Aşık İsmeti’si vardır memleketimizin, ümmü olduğunu bilirim. Bunu bilenlerin, zaman zaman “bu şiirleri nasıl oluştuğunu ve nerden öğrendiği” ile ilgili sorulara hiç aklımdan çıkmayan “kuşlar ötmesini, sular akmasını, yağmur yağmasını, ot büyümesini nerden öğrendiyse ben de bunu ordan öğrendim” gibi bir cevap verdiğini duymuştum. Daha doğrusu, kendisi hakkında hazırlanmış bir kitapta okumuştum.
Keza Aşık Veysel dedem için de geçerli bu tecrübenin tarihi niteliği. O da öyle; tarihin kaydettiği namını, gözlerini tamamen kaybedince, yöre toplumdaki kültürel etkileyicilere ek olarak, yeteneğini destekleyen çabasıyla elde etmiştir. Burada dikkat edilmesi gereken şey, yine doğuştan getirdiği duygulanım farkı, hissediş özgünlüğü, yordama ve dile getiriş biçimidir.
Bu tür değişkenler ve ışıltı olarak nitelenebilecek kültürel özgünlük Pir Sutlan Abdal dedemi de benzer gerekçeler ile Halk Kültürü (dolayısıyla Halk Edebiyatı) defterine, tabir yerinde ise, özenle nakşetmiştir.
Deliktaşlı Ruhsati için de, Kılıççılı Agahi için de, İğdecikli Veli için de, Kürtlerli Aşıık Hüseyin için de, Gelmugad’dan Ali Omman için de, yine Emlek Yöresi şairlerinden Sefil Selimi için de sürecin manzarayı umumiyesi dikkate değmeyecek farklar olsa da genelde aynıdır. Yani, yeteneği olanlar toplumsal ortam, yeterli çaba ve zamanın koşulları, moral değerler açısından ihtiyaç olduğu gerçeğince itibar görmüştür. Yaşarken aşkın değer mertebesininde bir taltifin semeresini göremeyenlerin, zamanla su akar yolunu bulur misali ana akarlarla buluştuğunu söylemek mümkün.
Elbette, bunların içinde veya dışında siyaseten veya başka sebeplerle yerilenler, abartılanlar, yok sayılanlar veya tam olarak anlaşılamayanların olduğu da bilinen bir gerçek.
Belki nasip olur, herbiri özelinde daha ayrıntılı yazılar yazarız.
Konu özelinde düşünüş açınıza genişlik katacağı umuduyla burada bırakıp başlıktaki konuya geçiyorum.
Mehmet Ali Kızılgöz
Aşık Mehmet Ali Kızılgöz diyenler olduğu gibi Ozan Mehmet Ali Kızılgöz diyenler de var O’na. Kendisi halen çırak olduğunu söylese de, bu nitelemenin kendince bir mütevazilik olduğu kanaatindeyim.
Dede soyludur.
Anası Kara Zöhre nesebiyle Gözü Kızıl Ocağı’na bağlı ailenin fertlerindendir. Kars’ın Damal, Posof, Hanak ve diğer ilçelere bağlı köylerinden olan taliplere yol ve erkan hizmetlerini yürüten dedelerden olan bu soyun bir bölüğü de Yıldızeli’nin Davulalan Köyü’ne gelip otağ eylemişler orayı.
Dayılarıyla yürütülen (özellikle Alişan Ağa’nın) cem ve yaren sohbetlerinden esinle deyiş, düvaz-ı imam, güzelleme, bozlak, destan tarzında, halk ozanlığı geleneğinde geniş yere sahip türlere vakıf olmuş, geleneksel kültür öğelerini öğrenmiş, zamanla kendi demelerini çalıp söylemeye başlamıştır.
Daha kırkı çıkmadan iyi saz çalacağını düşünen yakınları Mehmet Ali Kızılgöz’e oyma bir bağlama yaptırmayı düşünürler. Bundan kısa zaman sonra da, düşünülen bağlama getirilir, ehli olanlar tarafından arada bir çalınarak, bir bakıma Mehmet Ali Kızılgöz’ün çalacağı zamana kadar hamlığı giderilir sazın.
Sonuçta çocuk yaşta saz çalmaya ve türkü söylemeye başlar.
Zamanın bütün erkek çocukları gibi O da nazlıdır Ailenin bu işlere yatkın, yetenekli ve çabalayan çocuğu olarak sürekli desteklenir, alkışlanır. Gün olur bir dediği iki edilmez.
Tellerle parmaklarının dostluğunu refleks derecesinde kıvrak ve anlamlı ses üreten hareketlere eriştiren tecrübesi, şiire ve destanlara buladığı gönlü ile birleştiği zamanlardan itibaren anası Kara Zöhre’den duyduğu türkülerin yanına kendi yorumunu içeren, sözünü de kendi yazdığı eserler üretmeye başlar. Kars ve Erzurum ezgilerinin mayasını kullandığı tarzına çağın şairlerindeki gür ve itiraz tınılı söyleyişi de katarak özgün denebilecek farka erişir.
Bağlama çalışıyla da genelin dışında, kendi ile özdeşleşmiş yeniyi deneyen Mehmet Ali Kızılgöz, sevimli ve dikkat çekici görsellikten ötürü de tanıyanların sevgisine mahzar olmuş, aile sohbetlerinde dahi (bir tiyatro oyunundaymış gibi) bu biçimde saz çalması konusunda ısrarlara maruz kalmıştır.
Tellerin tamamını mızraplayan Kızılgöz, aynı zamanda sapta (klavye) oluşan titreşimleri adeta türkünün kendisi gibi sese çevirip, ritmin gereğince nefis bir akışa erdirmektedir. Sazın döşüne neredeyse kıracak derecede vurarak tellere geçişi de, ritim sesini kendi içinde meydana getirdiği gibi dinleyenlerin iç sesiyle de etkili olacak ezgisel tatta buluşturuyor. Sağ elini süzülen tutmanın kanadı, değirmenin taşının dönüşü, söğüt şıvgalarının salınışı gibi algılattıran farkın temelinde tecrübesi kadar bilinçli oluşundan kaynaklı değerler de var.
Türkü sözlerinde yaşadığı coğrafyanın zihinsel izdüşümü ağırlıkta olmakla birlikte, ustalarının akılda kalıcılığa katkısı olan deyiş ve sözcük tütümlerini, yine kendi tarzı gereğince etkili kullanmayı başarabilmiştir. Geleneksel ve çokça kullanılan ifadeleri yadsımadığı bir yana, bunların dışındaki dizeleri zor ve çok çarpıcı ifadelerin yatağıdırlar. İnsan Mehmet Ali Kızılgöz’ü dinlerken “dağlarına bel bağladım”, “yağmurlar bulutun ıslak yavrusu”, “demek bir muamma, demek mişmişsin”, “bir seveyim dedim burnumdan geldi”, “kravatlım söyle bunlar yalan mı” gibi ifadelerin nasıl böyle türküye dönüştüğüne hayret ediyor.
Dervişane kişilik yapısı olduğunu düşündüğüm Mehmet Ali Kızılgöz’ün gezginliği ve konuşkanlığına değinmek istiyorum. Özellikle türkülerin öyküleri, tanıdığı halk ozanları ve onların dışındaki kişilerin ilgili bilgilerini verirken mutlaka şiirsel dil ve akıcı üslup kullanır. Bunun da kendisinde olan yeteneğin bilişsel destek ile kazanılmış saygıdeğer bir imkan olduğunu düşünüyorum.
Paraya pula önem vermediğini bildiğim Mehmet Ali Kızılgöz televizyonlarda ve diğer sahnelerde mutlaka eğitici ve akılda kalıcı şiir, özdeyiş ve yaşanmış öyküleri dünya malına tamahkarlığı, vefasızlığı, vicdansızlığı ve sevgisizliği yeren cinsten seçer, heyecanla da savunur tarafını tuttuğu güzelliği.
Onlarca eseri ünlü icracılar tarafından icra edilen Mehmet Ali Kızılgöz de Pir Sultan Abdal damarı akarınca tarihe yol alan bir halk ozanı. Çocukluğundan beri dinlediği ve bu damara ait temeller olduğunu düşündüğüm herbir şeyin açığa çıkması adına daha neler yapılır bilmiyorum ancak yaşıyorken ozanlık geleneğimizin bir değeri olduğu bilinsin isterim doğrusu.
Kendisi ile birlikte çok sahne ve programlarda birlikte bulunduk. Bir defasında, hiç unutmuyorum, daha önce sahneye koyduğu sazının, tam çalacağı sırada fişmen pilini bulamayınca, mikrofona uzandı ve şunu dedi; arkadaşlar saz çalan pil çalmamalı.
İçli bir ozan ve duyarlı bir can olan Mehmet Ali Kızılgöz dili, bağlama çalış tarzı ve sözleri özelinde özgün olduğu kadar alçak gönüllü oluşu, eli açıklığı, memleket ve insan sevgisi ile de bu toprakların zenginliğine dahil, toprağın bilgisine ermiş, Anadolu irfanından nasipli bir değerdir
Yarınlar ondan söz edecek elbette.
Benimkisi, yaşıyorken o da duysundan ibaret bir alkış. Yoksa türkülerin de bahar gibi, reklama gereksinimi yok.
Ustam Hasan Hüseyin Korkmazgil’in dediği gibi.
Abbas Turan
Ankara, 04.04.2023