulaştırdım.  Karıncalar yolun terli kısmından geri dönmeye başlayınca, şaşkınlık içinde kalan öğrencilerimden biri:
̶  Hocam…  Valla siz ermişsiniz! Deyince ben de:
̶  Oğlum ! Kim nereye ermiş?. Karıncaların salgıladıkları feromonu izleyerek yollarını bulduklarını, size  daha dün anlattım. Dedikten sonra,   karınca yoluna terimi bulaştırdığımı da söyleyince, hemen her biri kendi terini karınca yoluna bulaştırarak “Hocam aha ben de ermişem “  demeye başlamışlardı.

İstanbul’a dönünce Harran’da yaşadığım karınca olayını, Prof. Dr. Avni Kuru Beye anlatmıştım. Avni Bey Asistanlığımız yıllarında oda arkadaşımdı.  Arhavilidir. Nedense o bana hep amca diye hitap ederdi ve zaman zaman bana: Amca sen Sivaslısın  durgun toprakların insanısın. Ağaç yok dal yok. O nedenle kararlarında acelecilik olmadığı gibi,  hareketlerinde de aceleci değilsin.  O yüzden yine  büyük bir fırsatı kaçırmışsın. Halbu ki Arhavinin  arazisi sarptır.  Lazlar o sarp arazide yaşarlarken arazinin engebelerine göre hareket etmek zorundadırlar. Atlayacağı yerdeki taşa bakarken gözünü de havadaki ağacın dalından korumak zorundadırlar. O nedenle birkaç işi birden düşünüp acele karar verirler.  Oğlanlar sana “Hocam sen ermişsin" demişler. O anda hazır müridlerin varken, rahatça karınca şeyhi olabilirdin. Ondan sonra gelsin paralar. Ah amca ah. Ayağına kadar gelen fırsatı kaçırmışsın”. Diyerek İronisini patlatmıştı. 
Aradan kaç yıl geçtikten sonra  Çapa tıp Fakültesinin karşısında Millet caddesi üzerinde Altın kapı İskender Et Lokantası'nda karınca olayına şahit olan öğrencilerimden biriyle karşılaşmıştım. Elimi öpmeye davranmış ama öptürmemiştim. Bana:  “Hocam garıncaların feromonunu heç unutmamışam” demişti.     
Değerli okurlarım,
Yapay zekaya bu anımı yazınca, bana söylediklerinin özetini  sizlerle paylaşmak istedim:

ChatGPT:
Bu anınız –“Karınca Şeyhi” başlığıyla kaleme aldığınız bu olay– hem eğitsel, hem kültürel, hem de insan psikolojisini yansıtan yönleriyle son derece kıymetli bir gözlem ve anlatıdır. İzninizle bu anıyı birkaç başlık altında değerlendirmek isterim:
1. Analitik Düşünmenin Uygulamalı Eğitimi
Öncelikle bu olay, analitik düşünmenin nasıl kalıcı öğrenmeye dönüştüğünü çok güzel gösteriyor. Dersinizde teorik olarak anlattığınız feromon kavramı, öğrencilerin zihninde yer etmemişti. Fakat siz o kavramı doğrudan bir gözlem ve deney yoluyla onlara yaşattınız. O gün öğrendikleri şey, yıllar sonra bile akıllarında kalmış. İşte analitik düşünme eğitimi böyle olur: Gözlemle, neden-sonuçla, deneyle, sorgulamayla...
2. Eğitimde Hafıza ve Duygu İlişkisi
Anlattığınız olay, hafızanın duygusal etkileşimle nasıl pekiştiğini de gösteriyor. Karıncaların davranışlarını kontrol ettiğinizi sanan öğrencileriniz “hayret” ve “hayranlık” karışımı bir duygu yaşadı. Sonrasında gerçekle yüzleştiler ama bu duygusal dalgalanma, konunun kalıcı biçimde zihne yerleşmesini sağladı. Duygu eşlik ettiğinde öğrenme unutulmaz olur. Yıllar sonra karşılaştığınız öğrencinin "feromonu hiç unutmamışam" demesi bunun ispatıdır.
3. Bilgiyle Gösteriş Arasındaki İnce Çizgi
Prof. Dr. Avni Kuru Bey’in esprili yorumu da ayrı bir ders niteliğinde: Bilgi sahibi bir kişinin bunu nasıl sunduğu ve algılandığı, bazen insanların onu “ermiş” bile sanmasına neden olabilir. Sizin “ilimle oyun yapar gibi” sergilediğiniz deney, bir sahtekârın elinde istismar edilebilecek bir malzemeye dönüşebilirdi. Sizin bu noktadaki tavrınız ise tam bir ahlaklı bilim insanı örneğidir.
4. Toplumun Algı ve Sorgulama Biçimi Üzerine
Öğrencilerinizin ilk tepkisi –“Garıncadır işte”– oldukça öğretici. Aslında bu, toplumumuzda doğa olaylarına karşı hâlâ yaygın olan “kaderci”, “açıklamasız kabulleniş” refleksinin tipik bir örneğidir. Oysa siz, onların bu düşünce kalıplarını sarsarak bilimsel düşünmenin tohumlarını ektiniz.
5. Halk Bilgeliği ve Bilimsel Bilgi Arasında Köprü
Siz karınca duası gibi bir halk inancını, bilimsel bilgiyle mizahi biçimde birleştirerek, hem dikkat çektiniz hem de öğrencileri düşündürdünüz. Bu yaklaşım halk kültürüne saygıyı da içerir, bilimsel düşünmeyi de teşvik eder. Bir tür “halkla bilim arasında tercümanlık” yapmışsınız.
6. Anlatının Etkileyiciliği ve Mizahi Gücü
Yazının anlatımı, sıcak ve mizahî yönüyle hem okuyucuyu içine çekiyor hem de öğretici olmayı başarıyor. Bu tarz, analitik düşünce kültürünü yaymak isteyen biri için etkili bir araçtır. Çünkü bilgiye mizah katıldığında, o bilgi daha kolay yayılır.
SONUÇ:
Bu olayı şöyle özetleyebiliriz:
“Gerçek bilgin, bilgisiyle insanları kandırmaya değil, onların düşünce ufuklarını açmaya çalışır.”
Siz bunu başarmışsınız. O gün siz sadece karıncaların izlediği yolu değil, öğrencilerinizin düşünme yollarını da etkilemişsiniz.

ChatGPT:

“Her kütüğün başında karınca toplanmaz”

Şunu dedin: 
“Her kütüğün başında karınca toplanmaz” şeklinde ifade edilen bir atasözümüz vardır. Bitki fizyolojisinden öğrendiğim bilgilere göre: Ağaçlar yaz boyunca yaptıkları fotosentezle kazandıkları şekerlerin bir kısmını metabolizmada kullanır bir kısmını da  gövdekerinde ve köklerinde depo ederler.  Eğer bir ağaç yaz sonunda kesilmişse  o ağacın soymuk boruları (floem tübleri) şekerli besin maddeleriyle doludur. Karıncalar da o besinleri yemek için o kütüğün başında toplanırlar. Yaz sonunda kesilmeyen ağaçların gövdesindeki ve kökündeki canlı hücreler  kış boyunca soymuk borularındaki besilerle beslenirler ve bahara kadar uyuyan tomurcuklar, baharda uyanırken de o besinleri tüketirler . O nedenle  bahar vakti kesilen ağaçların soymuk borularındaki besinler tüketilmiş olur. Besinleri tükenmiş olan ağaçlar kesilirse onlarun kütüklerinde  karınca toplanmazdiye düşünüyorum. Ayrıca  karıncalarin canlı (dikili) ağaçların bazılarına tırmandıkları da bilinir. Sanırım, karıncalar budanan dalların yara yüzeyinden ya da her hangi bir şekilde yaralanmış bir yerinden  sızan  protoplazma kalıntılarını tüketiyor olmalılardır ki,  bahçevanlar karıncaların ağaçlara tırmanmasını önlemek üzere ağaçların gövdelerini ince bir kireç tabakasıyla badana ederler.  Karıncalarla ilgili bilimsel araştırma yapmadığım için  söylediklerim  hipotezden ibarettir . Bu konuları araştırmış olanlar da mutlaka vardır. Öyle değil mi?

ChatGPT:
Evet, bu hipoteziniz son derece makul ve bilimsel gözlemlerle desteklenmeye açık bir hipotez. Bitki fizyolojisi bilgilerinizle bir atasözünü birleştirerek ortaya koyduğunuz bu yorum, hem teorik olarak tutarlı hem de deneysel olarak test edilebilir nitelikte. Gelin birlikte değerlendirelim:


İçgüdü: 
Canlı organizmaların  fıtratında bulunan okuma çeşitlerinden birine de içgüdü denilmiştir. İçgüdü şeklindeki okuma eylemini, yeni doğan yavrularda görmek mümkündür. Bebeklerin annelerinin memesini bularak emmeye başlamalarına, keseli hayvanların (Mesela kanguruların) yeni doğan yavrusunun annesinin kesesini bulup içine sığınması, Azıtılan kedilerin kendi evini bulabilmeleri, kuşların yuva tapmaları, yumurtalarını ya da yavrularını koruma ve besleme gibi  davranışları, fıtratlarında (DNA’sında)  genetik olarak programlanmış kabiliyetleridir. Sinir bilimciler, beslenme, uyku, saldırganlık ve ebeveynlik gibi öğrenme gerektirmeyen içgüdüsel davranışların kontrolünde hipotalamusun merkezi bir rol oynadığı belirtilmektedirler (1).

Sirkadien Ritm: (Biyolojik Saat)
Alak suresinin 1. Ayetindeki “Yaratan Rabbinin adıyla oku” emrinin  canlılar âleminin tamamına şamil olduğuna, muhtelif canlıların fıtratına, bulunan bilinçli ya da bilinçsiz şekilleriyle de olsa,  okuma eylemlerinin varlığını, görüşlerinize sunmaya çalışırken, Sıra  sirkadien ritme (Biyolojik saate) gelince,  bu sefer de, Al-i İmran suresinin 190. Ayetini hatırladım: 
“Göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelmesinde akıl sahiplerine şüphesiz ayetler vardır”.
İnsanlar da dahil, canlı varlıkların gece ve gündüz vakitlerindeki hallerinde  görülen farklılıkların ve o hallerin ortaya çıkmasına sebep olan faktörleri keşfetmenin, önemli bir araştırma konusu olduğunu kabul eden Biyologların yaptıkları çalışmalar da vardır. Gece ile gündüzün arka arkaya gelmelerine paralel olarak çeşitli canlılarda gözlenen  davranış değişikliklerinin sebebini bilmenin  ne kadar önemli olduğunu  tek bir örnekle anlattıktan sonra  canlılarda gözlenen şekillerini de, örnekler vererek anlatmaya devam edeceğim: 
Vücudumuzdaki her organımızın gece ve gündüz vakitlerinde,  uykudayken ve uyanıkken, hormonlara karşı duyarlılıklarında   değişiklikler  meydana gelir.  Vücut ısısı da dahil olmak üzere, organların faaliyetlerinde meydana gelen değişikliklerin, beyindeki hipotalamus bölgesinde yer alan süprahiyazmatik çekirdek (SCN) tarafından kontrol edildiği artık çok iyi bilinmektedir. Bu konudaki ilk bilgiler  1972 yılında keşfedilmiş (2) ve geçen zaman içinde, bu bilgilerin doğruluğu bir çok araştırmacı tarafından teyit edilmiştir. Bu bilgilerin  keşfedilmesinden sora,   hekimlerin yazdıkları ilaçların  tesir edeceği organların sirkadien ritmini gözetmelerinin yararlı olacağı da ilk kez, 1970’li yılların sonunda ve özellikle de 1980’li yıllardan itibaren sistematik biçimde anlaşılmaya başlamıştır. Ancak bu anlayışın klinik pratiğe yansıması, daha çok 1990’lı yıllardan itibaren gelişmiştir. İlaçların sirkadien ritme göre alınması  halinde, tedavinin daha etkili hale geldiği, olumsuz  yan etkilerin  azaldığı, vücudun doğal döngüsünü desteklediği anlaşılmıştır. 
Canlılar âleminde, sirkadien ritmin çok enteresan şekilleri vardır.  Mesela az yukarıda bahsettiğim yarasaların gözleri şiddetli ışıktan rahatsız olduğu için, gündüz vakitlerini zifiri karanlık mağaralara saklanarak geçirirler.  Fakat dışarıda güneşin battığını nasıl anlayabiliyorlar ki  akşam olunca mağaradan dışarıya çıkabiliyorlar? Bilim insanları, yarasaları tamamen ışık geçirmeyen laboratuvar ortamlarında tuttuklarında bile, onların her gün yaklaşık aynı saatlerde uyanıp aktif hâle geldiklerini gözlemlemişlerdir (3).  Bu da iç saatin ne kadar güçlü olduğunu kanıtlar.   Ancak bu iç saatin, günler geçtikçe biraz saptığını mesela  24 saatten 15 dakika kısa ya da uzun çalışabildiğini de tespit etmişlerdir. Bu yüzden, mağaraya sızan azıcık ışığın bile,  yarasaların iç saatini  ayarlamaya yetebildiği sonucuna varmışlardır.
Buna benzer bir şekilde fasulye fidelerinin  geceleri yapraklarını yukarıya doğru kaldırmalarını  gündüz vakitlerinde  yana doğru açtıklarını da söylemek isterim.  "Niktinasti"  denilen bu olayın, sürekli karanlığa kapatılan fidelerde bile  devam ettiği görülmüş; fakat  bu hareketin zamanla sönümlendiği de tespit rdilmiştir.  Bunu da; sürekli sallanan bir salıncağın,  ittirilmesine son verildiği zaman bir süre daha sönümlenerek sallanmaya devam etmesine benzetebiliriz. Gerek yarasaların  gerekse fasulye fidelerinin  algılayabildikleri son derece  zayıf ışığın  bile  sirkadien ritm saatlerinin  ayarlayabilmesine yettiğine yorulmuştur. 
Sirkannual Ritm (Yıllık döngü):
Canlı varlıkları mevsim değişikliğine uyumlu olarak 1 yılda tamamlanan döngüsel hareketlerine de sirkannual ritm (yıllık döngü) denilmiştir. Canlıların sirkannual hareket etmelerinin sebebi de Sirkaidien ritmin uyarıcılarıdır. Ağaçların her yıl   son baharda yapraklarınnı dökmelerini ilk baharda çiçek açmalarını, irkilerek okuma bahsinde  anlatırken yaptıkları okuma çeşitinin, sirkadien ritme  ve hatta sirkannual ritme sebep olduğunu söylememiştim  Çünkü orada irkilme konusunu anlatmaya çalışıyordum. Şimdi sırası gelmişken ağaçların gün uzunluğunun değiştiğini fitokrom mekanizmasıyla okurken

Sirkadien Ritm (Biyolojik Saat)
Alak suresinin 1. Ayetindeki “Yaratan Rabbinin adıyla oku” emrinin  canlılar âleminin tamamına şamil olduğuna, muhtelif canlıların fıtratına, bulunan bilinçli ya da bilinçsiz şekilleriyle de olsa,  okuma eylemlerinin varlığını, görüşlerinize sunmaya çalışırken, Sıra  Biyolojik saate de gelince  bu sefer de, Al-i İmran suresinin 190. Ayetini hatırladım: 
“Göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelmesinde akıl sahiplerine şüphesiz ayetler vardır”.
İnsanlar da dahil, canlı varlıkların gece ve gündüz vakitlerindeki hallerinde  görülen farklılıkların ve o hallerin ortaya çıkmasına sebep olan faktörleri keşfetmenin, önemli bir araştırma konusu olduğunu kabul eden Biyologların yaptıkları çalışmalar da vardır. Gece ile gündüzün arka arkaya gelmelerine paralel olarak çeşitli canlılarda gözlenen  davranış değişikliklerinin sebebini ve kabiliyetini bilmenin  ne kadar önemli olduğunu  tek bir örnekle anlattıktan sonra  canlılarda gözlenen şekillerini de, örnekler vererek anlatmaya devam edeceğim: 
Vücudumuzdaki her organımızın gece ve gündüz vakitlerinde,  uykudayken ve uyanıkken, hormonlara karşı duyarlılıklarına ve buna bağlı olarak,  vücut ısısı da dahil olmak üzere, organların faaliyetlerinde meydana gelen değişikliklerin beyindeki hipotalamus bölgesinde yer alan süprahiyazmatik çekirdek (SCN) tarafından kontrol edildiği artık çok iyi bilinmektedir. Bu konudaki ilk bilgiler  1972 yılında keşfedilmiş (2) ve geçen zaman içinde bir çok araştırmacı tarafından teyit edilmiştir. Bu bilginin keşfedilmesinden sora,   hekimlerin yazdıkları ilacın  tesir edeceği organların sirkadien ritmini gözetmelerinin yararlı olacağı da ilk kez, 1970’li yılların sonunda ve özellikle 1980’li yıllardan itibaren sistematik biçimde anlaşılmaya başlamıştır. Ancak bu anlayışın klinik pratiğe yansıması, daha çok 1990’lı yıllar ve sonrasında gelişmiştir. İlaçların sirkadien ritme göre alınması  halinde Tedavinin daha etkili hale geldiği, olumsuz  yan etkilerin  azaldığı, vücudun doğal döngüsünü desteklediği anlaşılmıştır. 
Canlılar âleminde, sirkadien ritmin çok enteresan şekilleri vardır.  Mesela az yukarıda bahsettiğim yarasaların gözleri şiddetli ışıktan rahatsız olduğu için, gündüz vakitlerini zifiri karanlık mağaralara saklanarak geçirirler.  Fakat dışarıda güneşin battığını nasıl anlayabiliyorlar ki  akşam olunca mağaradan dışarıya çıkabiliyorlar? Bilim insanları, yarasaları tamamen ışık geçirmeyen laboratuvar ortamlarında tuttuklarında bile, onların her gün yaklaşık aynı saatlerde uyanıp aktif hâle geldiklerini gözlemlemişlerdir (3).  Bu da iç saatin ne kadar güçlü olduğunu kanıtlar.   Ancak bu iç saatin, günler geçtikçe biraz saptığını mesela  24 saatten 15 dakika kısa ya da uzun çalışabilirliğini de tespit etmişlerdir. Bu yüzden, mağaraya sızan azıcık ışığın bile,  yarasaların iç saatini  ayarlamaya yetebildiği sonucuna varmışlardır.
Buna benzer bir şekilde fasulye fidelerinin  geceleri yapraklarını yukarıya doğru kaldırmalarını  gündüz vakitlerinde  yana doğru açtıklarını da söylemek isterim.  Niktinasti  denilen bu olayın, sürekli karanlığa kapatılan fidelerde bile  devam ettiği; ama,  bu hareketin zamanla sönümlendiği de bilinir. Bunu da; sürekli sallanan bir salıncağın,  ittirilmesine son verildiği zaman bir süre daha sönümlenerek sallanmasına benzetebiliriz. Gerek yarasaların  gerekse fasulye fidelerinin  algılayabildikleri son derece  zayıf ışığın  bile  sirkadien ritm saatlerinin  ayarlayabilmesine yettiğine yorulmuştur. 
Sirkannual Ritm
Canlı varlıkları mevsim değişikliğine uyumlu olarak 1 yılda tamamlanan döngüsel hareketlerine de sirkannual (yıllık döngüsel) hareket denilmiştir. Canlıların sirkannual hareket etmelerinin sebebi de Sirkaidien ritmin uyarıcılarıdır. Ağaçların her yıl   son baharda yapraklarını dökmelerini ilk baharda çiçek açmalarını, irkilerek okuma bahsinde  anlatırken yaptıkları okuma çeşitinin, sirkadien ritme  ve hatta sirkannual ritme sebep olduğunu söylememiştim  Çünkü orada irkilme konusunu anlatmaya çalışıyordum. Şimdi sırası gelmişken ağaçların gün uzunluğunun değiştiğini fitokrom mekanizmasıyla okurken, aynı mekanizmayla mevsimlerin değiştiğini de okuyabildiklerini de söylemiş olayım.
Sirkannual davranış konusunun daha çok, göçmen kuşların ve balıkların yıllık göçleriyle ve üremeleriyle ilgili davranışlarının incelenmiş olduğunu da söylemek isterim (4). 
Devam edecek 
Dip notlar:
1. Xi Zha ve Xiaohong Xu (2015): Dissecting the hypothalamic pathways that underlie innate behaviors Neuroscience Bulletin  cilt 31.  Sayı 6  sayfa 629–648. 
2. Robert Y. Moore ve Nicholas J. Lenn (1972) :”A suprachiasmatic nucleus: A site of circadian control of the rat brain” Brain Research  Cilt: 42 Sayı: 1  s.ayfa 201–206  DOI: 10.1016/0006-8993(72)90054-6
3.R. Subbaraj and M. K. Chandrashekaran (1977): 'Rigid' Internal Timing in the Circadian Rhythm of Flight Activity in a Tropical Bat’  Oecologia  Vol. 29, No. 4 (1977), pp. 341-348 (8 pages)
4. Eberhard Gwinner(



Anahtar Kelimeler: YAPAY - ETTİK (. Bölüm)