Tarih: 11.05.2025 17:00

Unvanlar Yarışıyor, Eğitim Kan Kaybediyor

Facebook Twitter Linked-in

Serdar Adil yazdı. "Haksızlığın olduğu yerde tarafsızlık, suça ortaklıktır."

Geçtiğimiz haftalarda Sivas İl Milli Eğitim Müdürlüğünde giderek büyüyen şef–müdür çatışmasına dikkat çekmiş, bu çatışmanın eğitimin asli hedeflerini gölgeleyecek düzeye ulaştığını belirtmiştik. Bu haftaki köşemizde, Sivas’ta bir öğrencinin okulda maruz kaldığı darp olayı üzerinden bu kurum içi çekişmenin nelere mal olduğunu bir kez daha sorguluyoruz.

Sivas’ta bir lise öğrencisi, sınıf arkadaşları tarafından darp edildi. Öğretmen göremedi, idare hissedemedi, müdürler geç fark etti, sistem ise ancak sosyal medya duyunca tepki verdi.

Oysa bu yaşananlar bir sabah ansızın ortaya çıkmış bir felaket değil, yıllardır kurumsal vicdanın altında biriken tortunun dışa vurmuş hâliydi. Çünkü Sivas İl Milli Eğitim Teşkilatı gibi birçok kurumda, artık şefler ile müdürler arasında yaşanan yetki savaşları, hizmetin önüne geçmiş durumda.

Birbirini görmezden gelen, görev sınırlarını aşan ve yetkiyi kişisel çekişmelere dönüştüren bu mücadele; çocukların geleceğini, öğretmenlerin itibarını ve okulun güvenliğini gölgede bırakıyor.

Kurumda Üstlük Değil, Altlık da Değil, Sadece Kırılganlık Var
Bir tarafta “Ben daha eskiyim, mevzuatı ben bilirim” diyen şefler…
Diğer yanda “Ben yöneticiyim, nihai kararı ben veririm” diyen müdürler…
Ve tam ortada kalanlar: çocuklar, öğretmenler, veliler, hatta memleketin geleceği.
Soruyorum şimdi açıkça:
Madem bu kadar yetki savaşı içindesiniz, bu darp olayının sorumluluğunu hanginiz üstleneceksiniz?
Bu çocuğun başını sınıfta yere eğdiren korkuyu kim cesaretle sahiplenip, “Bu benim sorumluluğumdu” diyebilecek?

Gogol’ün Müfettişi ve Bizim Gerçeğimiz
Nikolay Gogol’un ölümsüz eseri Müfettiş’te, küçük bir kasabanın yöneticileri, sıradan bir yolcuyu müfettiş sanır ve paniğe kapılır. Her biri kendi kusurunu örtme telaşıyla birbirinin üzerine basmaya, göstermelik düzenler kurmaya başlar. Oysa gelen kişi müfettiş değildir. Gerçek müfettiş hiç gelmez. Ama en büyük trajedi de budur zaten: Müfettişin kendisi değil, sadece ihtimali bile tüm yalanları gün yüzüne çıkarmaya yeter. Yani kimse hesap sormadan, herkes kendi suçunun ağırlığı altında çöker.

Bugün biz de aynı oyunun içindeyiz. Sivas’ta bir öğrencinin sınıf içinde darp edilmesiyle herkes birden harekete geçti. Müdür açığa alındı, açıklamalar yapıldı, uzaklaştırmalar verildi… Ama asıl soruyu kimse sormuyor: O çocuk yere düşmeden önce bu kurum neyle meşguldü?
Bizde de müfettiş yoktu. Ama bir video yayıldı, bir haber yapıldı ve herkes pozisyon almaya başladı. Tıpkı Gogol’ün kasabasındaki gibi… Herkes birbirinin arkasına saklanmaya çalıştı. Ama en sonunda, herkes birbirine aynadan bakmak zorunda kaldı.

Asıl Sorun: Liyakatin Yerine Sadakatin Konması
Bu çatışmanın kökleri derine uzanıyor. Artık idari makamlara, bilgisiyle değil; bağlılığıyla yükselen isimler atanıyor.
Şef, müdürden tecrübeli; müdür, şefi hiyerarşide ezerken; kurumun hedefi olan “eğitim” hep göz ardı ediliyor.
İç denetimler göstermelik, liyakat değerlendirmeleri formalite, sendikalar ise sadece aidiyet listesi tutar hâle gelmiş.
Ve bu ortamda tek gerçek: herkesin birbirinin yetki alanına saldırdığı bir kaos…

Bu Kaosta En Çok Kim Zarar Görüyor Biliyor Musunuz?
Ne şefler, ne müdürler…
Öğrenciler.
Kimi darp ediliyor, kimi öğretmensiz kalıyor, kimi rehberlik desteğine ulaşamıyor.
Çünkü içeride herkes birbiriyle meşgul; dışarıda eğitim kan kaybediyor.

Çözüm nasıl mümkündür?
Bu kör çekişmeden çıkış; görev sınırlarının netleşmesi, liyakat temelli atamaların esas alınması ve herkesin asli görevine odaklanmasıyla mümkündür.
Şef, tecrübesiyle süreci yürütmeli; müdür, yöneticiliğiyle yön vermelidir. Artık birbirini alt etmekten vazgeçip birlikte iş üretmeye dönülmelidir. Çünkü mesele ne yetki yarışı ne de makam mücadelesidir; mesele çocuklarımızın geleceğidir.
Herkesi aklıselime,
Görev sınırlarına,
Birlikte iş yapma erdemine çağırıyorum.
Artık birbirinizin koltuğuna göz dikmeyi bırakın.
Çünkü siz koltuk kavgası verirken, bir çocuk sınıfta kendini yalnız hissediyor.
Ve unutmayın; kaybeden sizin unvanınız değil, bu ülkenin geleceği oluyor.


Serdar Adil’in Kaleminden Yakında:

“Dilsiz Şahitlik: Siyasetin Gölgesinde Usulsüzlük”
Sivas’taki siyasi parti yöneticilerinin kamu kurumlarındaki usulsüzlükleri görmezden gelmesi artık bir istisna değil, neredeyse bir refleks haline gelmiş durumda. Biliyorlar, konuşmuyorlar. Çünkü her an kapısını çalabilecekleri kurumların kapılarını kendi elleriyle kapatmak istemiyorlar. Perde arkasında yüksek sesle konuşulanlar, kamuoyu önünde kısık bir fısıltıya dönüşüyor. Bu suskunluk, sadece siyaseti değil, adaleti de sessizliğe mahkûm ediyor.

“Vekil Müdürün İlk Torpili Kendine”
Vekâleten İnsan Kaynakları Müdürü olarak atanan isim, ilk hamlede kendisini Ayniyat Saymanı kadrosuna atadı. Okuyan herkesin aklında tek bir soru: “İlk fırsatta kendini seçen, adaleti nasıl seçecek?”

“İmardan Yolsuzluğa: Bir Şehir Anatomisi”
Şehirlerin imar düzenlemeleri çoğu zaman kamu yararı süsüyle paketlenir. Oysa gerçekte şekillenen her parsel, çizilen her plan, şehrin değil çıkar çevrelerinin elini güçlendirir. Çünkü imardan sorumlu koltuklara, o şehirde en fazla rant beklentisi olanların işaret ettiği isimler oturur. Bu da kent planlamasını bir kamu politikası olmaktan çıkarır, özel kazançların hukuka bürünmüş haline dönüştürür. Kimin arsası kıymet kazanacak, kimin binası yoldan muaf tutulacak, kimin talebi plan notuna dönüşecek... Bunların hiçbiri tesadüf değildir. Ve şehir dediğimiz yapı; betonla değil, sessizce yapılan ayrıcalıklarla çürümeye başlar.
 




Orjinal Habere Git
— HABER SONU —