Özellikle son yıllarda bayram coşkusu, heyecanı kalmadı çoğu insanın içinde.
Oysa bayramlar, millî ve dinî duygular, inançlar, örf, adet ve gelenekler ile bütünleşerek sevgi, saygı, kardeşlik ve paylaşmanın, yardımlaşma ve dayanışma geleneğinin en güzel şekilde yaşandığı özel günlerdir.
Birey olarak, millet olarak, eski bayramların coşkusunu neden yaşamıyoruz?
Toplumda, insanları bir arada tutan millî, dinî bayramlar ve inanç gibi ortak değerlere geçmişte daha çok önem verilirdi. İnsanlar birbirleriyle daha çok etkileşim kurarlardı.
Ama şimdi her şey çok farklılaştı… Teknolojinin gelişmesi ve araya giren mesafeler de doğru ve güzel olan değerlerimizi, alışkanlıklarımızı yavaş yavaş kaybetmemize neden oldu.
Teknoloji her konuda insanlığa fazlasıyla imkânlar sağlasa da, duygularımızı, düşüncelerimizi ve geleneklerimizi de zaman içerisinde köreltti ve yaşadıklarımızın önüne birer "eski" ifadesi koymamıza sebep oldu.
Görüldüğü üzere aslında özlediğimiz, özlemle yâd ettiğimiz eski bayramlarımız değil de hep birlikte eskittiğimiz, değerini yitirdiğimiz, kaybetmeye başladığımız değerlerimiz; adetlerimiz, gelenek ve göreneklerimiz olsa gerek.
Özlemini çektiğimiz eski bayramlarda, ailenin en büyüğünün evinde toplanılır, bayram hep bir arada yaşanır ve yaşatılırdı. Büyükler kaybedilmeye başlanıldığında ailelerde kopmalar, uzaklaşmalar, bir vefasızlık ve yeni yeni adet ve bahanelerle bayramın yarattığı güzel duygulardan uzaklaşılmaya başlandı.
Özlemle yâd ettiğimiz o günlerde anne-babadan ihtiyaç olan bir şey istenildiği zaman çoğu kez alınan cevap "Bayrama az kaldı, o zaman alırız" olurdu. Yeni giysiler, yeni ihtiyaçlar bayramdan bayrama alınırdı ve yeni bir şeye sahip olmanın verdiği sevinç, yüzlerdeki mutluluk her şeye değerdi. Belki de bu sebeple eskiden sabırsızlıkla beklenirdi bayramlar.
Günler öncesinden bayram temizliği yapılır, bayram hazırlıkları tamamlanır; bayramlıklar alınır, kuzine sobalarda bayram tatlıları pişirilir, gelecek misafirler için yemekler hazırlanırdı.
Yine özlemle anılan o günlerde çocuklar yeni alınan ayakkabıları, kıyafetleri yatak uçlarında uyur, sabahı zor ederdi. Sabah erkenden bayramlık kıyafetler giyilir, büyüklerin elleri öpülmek üzere sıraya girilirdi. Ceplere, avuçlara sıkıştırılan harçlıklar çocukları çok mutlu ederdi. Uzaktan gelecek aile yakınları özlemle beklenir, bayram ziyaretlerine çıkılır, büyükler ziyaret edilir, hal hatır sorulur, gönüller alınır, küsler barışır, dargınlıklar giderilirdi.
Arife günleri ya da bayram namazı sonrası mezarlıklar ziyaret edilir, mezarlar temizlenir, Kuran okunur, dualar edilir, ahirete göçmüş olan yakınlar da hatırlanırdı.
Günümüz çocuklarına maalesef aileler tarafından yeterince görev ve sorumluluk verilmez oldu. En çok da aileler “ben görmedim evladım görsün, ben yemedim evladım yesin, ben giymedim evladım giysin” şeklindeki sonu olmayan farklı düşünceler neticesinde doyumsuz bir nesil yetiştirilir oldu. Böyle yetişen çocuklar da sıkıntı çekmediği, her istediği yapıldığı ve hayat tozpembe gösterildiği için ne zora geliyor ne de bir şey elde etmek için çabalıyor. Hazıra alışmış bir bireyden bayram sevincini, bayram coşkusunu yaşaması beklenebilir mi? Onlara sorumluluk bilinci aşılamalı, çalışkan, üretken, kültürüne, dinine ve vatanına bağlı nesiller olmaları için yol göstermeli, doğru örnek olmalıdır.
Gelecekte sadece takvim yapraklarında o günün bayram olduğunu görmek istemiyorsak; geçmişte yaşadığımız mutlu anları yaşamak, bizden sonrakilerin de yaşamasını ve yaşatmasını istiyorsak bu bayram ve sonraki bayramlar bir yerlere kaçmayalım, sevdiklerimizle birlikte olalım, eşi, dostu ziyarete gidelim. Onlara verdiğimiz gerçek değeri, sevgimizi gösterelim.
Kurban Bayramının manevî ikliminin herkesi kuşatmasını, tüm insanlığa kardeşlik, huzur ve mutluluk getirmesini diliyor, Kurban Bayramınızı en içten dileklerimle kutluyor, sevgi ve saygılarımı sunuyorum.