“TELEFONLARINIZI SESSİZE ALIN VE BİZİ DİNLEYİN”

“TELEFONLARINIZI SESSİZE ALIN VE BİZİ DİNLEYİN”

Son yıllarda, katıldığım Hakk’a yolc’etme erkanlarını (cenaze törenileri) dikkatle izliyor, zaman zaman kaydediyorum. Daha ziyade inanç eksenli bu törenlerdeki ritüellerimizi, konuşma ve dualarımızın kültürel nakışlarını tespite çalışıyorum.

Aradıklarımı buldukça, yeni ifade ve ritüellere denk geldikçe, en önemlisi de ortamı ve erkanın içeriğindeki bütünü hissettikçe kafamdaki inançsal-kültürel ögelerin anlam eksikliklerini gideriyor, mutlu oluyorum doğrusu.

Arada bir canlı yayın ve doğrudan çekilmiş cenaze erkanlarını izlediğim de oluyor.

Geçenlerde, emaneti sahibine teslim etmiş, canlılığı anılarda kalmış bir canın yolcu edilme törenini izledim.  

Dede/hoca, yıkama ve sırlama gibi ön hizmetleri tamamlanmış Hakk’a emanet edilecek olan can için yapılan, helallik alma işi ve yakarıştan-duadan önceki uyarısı dikkatimi çekti:
“Telefonlarınızı sessize alın ve sessizce bizi dinleyin.”

Yapılacak hizmetin bütünündeki sözlerin ve görselliğin kalanlarda yaratması umulan etkisini artırmak adına olduğuna inandığım ön bilgilendirmeyle aynen şu; “Bu Hakk’a uğurlama hizmeti bizim için. Ölen canımız için bir şey yok. Sadece rıza ile bir helallik vereceğiz. Burada söyleyeceğimiz bütün söz ve edeceğimiz her kelam dediğim gibi, biz yaşayanlar içindir. Yarınların birinde biz de bu halde geleceğiz bu ayaklarınızın önüne. Bizim için de rızalık isteyecekler yaşayan canlardan. Yaşayanlar tanık olacaklardır buna.”

Nakle devam edeyim.
“…Hakk’ın güzelliği her canda vardır. Bunun farkındalığı lezzetine kendini tanıyanlar erer. Yani, kim ki kendisini tanır, Hak ondadır, onu söyleyim.

Yerin göğün sahibi, arşın kürşün sahibi birdir, o da O’dur. Bizi var edendir. Herkesi ve her şeyi yaratandır. O ki, hiç kimseyi hiç kimseden üstün kılmadı. O’nu tanıyıp O’nun güzelliğine vakıf olmak bile nasip işidir.  Bir daha demiş olayım; kim ki kendisini tanırsa Hakk’ı tanır. Kedisini tanımayan Hakkı tanımaz, onu söyleyim.

Şu da çok önemli; bu dünyada paylaşabilmek tahammülü artırdığı gibi tamahkarlığı azaltır. Nasıl ki bu gün bir ayaya geliyoruz ve bu acıyı paylaşabiliyorsunuz, acımız hafifliyor, nası ki düğüne beraber gidiyoruz neşemiz artıyor. Hepsi böyle işte. Bütün mesele, birlikte ve bir arada olabilmektir. Demin dediğim gibi, onsekizbin alemi yaratan Hak herkesi bir lüzum üzerine, bir mana oylumunda yarattı.

Dört kitabın dördü de haktır canlar. Bütün peygamberler de öyle, bizim için haktır. Bütün mesele, yürek incitmemek, gönül kırmamaktır. Bilerek gönül kırıyorsanız, bilerek yürek incitiyorsanız inancınızın hiçbir hükmü olmadığı gibi önemi de yok demektir. Hepimiz yarın bir gün, daha doğrusu günü gelince geçip gideceğiz. Ne bu dünyanın sahibi ne de sultanıyız. Günü geldiğinde ekersiniz, günü yettiğinde biçersiniz, çağırılınca da geçer gidersiniz.

Kimse bu dünyada maddi kazanç elde etmedi, bizler de etmeyeceğiz. Onun için aklımız ve gücümüz yetiyorken yüreğimizdeki, kini, kibiri, benliği atalım ve birbirinizi kucaklayalım, düşeni kaldıralım, ağlayanı güldürelim. Küskünümüz olmasın. Açı doyurup çıplağı giydirirsek Hak bizimle beraberdir. Yüce yaratan ne bizim dinimize, ne dilimize ne sırtımızdaki elbiseye bakar. O’na zerrenin dahi her şeyi malum olduğu bir yana, O insanın yüreğine bakar, feyline bakar. Yani ameline bakar. Bunu bilmez isek kördürüz. Bu dünyada kör olan ahrette de kör olur, onu söyleyim.

Körler pazarında ayna satamazsınız, körlere ışık tutamazsınız, renkleri önüne seremezsiniz körlerin.  

Tüm mesele yüreğini aydınlatabilmektir canlar, cümle canlıya bir nazarda bakabilmektir. Biraz önce de dedim; Hak bütün güzelliğini her şeye bahşetmiş, bu ne müthiş ihsandır.

(Musallada duran cenazenin üst örtüsüne dokunup değen eli kalp hizasında göğsüne götürdükten sonra)
 
Yüreğinde sevgisi olmayan merhameti yük sayar. Daha da kötüsü, onun onarıcı ve onurlandırıcı katkısından istifade edemez. Merhameti olmayanın, vicdanı olmayanın dini de olsa, imanı da olsa yücelerin yücesinin katında anlamsızdır. Beyhudedir.

Ne güzel demiş Hak aşığımız rahmetlik Kul Himmet;

Gafil gezme şaşkın bir gün ölürsün,
Dünya kadar malın olsa ne fayda,
Söyleyen dillerin söylemez olur
Bülbül gibi dilin olsa ne fayda.

Kimse bir şey götürmüyor.

Aşık Veysel bilge bir insandı. O diyor ki, bir dolap dönüyor çarkı belirsiz, akan bir su var arkı belirsiz, Veysel neler satar narhı belirsiz, ne alanı gördüm ne satan gördüm. Ona soruyorlar, bu dünyaya geldin gidiyorsun, bu dünyadan ne anladın?  Veysel diyor ki; bu dünya Pazar imiş, uğradım, dört metre bez aldım gidiyorum. Götürdüğü üç dört metre bez, başka da bir şey yok. Gelirken anadan üryan geldi, giderken ar etmesin diye dört metre bez örterler. Hepimizin gideceği yer aynı; toprak ana bir gün birimizi kucağına alacaktır, buna emin olun. Hepimizin bileti kesilmiş, günü belirsiz, saati belirsiz, dakikası belirsiz, onu söyleyim.

İşliyim, kuvvetliyim, arkam var demeyeceğiz, dam ile harmanda hakkım var demeyeceğiz. İnsanı sırtüstü düşüren bir güç var. Hiç kimse güçlü değil, Güçlü olan içimizdeki yüreğimizdir, inancımızdır. Önemli olan, yolumuza, ikrarımıza, inancımıza sahip çıkmaktır.

Çocuklarınızı inançsız büyütmeyin. Çocuklarınıza gelecek vermezseniz yarın pişman olursunuz, bunu söyleyim size.

Herkes içinden geldiği gibi duasını etsin. Hak her dilde bilendir, her gönülde yaşayandır.

Bismişah, Allah Allah.
Yedi alem üç atadan geldik,
Hü dedik gerçekler aşkına,
Rahman deryasında akıp geldik nur deryasına;
Anamız yer, babamız yağmur,
Ateşten havaya,
Havadan suya,
Sudan toprağa,
Can cana,
Nur ile geldik,
Ser ile gideriz.
Hak kapısından geldik dünyaya,
Geldiğimiz kapıya döneriz,
Can cana, can didara (1).
Öğretip arıtan yüce Hak,
İnsanı kendi nurundan halk ettin,
Ve Hak’tan geldik yine Hakk’a döneceğiz hükmünü yerine getiren  (….) canımızın ruhu şad olsun, devri daim olsun, Boz Atlı Hızır cümlemizin yardımcısı olsun.

(Allah Allah seslenişlerinden sonra)

El ele,
El Hakk’a, 
Yönümüz kıblemiz can cana,
Serimiz meydana,
Uyduk divana,
Can didara dar olduk,
Hal ile ağlaştık,
Özü öze bağladık,
Eriyip arifle kazanda piştik;
Ya Hak, 
Saklımız gizlimiz yok senden,
Senden geldik sana döneriz,
Binlerce yılın hakkı için bağışla sen.

Üçlerin, beşlerin, yedilerin,
Arkasında saf tutan pirlerin,
Onikileri yeten ariflerin,
Göklere meydan,
Gönüllere rahman,
Esirgeyen,
Bağışlayan,
Koruyup kollayan,
Hak kapısı,
Naci hakkı için bağışla sen.

Yağan yağmur için,
Esen yel için,
Dergâhına varan doğru yol için,
Dağdaki kurdun kuşun, 
Börtü böceğin hakkı için ruhunu şad eyle sen.
Devrini daim eyle sen.

Şimdi, … canımız için helallik alacağız. Canımızın, ahret kardeşi veya musahibi varsa buraya gelsin, yoksa oğlu, kızı, eşi, biri benim yanıma gelsin.

(Oğlu cenaze erkanını yürüten dedenin/hocanın yanına geldikten sonra, dede sol eli ile oğlun sağ elini tutup, sağ elini üzerine koyup…)

Yerin göğün şahitliğindir, bu toplumun huzurunda, babanızın, herhangi birinden alacağı, her hangi birine vereceği, incittiği, üzdüğü, ağlattığı, dargın olduğu birisi varsa, burada olmasa bile hakkında bir şahit ile geldiğinde, onu razı edeceğine bize söz veriyor musun? 
Söz veriyor musun?  
Söz veriyor musun?

(Oğul her soruya cevaben söz veriyor. Ondan sonra..)

Söz ikrardır.
(Karşısındaki topluluğa hitaben)

Dostlar siz de şahitlik ediyor musunuz? 
Şahitlik ediyor musunuz? 
Şahitlik ediyor musunuz?

(Orada bulunanlar her soruya karşılık ediyoruz cevabını veriyorlar.)

Peki.
Yüzümüz yerde.
Özümüz darda,
Hak için bu meydanda,
İçinizde (…)’ndan ağrınmış, gücenmiş, dargın, kırgın varsa dile gelsin, hakkını talep eylesin.

(Birkaç saniye söz alan olup olmadığını tespit etmek amacılya oradakilere baktıktan sonra..)

Can-ı dilden razıysanız da, Allah eyvallah dersiniz.

Bir lokma ekmeğin,
Bir bardak suyun,
Yedi adım yolun hakkı var üzerimizde.

Sonuçta insanız; kinimiz var, kibrimiz var, benliğimiz var, incittiğimiz var, düşürdüğümüz var. Tekrar dile gelin, hakkınızı talep edin, hakkınızı talep etmezseniz, bundan sonra dilinizi ve ağzınızı mühürleyeceksiniz, bunu söyleyim.

Tekrar sesleniyorum, 
(…) Hak dünyasında, bizler NaHak dünyasındayız;
Siz (…)’dan razı mısınız?
Orada bulunanlar : Razıyız.
(…)’dan razı mısınız?
- Razıyız
(…)’dan razı mısınız?
-Razıyız.

Hak da sizden razı olsun, Hızır yoldaşınız olsun, işiniz gücünüz rast gelsin, yüreğiniz dert keder görmesin, sofralarınız bereketli olsun, ocağınız gür olsun, yollarınız yolsuza düşmesin.

(Dede cenazenin baş yanına biraz eğilip, elini örtüye koyup, anasının adını söyleyerek;)

(…) oğlu/kızı yolun açık olsun, mekanın nur ola, Naci ana yolunu aydınlata, Güruh-u Naci (2) katarın ola, arş-ı rahman meydanın ola, her hizmetin görüldü bizden yana, helal-ı hoş ola. Bu meydan senden razı oldu, Hak da senden razı olsun. Seyit Nesimi şahidin olsun, Mansur darın olsun, Pir Sultan Abdal didarın olsun, toprak ana gülistanın olsun, yüzün ak olsun, menzilin pak olsun. Dil bizden, nefes pirden, rahmeti Hak’tan olsun. 
Cümlenin niyazı olsun.

Cümlenizin ayaklarına sağlık, Hak sizlerin eksikliğini vermesin. 
Yaşlı olanlar, yürüyemeyenler burada kalsın. Helallik verdiniz, Hak sizden razı olsun.
Ama diğer canlarımız bizimle beraber gelsinler, canımızı toprağa verelim.”

Uzun uzun düşündüm yine.

Bu ne güzel dil, bu ne yaman teslimiyet, bu ne isabetli akıl yürütme.

Can canı -hele ki- keyfiyet icabı incitirse beden canlara cehennemdir diye geçti aklımdan.

Bir de haddini bilmek.

Bir de Yunus Emre dedem.

Gerçeğe hü.

Abbas Turan
Ankara, 27 Temmuz 2024


(1)  Didar : (Sevgilinin) yüzü, çehresi, cemali vb.

(2)  Güruh-u Naci :  Naci kamil demektir. Güruh-u naci yani temiz toplum, kirlenmemiş toplum. Alevi-Bektaşi imancına göre, sorunlu ve temiz olmayan soya karşılık iyi ve temiz insanların/peygamberlerin devamı olan soy.