< Elleri, ayakları hırslı, zayıf çırpınışlarla, kasılma hareketleriyle suyu çalkalayıp, dövmeye başladı. Ama o, elleriyle ayaklarını ve onlara suyu çalkalatıp dövdüren hırsı aldatmıştı. Artık çok derindeydi. Bu ellerle ayaklar onu hiçbir zaman suyun yüzüne çıkaramazdı artık. Argın bir halde, düş gibi bir hayal evi içinde sürükleniyordu sanki. Her yanını renkler, ışıklar sarıp onu yıkadı, içini doldurdu. Neydi bu ? Bir fener ışığı gibiydi, -ama beyninin içindeydi sanki bu fener-şimşek şimşek çakan, parlak, beyaz bir ışıktı. Daha hızlı, gittikçe daha hızlı çakmaya başladı; gümbürtülü, uzun bir ses çıktı; ona sanki dipsiz bir merdivenden aşağı yuvarlanıyormuş gibi geldi. Ve dipte, bir yerde karanlığa gömüldü. Bu kadarını bilebildi. Karanlığa yuvarlanmıştı. Aynı anda bildiği son şey, bir daha bilemeyeceği oldu.>> 1876-1916 Yılları arasında yaşayan ve Amerikan Edebiyatının en önde gelen yazarlarından biri olan ve kırk yıllık kısacık yaşamına 50 cilt eser sığdıran Jack London?un hayatından en çok izler, yansımalar taşıyan ve en meşhur ?otobiyografik? eseri, bu nefis fakat o derece de trajik intihar tasviriyle sona eriyordu. İlginç bir benzeşmeyle, ünlü Amerikalı yazar Jack London?un kısacık yaşamı da, romandakine paralel bir şekilde trajik bir intiharla sonuçlanacaktı!!!!!! Jack London?un annesi Flora Wellmann spirtualist bir müzik öğretmeniydi. Jack?ın ?biyolojik babası? olduğu düşünülen William Chaney ise astrologdu. Wellman; biyolojik babası Chaney?in bebeği aldırmasını istemesi üzerine Flora kendisini vurmaya kalksa da ölümcül bir yara almamış, fakat geçici olarak akli dengesini yitirmişti!!!Doğumdan sonra bebeğin bakımı eski bir köle olan Virginia Prentiss?e verilir. Prentiss, London?un hayatındaki başlıca ?anne? imgesi olarak kalacaktır. Flora Wellmann, Amerikan İç Savaşı gazisi John London ile evlenince, sonradan ?Jack? olarak anılacak bebek John da onlarla birlikte yaşamaya başlar. Jack, ilkokulu Oakland?da okur. Jack London, özellikle buradaki yerel kütüphanede yoğun bir şekilde kitap okuyarak kendini yetiştirir. London, yaşamını idame ettirebilmek için bulabildiği her türlü işi yapar: Irgatlık, denizcilik, altın arayıcılığı vs. İş bulamadığı zamanlarını ise sokaklarda serseri bir şekilde yaşayarak geçirir.1894 Yılında serseriliğinden dolayı ?Buffalo?daki Erie County? Cezaevi?nde bir ay hapis yatar. Daha sonraları, ?Yol? adlı yapıtında bu hapishane ortamını ?düşünülemeyecek korkunçlukta ve bir insanın düşebileceği en derin çukur? olarak tarif eder. Çeşitli denizcilik deneyimlerinden sonra, memleketi Oakland?a döner ve Oakland Lisesi?ne kaydolur. Burada ?Aegis? adlı okul dergisine birkaç yazısıyla katkıda bulunur. Bu yazılarından yayımlanan ilk eseri ?Japonya Kıyılarında Tayfun?, denizcilik deneyimlerinin ve gözlemlerinin bir meyvesi sayılabilir. Jack London, 1896 yılında yoğun bir çabanın ardından Berkeley Üniversitesi?ne kaydolur. Fakat, maddi zorluklar yüzünden çok geçmeden buradan ayrılmak zorunda kalır ve hiçbir zaman bir ?üniversite diploması? sahibi olamaz. London, kayınbiraderi James Shepard ile ?Klondayk Altın Avı?na? katılır. İlk başarılı öykülerini burada yazacak olan London için Klondayk dönemi sağlığı açısından pek de iyi gitmez. London, Klondayk?ın tüm güçlüklerine karşın hayatta kalmayı başarır. Buradaki deneyimleri, onun en iyi yapıtlarından sayılan ?Ateş Yakmak? adlı kitabını yazmasına esin kaynağı oluşturur. London, Oakland?ı iş etiğine sıkı sıkıya bağlı, sosyal vicdan sahibi, sosyalist eğilimli biri olarak terk eder ve sosyalizmin aktif bir destekleyicisi birine dönüşür. Ayrıca, kendisi için yoksulluktan tek çıkış yolunun ?bilgisini satmak? olduğuna karar verir. 1898 Yılında Oakland?a döndüğünde yazdıklarını yayımlatma çabasına girişir. Yayımlanan ilk öyküsü ?Yoldaki Adam? dır.Bu öyküsü için ?Overland Montly? ona yalnızca ?5 Dolar? teklif edince, London neredeyse yazarlık kariyerini sonlandırmanın eşiğine gelir. ?The Black Cat? dergisi, ? A Thousand Deaths? adlı öyküsünü kabul ederek ona ?40 Dolar? ödeyince, kendi ifadesiyle ?harfi harfine ve ebedi olarak? kurtulur. Kaleme aldığı öyküleri dergilerde yayımlatma çabalarını ve bu sırada yaşadığı düş kırıklıklarını ?otobiyografik? romanı ?Martin Eden? de şöyle anlatır: << Oturup düşünceli düşünceli masasına baktı. Masanın üstünde mürekkep lekeleri vardı. Martin birdenbire bu masayı çok sevdiğini fark etti. ?Benim sevgili masacığım? dedi, ?seninle oldukça mutlu saatler geçirdim; her şey bir yana, sen de bana iyi arkadaşlık ettin doğrusu. Beni hiç yüzüstü bırakmadın, başarısızlığımın karşılığı olarak bana geri çevirme pusulaları vermedin, fazla çalıştığım için hiç sızlanmadın.? Kollarını masanın üzerine koyup, yüzünü kolları arasına gömdü. Boğazına bir acı tıkanmıştı; ağlamak geldi içinden.>> London, burada bireyin toplum karşısındaki ?yalnızlığını? çok güzel bir şekilde betimlemektedir. Şair George Sterling ile Oakland?ın Lake Merritt bölgesinde kiralık villasında yaşarken tanışan London, zamanla onunla oldukça iyi arkadaş olur. Sonradan London Sterling?i; ölümsüz otobiyografik eseri émartin Eden?de ?Russ Brissenden? karakteriyle anlatacaktır: < Arizona?dan geldiğini söyleyen Brissenden, biraz sonra laf arasında: ?Ha? dedi, ?veremim ben. Birkaç yıldır ikliminden yararlanmak için orada yaşıyordum.?( o zamanlarda henüz vereme karşı bir aşı geliştirilememiş olduğu için vereme yakalanmış insanlara ?ölmüş? gözüyle bakılırdı)>> Jack London, 26.000 Dolara California Glen Ellen?de 4 Km2?lik bir çiftlik alır. Jack London, özene bezene yaptırdığı orman evinin kundaklanmasından sonra şunları söyleyecektir: ?Ev yakan takımından olmaktansa, evi yananlardan olmayı tercih ederim!!!!!!? Jack London, çok sevdiği Hawai?yi son kez Aralık 1915?te ziyaret eder. Temmuz 1916?da çiftliğine geri dönen London, ?böbrek yetmezliği? sebebiyle 22 Kasım 1916?da ölür. Jack London?un ölüm sebebi çok tartışılmıştır. Pek çok kaynakta aşırı dozda ilaç alarak ?intihar? ettiği belirtilir. < Kıvılcımın çakmasını isterdim parlak bir ışıkta, boğulmasındansa çürük bir kerestenin oyuğunda Muhteşem bir göktaşı olmak isterdim, varlığımın her zerresinin görkemli bir ışıltıda olmasını, uykulu ve hareketsiz bir gezegendense. İnsanın işlevi yaşamaktır sadece var olmak değil. Harcamayacağım günleri, onları uzatmaya çabalayarak. Kullanacağım her anını zamanımın.>> Jack London?un yaşamından en çok enstantaneler taşıyan ve ?otobiyografik? sayılabilecek dünyaca ünlü romanında, çok esaslı bir kapitalizm eleştirisi yapılmaktadır her şeyden önce. Eğitimsiz, kaba saba bir denizciyken, Ruth adlı burjuva sınıfına mensup bir kızla tanışmasının ve ona aşık olmasının ardından hayatına yeni bir yön vererek ünlü bir yazar olma mücadelesi veren Martin Eden?in hikayesi anlatılır roman boyunca. ?Herkesin herkese savaş ilan ettiği? kapitalist bir düzende, ?ancak güçlü olanın ayakta kalabileceği? Darwinist mesajı verilir. Bütün beşeri ilişkilerin, ?kar/zarar? bilançosu etrafında döndüğü, insani değerlerin çıkar ilişkilerine endekslendiği, bireylerin ancak zenginlikleri, kariyerleri ve toplumsal mevkileriyle değer kazandığı bir toplumda, bütün bu yoz değerlere karşı çıkan ve her şeye rağmen ahlaki ilkelere bağlı kalmaya çalışan bireylerin içine düştüğü trajedi ve kaçınılmaz son(romanın kahramanın hayatı intiharla son bulur) çok çarpıcı bir şekilde verilir. Şüphesiz ki, insanoğlunun doğuştan getirdiği en önemli içgüdülerden birisi, kendi benliğinin hiçbir hesaba ve çıkara dayanmadan toplumdaki bireyler tarafından benimsenmesi, takdir edilmesi, saygı görmesidir. İnsani değerlere bağlı kalmaya çalışan birey için, toplum içerisinde ?başarılı? olsa bile yaşamın anlamı trajik bir şekilde kaybolacak, birey ?insani özüne? yabancılaşacaktır. ?Yabancılaşma?, ?doğal olarak birlikte olan şeylerin ayrılması ve uyum içindeki şeyler arasındaki çatışma oluşması? olarak değerlendirilebilir. Yabancılaşma, yüce yaradan tarafından maddi ve psikolojik olarak uyum içerisinde yaratılan insanoğlunun varlığının koparılamaz ve ayrılamaz bir parçası olan ?ilahi boyutunu? kaybetmesi anlamına gelir. Bu da kaçınılmaz olarak ?hayatın anlamsızlaşması ve değersizleşmesini? getirir. Tüm insanı ilişkileri ekonomik ilişkileri çerçevesinde belirleyen, ilahi, uhrevi, manevi boyutu yok olmuş bir toplumda yazar, kurtuluşu ?sosyalist değerlere? sarılarak bulmaya çalışır. Fakat, batı toplumunun kapitalizme ?panzehir? olarak geliştirdiği bu ideolojide de ?ilahi boyut? eksik kalmış ve hiç yer almamıştır. Bundan dolayı, ?modernite? kaynaklı büyük bir bunalım yaşayan ?çağdaş!? insanın sorunlarına kaçınılmaz olarak çözüm üretemedi. ?Güçlü olanın ayakta kaldığı? Darwinist Batı toplum modeli yerine, ?haklı olanın? kazandığı ve ön plana geçtiği ?gerçek! İslam toplum modeli?, ?gırtlağına kadar? çaresizliğe gömülmüş, çaresizlik içinde çırpınan ve umutsuzca kurtuluşunu arayan ?çağdaş insanın? tek ilacı olarak gözükmektedir ? Ne dersiniz ?
Orjinal Habere Git