Son otuz yıllık süreçteki ülkemiz entelektüel tartışma gündemi incelendiğinde, bu zaman zarfında en yoğun olarak tartışılan konuların başında ?Sabetaycılığın(dönmeliğin)? yer aldığını çok rahat bir şekilde gözlemleyebiliriz. Araştırmacılar tarafından bu konuları irdeleyen pek çok eser yazılmış, bu eserler yüz binlerce nüsha basılarak satılmıştır. Örneğin, Soner Yalçın tarafından yazılan ve yakın tarih Sabetaycılığının (dönmelik) incelediği ?Efendi: Beyaz Türklerin Büyük Sırrı? adlı eser entelektüel camiada büyük tartışmalara sebep olmuş, günlerce, haftalarca ve hatta (hiç abartmasız!) yıllarca Türkiye tartışma gündemini belirlemişti.
Kamuoyu tarafından çok merak edilen ve Türkiye yakın tarihine damgasını vuran Sabetaycılık(dönmelik) nasıl bir yapılanmaydı? Hangi tarihsel şartlar içinde ortaya çıkmıştı? Tarikatın önderi Sabetay Sevi kimdi? Nasıl bir yaşam sürmüştü? Niçin bu kadar tartışmalı bir kişilikti? Sözde mesihliğini ne zaman ve nerede ilan etmişti? ?Dönmelik? mezhebinin esasları nelerdi? Bu mezhep, günümüzde de varlığını sürdürüyor muydu?
?Sabetaycılık(Dönmelik)? akımının önderi ?yalancı Mesih? Sabetay Sevi, Temmuz 1626 tarihinde İzmir?de doğar. XV. Yüzyılın sonlarında İspanyol engizisyonunun büyük baskılarına maruz kalan ve önce Mora adasına, ardından İzmir?e göçen bir Romanyot bir Yahudi ailesine mensup bir kişiydi. Sevi?nin babası Mordehay, kümes hayvanları ticareti yaparak geçimini sağlayan bir kişiyken, sonraları İngiliz ve Hollandalı şirketlerin Osmanlı?daki temsilciliğini yaparak oldukça zenginleşir. Sabetay Sevi, küçük yaşlarında annesi Clara?yı kaybeder. Babası Mordehay, Türkler arasında ?Kara Menteş? lakabıyla tanınıyordu ve Sevi?den başka Elijah(İlyas) ve Joseph(Yusuf) adlı iki erkek çocuğa daha sahipti. Sevi?nin ağabeyleri olan Elijah ve Joseph ticaret yaşamına atılırlarken Sabetay?ın haham olması kararlaştırılır. Sabetay, parlak zekasıyla dikkat çeken bir çocuktu ve dinsel konularla hayli ilgiliydi.
Zamanının en ileri gelen Tevrat ve Talmud uzmanları olan Başhaham Joseph Eskapha (Rav Escapa) ve Rav de Alba Torah gibi din bilirleri, onu Tevrat ve Talmud (Yahudi medeni kanunu, tören kuralları ve efsanelerini içeren dini metin) alanlarında yetiştirirler. Sevi, henüz 15 yaşındayken ?haham? ünvanını alır. Daha sonraları, dinsel metinlere dayanarak, harfler ve rakamlar vasıtasıyla çeşitli öngörülerde bulunma ve gelecek hakkında haberler verme bilimi olan ?Kabala?ya ilgi duyar. Kabala, kutsal kitap metinleri ve sözlü gelenekleri üzerine Yahudilerin gizemli ve Batıni yorumların tümüne verilen ad olarak da tanımlanabilir. Sevi 18 yaşına geldiğinde, artık kendisinin ders verdiği bir öğrenci halkasına da sahiptir artık.
Bu sıralarda Sevi, zamanının büyük kısmını tefekkür içinde oruç tutarak geçiriyor, derin bir ?inziva? ve ?uzlet? hayatı yaşıyordu. O, olağanüstü zekaya sahip bir insandı. Yakışıklılığı, yerinde ve ustalıkla kullandığı jest ve mimikleriyle çevresindeki insanları kolaylıkla etkiliyor, ?derin zekası? ve ?hazırcevaplığı? ile tartışmaların pek çoğundan galip çıkmasını biliyordu. Çok geçmeden, Sevi?nin kişiliği etrafında mistik bir atmosfer yaratılmaya ve efsaneler üretilmeye başlanır. ?Alnının parladığı ve bedeninden hoş kokuların yayıldığı? şeklinde üretilen efsanelerle, Sevi?nin kişiliği çevresinde ?olağanüstü? bir kişilik olduğu imajı oluşturulur.
Sabetay Sevi?nin hayatını, öğretilerini ve psikolojisini derinlemesine inceleyen bilim adamları; Onun ?melankolik? ve ?şizofrenik? karakterde bir insan olduğu, küçük yaşlarından itibaren ?sara? krizleri geçirdiği, dengesiz ruhsal yapısından dolayı kendisi tarafından uydurulan ?dünyaya gelmesi tüm Yahudiler tarafından beklenen Mesih? yalanına sonunda kendisinin de inandığı bir insan olduğu sonuçlarına varırlar.
M. S. 70 yılında Roma işgali ardından Yahudi devleti ortadan kalkmış, Yahudiler kendi kutsal topraklarından dünyanın her yöresine kaçmak ve dağılmak zorunda kalmışlardı(Diaspora). Gittikleri her yerde(bilhassa Avrupa?da) pek çok baskıya, sürgüne, soykırıma ve katliamlara maruz kalmışlardı. Sabetay Sevi?nin gençlik yılları da, Yahudilerin yaşadığı yerlerin yakılıp yıkıldığı ?Otuz Yıl Savaşları( 1618-1648) zamanlarına denk gelmiştir. Sabetay Sevi?nin ilk kez Mesihliğini ilan ettiği tarih olan 1648/49 yılında da Polonya?da ?Chmielnick? Yahudi katliamı başlamıştı.
Bu sıralarda, bütün bu baskı, sürgün, katliam ve kırımlardan dolayı bütün dünyadaki Yahudi toplumu büyük bir umutsuzluk, ezginlik ve çaresizlik içinde kıvranıyorlardı. Saydığımız bu nedenlerden dolayı; ?yakınlarda bir Mesih?in gelerek tüm Yahudileri ?Arz-ı Mevud? olarak anılan kutsal topraklara götüreceğine ve Yahudilerin tüm dünyayı idare edeceğine? kendilerini inandırarak, Yahudi bireylere bir umut aşıladıkları zamanlardır.
Sabetay Sevi, 22 yaşına geldiğinde (1648 yılı) ilgi duyduğu Kabbala?cı hesaplamalarla ?gelmesi tüm Yahudilerce beklenen Mesih?in kendisi olduğunu? ilan eder. ?Mesih? anlamına gelen ?Maşiah? sözcüğü, İbranice?de ?kutsal yağ ile ovulmuş, mesh edilmiş ve böylece kutsanmış? anlamına gelmekteydi. Yahudi inanışlarına göre; Mesih gelecek ve tüm dünyaya yayılmış durumda bulunan ve zulüm gören Yahudilere önderlik yaparak onları Filistin?e kutsal topraklarına geri götürecek ve tüm dünyaya egemen duruma getirecekti. Sabetay Sevi?nin bu yöndeki açıklamaları İzmir?deki yaşlı hahamları çok rahatsız eder. Sevi?nin hocalığını da yapan Başhaham Eskapa, iki hahamı Sevi?yle görüşerek ? Mesihlik iddiasını geri almaya? ikna etmek üzere görevlendirir. Fakat bu çabaları bir sonuç vermez, Sevi İzmir?de yaşayan Yahudiler arasında gittikçe daha çok taraftar bulmaya başlar.
Bu gelişmelerden oldukça rahatsız olan hahambaşılık, Sabetay Sevi?nin dinlerini bozduğu gerekçesiyle öldürülmesine karar verir, fakat bu kararlarını uygulayamazlar. İzmir?deki Yahudi cemaatından yoğun bir şekilde tepkiler alan Sevi, İzmir?i terk etmek zorunda kalır. Önceleri kısa süreliğine Selaniğe bir ziyaret düzenleyecek( Bu kent, sonraları Sabetaycılığın (Dönmeliğin) merkezi olacak ve burada geniş bir toplumsal taban bulacaktır), ardından 1650 tarihinde İstanbul?a gidecektir.
Sabetay Sevi, İstanbul?da Abraham Vaçini adlı bir hahamla karşılaşır. Bu adam, maceracı, maddi menfaatına pek düşkün, oldukça düzenbaz ve entrikacı bir kişiydi. Vaçini, Sevi?ye kendisinin uydurup yazdığı bir belgeyi ?pek eski bir risale? diye satar. Bu risale ?Mezamiri Süleyman?ın Tefsiri? adını taşıyordu ve vesikada ? beklenen Mesih?in Yahudilerin iddia ettikleri gibi 1648 tarihinde değil, Hıristiyanların belirttiği 1666?de geleceğini ve ?Sabetay Sevi? isminde biri olacağını!!!!! İşaret ediyordu. Sevi, bu uyduruk risaleyi yanında taşıyor ve ?Mesihliğinin? en büyük delili olarak kullanıyordu.
Sevi, 1662 tarihinde Yahudilerin kutsal toprakları Filistin?e gitmek üzere yola çıkıyor, önce Kahire?ye daha sonra 1663 tarihinde Kudüs?e geçiyor, 1664 tarihinde tekrar Kahire?ye dönüyordu. Sevi, burada Polonya?daki ? Chmielnicki? katliamından kaçıp gelen Sara adlı bir kızla tanışır. Sabetay, tanıştığı bu ?hafifmeşrep? kızla evleneceğine dair gaibden haber aldığını uydurarak olaya yine ?mucizevi? bir renk katmayı başarıyordu. Sevi ile bu esrarengiz ve maceracı kız burada evlenirler.
1665 Yılında Sabetay, karısı Sara ve bir çok taraftarıyla Kudüs?e dönerken, Gazze şehrinde bir süre sonra kendisinin ?Mesih? olduğunu tasdik edecek olan ?Abraham Benjamen Nathan? ile tanışır. Yirmili yaşlardaki Nathan, dini konularda Sabetay Sevi?den bile daha bilgili bir insandı. Gaza?lı Nathan, ?Mesih?in Müjdecisi? İlyas rolünü üstlenir, kendisini ?peygamber?, Sevi?yi ?Mesih? olarak ilan eder!!!! Nathan; ?İsrail devletinin yeniden kuruluşunun çok yakın olduğunu ve Sevi?nin zaferi ile dünyanın kurtulacağını? ilan eder.
Sabetay Sevi, Kudüs?teki hahamların baskıları sonucunda Arz-ı Mevud (Yahudilere vaad edilmiş topraklar) gezisini sonlandırarak Eylül 1665 yılında tekrar İzmir?e döner. Dönüşünde, İzmir?de bulunan müritleri onu ?Hoş geldin kral! Hoş geldin Mesih!? çığlıkları ve sloganları arasında müthiş bir coşkuyla karşılarlar. Sevi, Aralık 1665 tarihinde ikinci kez ?Mesihliğini? bir sinagogda yandaşlarına ilan eder. Müridleri, bu durumu İzmir sokaklarında çalgıların eşlik ettiği coşkun sokak gösterileriyle çılgınca kutlar. Taraftarları hep bir ağızdan; ?Kralımız! Mesihimiz! Çok yaşa!? diye bağırarak İzmir sokaklarında günlerce kutlama yaparlar! İzmir?deki güvenlik görevini yerine getiren kolluk kuvvetlerine rüşvet vererek bu kişilerin olayları görmezden gelmelerini sağlamışlardı.
Sevi?nin Yahudilerin ?vaad edilmiş topraklara? yaptığı gezi sonrasında ve tam 40 yaşına girerken ?Mesihliğini!? ilan etmesi, onun ne kadar kurnazca ve hesaplı hareket ettiğini gösteriyordu. Yahudilerce kutsal topraklara düzenlenen gezi kendisine ?mistik? bir hava katıyordu. ?Mesihlik? ilanını kırk yaşına denk getirmesi ise, ?kırk? yaşının peygamberlerin ?mutad? yaşı olması dolayısıyladır. Bilindiği üzere; Peygamber Efendimize vahiyler ?kırk? yaşı dolaylarında gelmeye başlamıştı.
Sahte Mesih Sabetay Sevi, kendini ?Krallar kralı? ilan ediyor, dünyayı 38 krallığa bölerek her bir krallığa müridlerinden birisini kral olarak görevlendiriyor ve Kudüs?ü merkez yaparak bütün dünyayı kendi hükümranlığı altında Sion?un büyük şehrinden yöneteceğine inanıyordu.
Sabetay?ın İzmir?de başlattığı hareket, kısa zamanda, Sakız, Rodos, İstanbul, Selanik, Edirne, Sofya, Belgrad; Almanya, Polonya, İran, İngiltere, Kuzey Afrika gibi Yahudi nüfusunun yoğun olduğu yerlerde de geniş akisler uyandırır. Hatta o kadar ki; bazı Yahudiler mal ve mülklerini satarak, ?beklenen Mesih?in dünya yüzüne geldiğini? düşünerek, kendi kutsal topraklarına hicrete hazırlanıyorlardı.
Bu sıralarda kendi düzenlediği ve ayarladığı bazı olaylar kişiliği etrafında yaratılan ?Mesihlik? mitosunu iyice pekiştiriyordu. Bunlardan birisi de ? İhya-yi Emvat (Ölü Diriltme )? olayı oluyor. Bu olay şöyle cereyan ediyor: İtalya?nın Livorna kentinden İzmir?e Josef Penhaz isminde bir İtalyan Yahudisi, Yahudi İzmir tüccarlarında bulunan alacaklarını toplamak için geliyor. Alacaklarını rahatça tahsil etmek için Sevi ve taraftarlarının desteğini sağlamayı düşünüyor. Bunun için, halk arasında Sevi aleyhinde bir teşebbüsün olduğunu taraftarlarına bildiriyor. Bütün bunları haber alan Sevi, bu duruma çok sinirleniyor ve taraftarlarına Penhaz?ın iyice tartaklanmasını emrediyor. Bunun üzerine Sevi?nin müridleri büyük bir kalabalık halinde Penhaz?ın kaldığı evi basıyorlar. Bu durumu pencereden gören Penhaz, bunlara karşı bir şey yapamayacağını anlıyor ve ancak ?ölü taklidi? yaparak Sevi?nin kızgın taraftarlarının elinden kurtulabileceği hesabını yapıyor. Boylu boyunca uzanıyor ve kendisine ölü süsü veriyor. Sevi taraftarları büyük bir öfkeyle eve doluştuklarında hiç hareketsiz yerde yatan Penhaz?ın vücuduyla karşılaşıyorlar. Bu durumdan hemen Sevi?yi haberdar ediyorlar. Eve gelen Sevi, İtalyan Yahudisi?nin hilesini hemen anlıyor ve ?ölüyü affedip dirilmeye karar verdiğini? müridlerine bildiriyor. Penhaz?ın yanına yaklaşıp bir iki dua okur gibi yapıyor. Sahte ölü hemen diriliyor ve her ikisi kısa bir süre birbirlerine bakıyorlar. Penhaz, hemen ayağa kalkıyor ve yüksek sesle Sevi?nin kendisine hayat verdiğini, ona iman ettiğini açıklıyor.! Bu olay sonucunda sahte Mesih Sabetay Sevi, ?Muhyi Emvat (ölüleri dirilten)? sıfatını kazanıyor.!!!! (Abdurrahman Küçük, Dönmeler(Sabetayistler Tarihi), İstanbul, Andaç Yayınları, 2001, s.260-261)
Sabetay Sevi?nin ?Mesihlik? iddiasıyla ortaya çıkması ve bu sırada İzmir?de ortaya çıkan karışıklıklar İmparatorluğun payitahtı İstanbul?a ve Sadrazam Fazıl Ahmet Paşa?ya kadar ulaşır. Olayın içyüzünü anlamak ve tetkik etmek isteyen Fazıl Ahmet Paşa, Sevi?nin hemen İstanbul?a gönderilmesini ister. Ocak 1666?nın ilk günlerinde birkaç müridiyle beraber bir gemiye bildirilen Sabetay Sevi, 39 gün süren zorlu ve maceralı bir yolculuktan sonra İstanbul?a varır. İstanbul?a varışında hemen İstanbul Subaşısı(emniyet müdürü) tarafından sorguya çekilir. İzmir Kadı?sının şahidliği ve ısrarına rağmen, Sabetay her şeyi inkar eder. Subaşı?ndan iyi bir dayak yedikten ve zincire vurulduktan sonra Haliç?teki Bagno Zindanı?na kapatılır.
Sabetay Sevi?nin Subaşı tarafından sorguya çekilmesi, Sadrazam?ın onu bizzat sorguya çekecek kadar önemsemediğini gösteriyordu. Fakat, tarihi kaynaklarda Sadrazam Fazıl Ahmet Paşa?nın onu huzuruna kabul ederek konuştuğu anlatılır. Fazıl Ahmet Paşa, ortaya çıkabilecek bir toplumsal kaos endişesinden, uzun yıllardır devam eden ve İmparatorluğu bir hayli uğraştıran Girit sorunundan dolayı Sabetay Sevi?nin İstanbul?da kalmasını tehlikeli görerek onu gözlerden uzak bir yer sayılabilecek Çanakkale?deki Aydos (şimdiki Kumkale) kalesine sürgün edilmesine karar verir. Bu şekilde, ince bir şekilde Sabetay Sevi?nin başlattığı hareketi pasifize etmeye çalışmaktaydı.
Sevi, Nisan 1666 tarihinde Aydos Kalesine nakledilir. Fakat, bu sefer de Sevi?nin bu kaleye nakledildiğini haber alan Avrupa?nın dört bir tarafından Yahudiler onu ziyarete gelirler. Ona çeşitli hediyeler sunan ziyaretçilere göre, Sevi?nin Aydos?ta ziyaret edilmesi, Kudüs ziyaretine eş tutulmuş; hacı olmak için Kudüs yerine Aydos?a koşmaya başlamışlardı.
Bu sırlarda İzmir hahamları, Edirne?de bulunan IV. Mehmed ve Kaymakam Merzifonlu Kara Mustafa Paşa?ya, Sevi hakkında şikayet dilekçeleri verirler ve dilekçede; ?Sabetay?ın ?Mesihlik? iddialarıyla kendi dinlerinin ilkelerini bozduğu ve cemaatları arasına ayrılık tohumları ektiği? görüşlerini dillendirirler.
Şikayetlerin çığ gibi çoğalması yanında, bazı Avrupa devletlerinin de bu hadiseye son vermesi için Osmanlı İmparatorluğuna(Padişah?a) başvuruda bulunması, çeşitli dedikoduların her tarafa yayılması; İzmirli sahte Mesih meselesine hükümetin ciddi ve kati bir çözüm bulmasını zaruri hale getirir.
Bu durum üzerine, Sabetay Sevi Eylül 1666 tarihinde Edirne?ye getirilir. Sevi?nin Edirne?ye getirildiğini haber alan şehir halkı, onu görmek için, yollara dökülür ve sarayın etrafında toplanırlar.
16 Eylül 1666?da Sabetat Sevi Divan huzuruna çıkarılır. Divan, Sadrazam Kaymakamı Merzifonlu Kara Mustafa Paşa, Şeyhülislam Minkarizade Yahya Efendi ve Padişah imamı meşhur vaiz Vani Efendi?den oluşmaktaydı. Oldukça şaşırtıcı bir şekilde Sevi, İzmir?de doğup büyümesine rağmen çok az derecede Türkçe bilmekteydi. Bu nedenle, tercümanlığı ?Yahudi dönmesi? Hayati-zade yapıyordu. Padişah IV. Mehmed?de, kafes arkasından müzakereyi takip etmektedir.
Kafes arkasından duruşmayı gizlice takip eden IV. Mehmed, bir ?mucize? konusu seçiyor ve Hayati-zade vasıtasıyla Sabetay?a bildiriyor: Sabetay?ın elbiseleri çıkarılacak ve en keskin nişancılar vücuduna nişan alacaklardır. Eğer atılan oklar vücuduna işlemezse, o zaman sultan da kendisinin ?Mesihliğini? tanıyacaktır. Sultan IV. Mehmed, böyle bir öneriyi gayet bilinçli ve zekice seçmişti. Çünkü, müridleri; ?Sevi?ye top ve tüfeğin işlemediği, ateşin yakmadığı ve suya atılınca boğulmayacağı? gibi abuk sabuk iddiaları halk arasında yaymışlar ve insanları bu ve benzeri şeylere inandırmayı başarmışlardı !!!!!!
Sultanın bu zekice tuzağı karşısında büyük bir korkuya kapılan Sabetay Sevi, derhal ?Mesih? olduğunu inkar ediyor; basit bir haham olduğunu, bu işin Yahudilerce uydurulduğunu ve kendisine ?Mesih? ünvanının onlar tarafından verildiğini açıklıyor. IV. Mehmed, bu cevapla yetinmeyerek, kurulun tercümanlığını yapan Hayati-zade vasıtasıyla ona Müslüman olmasını teklif ediyor. Sabetay, başka kurtuluş yolunun kalmadığını anlayarak, Şehadet Kelimesi?ni zorunlu olarak okuyarak Müslüman olduğunu söylüyor.
Sabetay Sevi, 16 Eylül 1666 tarihinde Divan huzurunda Müslümanlığı kabul etmek zorunda kalmış ve kendisine ?Mehmed? ismi verilmişti. Sabetay, isminin önüne ?Aziz? adını ilave etmiş ve ismini ?Aziz Mehmed Efendi? şekline dönüştürmüştür. Sabetay Sevi, Müslümanlığı kabul ettikten sonra, günde ?150? akçelik bir gelirle ?Kapıcıbaşı?lığa tayin edilir. Karısı Sara?da kocasını takip ederek Müslüman olur ve ?Fatma Hanım? adını alır.
Bütün bu gelişmeler üzerine, Müridleri de önderlerinin yolunu takip ederek zahiren Müslümanlığı kabul etmiş bir görüntü içerisine giriyorlar. Fakat gerçekte, Sevi ve müridleri kalben kendi Yahudi inanışlarını gizlice aynen devam ettirmektedirler. Bu şekilde oluşan mezhebe ?dönmelik? , ihtida etmiş kişilere de ?dönme? şeklinde adlandırılıyor.
Sabetay Sevi, zorunlu olarak Müslümanlığı kabul ettikten sonra, faaliyetlerini gizlice kaldığı yerden devam ettiriyor:
<< Sabetay Sevi?nin(Mehmet Efendi adı ve Müslüman kıyafeti ile) İstanbul?da yine eski müritlerinden bir kısmını toplayarak ayinler yaptığını, Girit seferinden dönen Sadrazam Fazıl Ahmet Paşa?ya haber verirler. Sadrazam kendini çağırtarak:
-Bu ne iştir? Sen hala uslanmadın mı? Diye tembih ettiği zaman Sabetay ağız kalabalığına başlar ve meşhur olan kurnazlığı ile
-Aman Sultanım, ben birtakım akrabamı, dostlarımı Müslüman yaptığım gibi bunları da dini celil İslam?a celp ve davet etmeğe uğraşıyorum, yolunda cevaplar verir.
Sadrazam onu ihtar eder:
-Aklını başına topla. Müslüman?ım dedikten sonra yine Çıfıtlığa başlarsan belanı bulursun.
Yine de bu sözlerle bir müddet takipten kurtulur.
Fakat aradan uzun bir süre geçmeden Sadrazamın adamları Boğaziçi?nde Kuruçeşme?deki havrada Sabetay Sevi?yi müritleriyle beraber İbranice dua okurken yakalarlar. Artık hiçbir şeyi inkar edecek gücü kalmaz, bütün foyası meydana çıkar. Bu hadise üzerine İzmirli Sevi kendisini unutturmak ve izini kaybettirmek için Kuruçeşme?yi bırakarak Kağıthane civarında ıssız bir köşeye çekildi. Fakat müritlerinin bir müddet sonra orada da etrafına toplanıp ayinler yapmağa devam ettikleri görüldü.
İş tekrar Sadrazama haber verilince Fazıl Ahmet Paşa kızar ve onu tek bir Yahudi?nin yaşamadığı Arnavutluk?un Ülgün kentine sürülmesini emreder.>> (İbrahim Alaeddin Gövsa, Sabetay Sevi, S. 68?den aktaran www.tr.wikipedia.org ?Sabetay Sevi? maddesi)
Sabetay Sevi, 1672 yılında Arnavutluk?tadır. Sabetay, burada 5 seneye yakın kalır. Bu müddet esnasında, Mesihlik propagandasına ?Müslümanlık? görüntüsü altında devam etmiş ve oluşturduğu mezhebin inanç ve ibadet ilkelerini oluşturmuştur. Onun, Sabetayistliğin temel inanç ve ibadetlerini içeren 18 Emri( Hz. Musa?nın 10 Emrine benzetilerek) ve mensuplarının uyacakları bayram günlerinin listesini burada oluşturduğu anlatılır.
Sevi, 17 Eylül 1676 tarihinde 50 yaşındayken burada ölür. Kurduğu ?dönmelik? mezhebi o günden bu yana gizlilik ilkelerine sıkı sıkıya bağlı olarak, esrarengiz bir mezhep görünümünde günümüze kadar varlığını devam ettirmiş, Türkiye?nin yakın tarihinde etkin olacak pek çok siyasetçi, bilim adamı, sanatçı yetiştirmeyi ve Türkiye politik arenasında varlığını hissettirmeyi ve etkin olabilmeyi başarabilmiştir.