Geçmişin derinliklerinde kalan anıların, günümüzde yaşandığı küçük bir mekândır. Taş Plak Sevenler Kahvesi? Mazide kalan hatıraların asırlık gramofonda taş plak dinleyerek anımsayan insanlarla her saat dolu bir mekân?
Kahvenin sahibi Hikmet Toptaş; misafirlerine hizmet için devamlı koşuşturan, ikramda kusur etmemek geleneğini sürdüren kahve esnafının son kuşağındadır. Kahvenin duvarlarını gelmiş geçmiş gazelhanların, şarkıcıların, kasidecilerin, türkücülerin resimleri ile sekiz yüzün üzerindeki taş plak süsler. Antik hali ve kilimlerin kapladığı duvarların boş kalan kısımlarındaki eski Sivas fotoğrafları; raflardaki nargileler, marpuçlar, en az yüzyıllık gramofonlar geçmiş günlerin anısını yaşatır.
Buraya başları toprağa doğru eğilmiş yaşlılar, yorgun adımlarla ağır ağır gelir. Arada bir de bizim bildiğimiz gençliği yaşayan, fakat bizim yaşadığımız ihtiyarlığın ne olduğunu bilmeyen gençler uğrar.
Burada, kallavi fincanlarda kahve höpürdetilerek yudumlanır; nargileler ve tavşankanı renginde demlenmiş çaylar içilirken geçmiş günler, hatıralar, aşınıp eskimeyen mazi zapt olunmaz bir heyecanla yâd edilir. ??Ne günlerdi onlar??? diye başlayan laf burada kucağa düşer.
Yaşlı müdavimlerden biri başlar o günleri yeniden yaşarcasına anlatmaya; ??Çamlıbel dağına akşamın alaca karanlığı çökerken bir yağmur tufanına yakalandım sormayın! Bozulmuş patika yol oldu bir çamur deryası. Zavallı atlar dağın dik yokuşunu çıkmakta zorlanıyorlar, baktım olmayacak, atladım aşağıya var gücümle, sebze, meyve yüklü arabaya arkadan omuz verdim. Çamurlu yokuşu tırmanıncaya kadar anamdan emdiğim sür ağzımdan burnumdan geldi. Çamlıbel dağının Tokat yamacındaki geniş terasta Ali Ağanın işlettiği hana güç bela ulaştığımda ne bende, ne de atlarda ilaha kalmıştı.?? Akabinde o amansız kışlar, Çamlıbel dağındaki han odalarında yağan karın, esen fırtınanın dinmesi için beklenen sıkıntılı günler, yaz aylarının kavurucu sıcaklarından kurtulup, Çamlıbel Dağı?nın ılık gecelerinde, Han?ın bacasına serilen yataklarda gökteki yıldızları seyrederken uykuya yenik düşülen çam kokulu ferah geceler, tatlı bir anı olarak yâd edilir. Hancıdan yirmi kuruşa bir tavuk, on kuruşa bir lenger dolusu pirinç pilavının alınıp karın doyurulduğu bereketli yıllar anlatılır. Güç kudret dolu gençlik seneleri anılırken, bugün naçar kalmanın verdiği çaresizliğe hayıflanıp, ??Heyhat! Heyhat ki, heyhat!? deyip gamlı gamlı el sallanır.
Burada; namı mahalle sınırını geçmeyen yiğitlikler, kabadayılıklar anlatılır. Olmamış, yaşanmamış yiğitliklere hikâye düşürülür. Müşkül meselelerin halli için mahkeme kurulur; aklı yetiklerce mesele enine, boyuna tartışılıp meşvereti yapıldıktan sonra ??Olur, olmaz; suçlu, suçsuz?? hükmüne varılır. Burada bedenler yorgundur, ama dostluklar hala dinçtir.
Öğle ile ikindi arası eski gazetelere paketlenmiş etli ekmekler getirilir; kahve, sigara ve nargile kokularını etli ekmeğin kokusu bastırır. Masa üzerine yayılan ekmeklere bolca limon sıkıldıktan sonra kahvedeki dostlar buyur edilir. ??Siz buyurun, afiyet olsun; bizim pideler de birazdan gelir.?? Sözlerinden sonra iştiha ile yenilen yemeklerin hitamında ocakçı Turan Ustanın bakır demliklerden doldurup sunduğu çaylar yudumlanıp nargileler fokurdatılırken cümbüş, ud veya keman eşliğinde mahalli ses sanatkârları konser verir. Kahve, musiki dinleme sevdalarıyla dolar. Şarkıların, türkülerin, gazellerin çalınıp söylendiği kahvede geçmişin musikisine hasret kalanlar, gerçek müzik ziyafetinin tadına varırlar. Kahve önünden geçenler, müziğin yüreklerini titreten nağmelerini duyduklarında kahveye girmekten kendini alamaz. Yaşlı sanatkârın yorgun bir nefesle cümbüşün tellerinden dökülen müziğin sesine, davudi ve yanık sesiyle ses katışını dinler ve kahvenin müdavimlerinden olur.
Burası taş plak sevenlerin, musiki dinlemeye gönül verenlerin kahvesi? Burası; insana değer verenlerin, geçmişin kültürünü yaşatmak sevdasında olan gençlerle yaşlıların birlikte soluk alıp verdikleri bir mekândır. Burada müzik dinleme adabından geçmişteki örneği sergilenir. Burada artık örneği pek kalmamış dostluklar yaşanır.
Hikmet Efendi yılların verdiği deneyimle müşterilerinde gramofondan plak dinleme havasının oluştuğunu sezinler; önce küçük iğne kutusundan çıkardığı taze iğneyi eskisi ile değiştirir, gramofon zembereğinin kurulu kalmama tekniğine riayetle kolu yavaş yavaş çevirip zembereği kurduktan sonra iğne takılı aynayı dönen plağın üzerine bırakır. Geçmişin derinliklerinden gelen ses gramofonun pirinç borusundan çıkıp kahvenin havasına karışırken yaşlı dostlar, geçmişin sisli ufuklarında yaşatmaya çalıştıkları anılarının hazan bahçelerine son bir adım atıp gezinmenin heyecanını yaşarlar, bazen içlenip gamlı gamlı baş sallar. Nemlenen göz pınarlarını elinin tersi ile kurularken, yüzünü tarih perdesi ile örtüp uyuyan anılarının geçmiş dünlerine geri döner, gramofondan gelen Salih Uygun?un yanık bir sesine kulak verir:
Leylam kalk gidelim yolumuz uzak
Önümüze kurdular demirden tuzak
Başımıza geleni kitaba yazak
Demedim mi Leylam bu son ayrılık
Bir zamanlar müptelası olduğu türkünün içli nameleri ihtiyar ruhunu mahzunlaştırırken içlenip efkârlanır, kaderine yazgısına küsücü olur. Yüreğinin üzerine gelen cebinden titreyen parmakları ile çıkardığı hayat arkadaşının, can yoldaşının soluk resmine dalgın dalgın bakarken hatırına şairini hatırlayamadığı şu dizeler düşer:
Kuşlar son şarkıyı besteler dalda,
Son yolcu kaybolur hazanlı yolda.
Gelmeyeceğini bildiğim halde,
Gözlerim yollarda seni beklerim.
Ömrünün yaşlı senelerini, yalnızlık sıkıntılarıyla geçirirken bir derviş kadar sabredici, şükredici, kabullenici olur.
Güz akşamının yorgun güneşi Sivas dağlarının arkasında uykuya çekilmeye hazırlanırken namaz saati yaklaşır. Son çaylar içildikten sonra abdestler tazelenir, salâvat getirilerek eller bilekler kurulanırken laf söyletmeye meydan bırakmayan, müşterilere hizmet için kahvede pervane misali dönen çırak ceketleri tutar. İyi niyet dilekleri ile kahvede kalanlarla vedalaşır, arkalarında unun bir sessizlik bırakarak yine yorgun adımlarla civardaki camilere yürürler.
Heyhat! Bugün, ne o taş plak kahvesi, nede o dostlar kaldı. Çoğu vuslata ermek için arkalarından iz bırakmadan birer birer çekilip gittiler.