SİVASIN CADDELERİNE VE SOKAKLARINA UYDURMA ADLARIN VERİLMİŞ OLMASINA DAİR

SİVASIN CADDELERİNE VE SOKAKLARINA UYDURMA ADLARIN VERİLMİŞ OLMASINA DAİR

Ömrümün 45 yılını gurbette geçirmiş bir Sivaslı olarak, Bu günkü yazımda  Gurbetteki Sivaslıların Sivası, Sivastakilerden daha ayrıntılı bir şekilde düşündüğümüzü kendi  yaşantımdan bazı örnekler vererek anlatmaya çalışacağım. 

Allah rahmet eylesin, Avukat İbrahim Tunçdemir bey, benim ilk okuldan sınıf arkadaşımdı. Onun hiç yalan söylediğine şahit olmamışımdır; ama, sohbetlerinde  ağzından bal akardı.  Çünkü anlattıklarının yüzde doksan kadarını şoşaltarak anlatırdı. Zaten, şoşaltmadan konuşmuş olsaydı, sohbetinin tadı tuzu kalmazdı. 

Rahmetli İbrahim, bir gün İstanbul'a gelmişti. Sivas'ta ne var ne yok? diye sorunca, o da bir avukat olarak,  Sivas'taki adli olaylara dair kulağı kirişte olduğu için, bana: Çolak Cahit’in hapisten  çıktığını, zamanın Belediye Başkanının da, Çolak Cahit'in bir baltaya sap olmasını temin etmek  üzere, Sıcak Çermikteki kahvehaneyi kiralamasına yardımcı olduğunu söylemişti. “Çermiğe gidip Çolak Cahit’e, hem hapisten çıktığı için «geçmiş olsun» demeye, hem de  kahvehane işletmesi için  «hayırlı olsun»” demeye gitmek istemiştim; ama, işten güçten başımı kaldıramadığım için gidememiştim. Sonunda bir fırsatını bulup gidince, Çolak Cahit beni «Hoş geldin İbom» diyerek buyur etti, semaverden bana da kendi bardağına da keklik kanı gibi çay doldurarak hal hatır sormaya başladı” Demişti.  Dereden tepeden konuşurlarken, İbrahim'in gözüne,  kahvehanenin duvarında,  Sivas’ın  gelmiş geçmiş ne kadar külhanisi varsa,  hepsinin çerçeve içineki fotoğraflarını ve en başta da Atatürk’ün çerçeveli fotoğrafının  bulunduğunu görmüş.  İbrahim: Atatürk’ün fotoğrafını külhanilerin fotoğrafıyla beraber aynı hizada duvara asılı olmasını eleştirir mahiyette konuşmaya başlayınca, Çolak Cahit: “Ne demeye getiriyon lan İbom?  Atatürk’ün foturafını duvara asmıyacağıdım da kimin resmini resmini asacağadım ? O   var’a!  O, alayımızın en böyüğüdür. onun gibi külhanbeğ,  daha anasınan doğmamışdır. O var’a... O  yedi düvele posını goydu da,  kimsenin gıhı çıhmadı. Sen ne diyon ibom?”  Demiş. 

Rahmetli Hatun ememin oğlu Ali Özkömür de İstanbul’daydı. Ali Ağabeyimin gençlik yıllarında,  Çolak Cahit'le arkadaşlık ettiğini duymuştum.  Bir Pazar günü Hatun ememi ziyaretine gitmiştim.  Ali ağabeye Çolak cahit'ten bahsedince, o da bana: “Sen onun neğüçün çolah olduğunu biliyon mu?” diyerek hatırasını anlatmaya başlamıştı: Çolak Cahit sağlamken (henüz çolak değilken), bir kavgada birini bıçaklamış. Polis tarafından aranıyormuş. Yakalanmamak için Şehrin en uçra yerlerindeki kahvehanelerde vakit geçiriyorlarmış.

Adamın biri de kahvehaneye  gelmiş, Cahit’e bir hançer satmak istemiş. Hançerin kalitesi söz konusu olmuş.  Cahit'e göre, hançer has çelikse,  bir vuruşta sapına kadar masaya gömülürmüş.  Gömülmez de eğilirse,  has çelik değilmiş. Satıcı da: “Sen bir vuruşta bu hançeri sapına kadar masaya gömersen, ben bu hançeri sana beleş veririm; amma gömemezsen, hançer de eğilmezse, ister al ister alma” demiş. Cahit de hançeri bir vuruşta masaya gömmek üzere eline almış. Var gücüyle masaya vurunca hançer masaya geçmediği gibi, eli de saptan sıyrılmış, hançer parmaklarını kesmiş. Yakalanmamak için hastaneye gidememişler. Kahveci ocaktan kül getirmiş avcuna doldurmuşlar sarmışlar. O vaziyette kanı durdurmuşlar. Yaraları iyileşince sargıları çözmüşler, ama parmakları açılamamış. Çolak Cahit'in, neden çolak olduğunun hikayesi de böyleymiş.

Şimdi ben bunları neden anlattım biraz sonra açıklayacağım. 

İstanbul'dayken, Belediye Başkanı  Sayın Karamollaoğlu’nun Sıcak Çermiğe caddeler sokaklar açtırmış, yeni  banyolar yaptırmış olduğunu falan işitiyorduk.  Bir iş icabı, 1 günlüğüne Sivas’a gelmiştim. İşimi gördükten sonra,  Sıcak Çermiğe de gidip yapılanları görmek istemiştim. Caddelerin,  sokakların  açılmış olması hoşuma gitmişti; ama, ana caddeye “Sultanbeyli Caddesi” adının verilmiş  olduğunu görünce canım sıkılmıştı.  Sultanbeyli İstanbul’un Anadolu yakasındaki  semtlerden birinin adıydı.  Sivas ile hiç bir ilgisi yoktu. Sivaslıların İstanbul'da kalabalık bir nüfusa sahip olduğunu biliyorduk. Sultanbeyli'de de Sivaslılar çoğunlukta olabilirdi ama, Sivas'ın Caddelerine, İstanbul'daki Sivaslıların kalabalık olduğu semtlerinin  adını vermeye kalkarsak, evin yolunu bulamazdık. 

İstanbul’a dönüş saatim yaklaşmıştı. O nedenle Belediye Başkanıyla bu Sultanbeyli konusunu görüşememiştim. 

Daha sonra.  Madımak oteli faciası yaşanmış,  Karamollaoğlu görevini  Rahmetli Osman Seçilmiş beye devretmişti. Ben de yine bir fırsatını bulup Sivas’a gelince, sayın Seçilmişle görüşüp, Sultanbeyli caddesi adından bahsederek, O caddeye,   Sivas'ımızla ilgili bir ad  verilmesini önermiştim. O da bana bu konudaki fikrimi sorunca “Sayın Başkanım, O caddenin batıya doğru uzantısı “Tepe çermiğe” gider. Tepe çermiği aşınca da “Karlı Pınar’a” varılır. O  Caddeye “Tepe Çermik Caddesi” ya da “Karlı pınar Caddesi” adının  verilmesinin uygun olacağı kanaatindeyim.” Demiştim. 

İstanbul’a döndükten, bir süre sonra Rahmetli Seçilmiş,  bana bir mektupla beraber “Karlı pınar Caddesi” Levhasının fotoğrafını da göndermişti. Ben de kendilerine gönderdiğim bir mektupla teşekkür etmiştim. 
Daha sonra, Sivas Hizmet Vakfının toplantısına katılmak üzere Sivas’a gelmiştim. Toplantıdan önceki gün,   O zamanlar Esnaf Kefalet Kooperatifinin  Başkanı Olan Sayın Yüksel Demirgil beyin  ofisinde bir kaç arkadaşla beraber sohbet ediyorduk. Onlara:  “Sivas'ta yaşıyorsunuz; ama Sivas’a sahip çıkmıyorsunuz diye sitem ederek,   Sıcak Çermikteki Sultanbeyli Caddesinin adını,  Karlı pınar Caddesine çevirttiğimden bahsedince, Arkadaşlar birbirlerinin yüzüne bakıp. “Yok öyle bir şey” Demişlerdi. Ben de: “Nasıl olmaz. Sayın Seçilmiş bana fotoğrafını bile gönderdi” deyince,  Sayın Demirgil  “Hadi gidip bakalım” demişti ve gitmiştik. Giderken de yolda, Sayın Demirgil, Çermikteki Kahvehaneyi işleten Çolak Cahite Kooperatiften Kredi verdiğinden bahsederek, “Hem de onu denetlemiş oluruz” demişti. 
Çermiğe vardığımızda “Karlı Pınar Caddesi” Levhasının yerinde yeller estiğini görmüştük... 

Çolak cahit'in Kahvehanesine gidince, o da bize güzel bir çay demlemişti. Sohbet sırasında, Avukat İbrahim Tunçdemir’in  anlattıklarını hatırlamıştım. Duvarda Atatürk’ün büyükçe ve çerçeveli bir fotoğrafı vardı.  Sivaslı külhanilerin vesikalık fotoğrafları da, Atatürk fotoğrafının çerçevesinin alt kenarına sırayla sıkıştırılmıştı…

Derken, Hatun ememin oğlu Ali ağabeyimin söylediklerini de hatırlamış ve: “Cahit ağabey sizin parmaklarınızın kesilmesinin hikâyesini, arkadaşınız  Ali Özkömür bana  anlatmıştı? Diyerek söze başlayınca o da “Ne dediydi?” demişti. Bende Ali ağabeyimin dediklerini anlatıp doğru mu? Deyince. O da biraz düşündükten sonra: “Şoşaltmış” demişti. Ben de aslını sorunca “Örtünün altı mermerimiş soyha” demişti...   
O gün Çolak Cahit bize: “Gardaş, Belediyeden geldiler, oturdular. Şindi bana ağnaşdıra ağnaşdıra gendi aralarıda,   burayı ihaleye çıhartmayı gonuşmıya başladılar... Ben de onnara dedim ki: “Gardaaaş! Dedim. Ben buruya garannuhdan geldim dedim... Beni bir daha garannuğa göndermen! dedim... Minareden de mikrofonun tıhırtısı gelmiye başadıydı. Ezen ohunacağa ağnaşılınca, «Hadi bize eyvallah» deyip gahdılar.  Ben de onnara dedim ki. İşde bu olmadı dedim. Ben Meyhaneye dideceğolsaydım,  sizi de davet ederdim. Şindik siz camiye gidiyorsunuz emme beni davet etmiyorsunuz dedim.” Demişti. 
Allah rahmet eylesin. 

Ertesi gün,  Sivas Hizmet Vakfının toplantısında Sayın Seçilmişe,  Karlı pınar Caddesi Levhasının  yok edilmiş olduğunu söyleyince, derhal cep telefonuna davranmış ve kendisinden beklemediğim kadar sert bir ifadeyle,  Karlı pınar Levhasından bahsederek adını hatırlamadığım birine sorup, kendisine bilgi verilmesini emretmişti. 
Ona da Allahtan rahmet diliyorum.

“Karlı Pınar Caddesi” levhasının neden yok edildiğini hâlâ bilmiyorum. Ama Sayın Karamollaoğlu’nun  zamanında Sivas’ın Caddelerine verilen münasebetsiz isimlerden bazılarının  hâlâ yerinde durduğundan haberim vardır. Onları da yazacağım…