NE SÖYLEDİĞİMİZ KADAR NASIL SÖYLEDİĞİMİZ DE ÖNEMLİ

NE SÖYLEDİĞİMİZ KADAR NASIL SÖYLEDİĞİMİZ DE ÖNEMLİ

İnsan ilişkilerinin temelinde iletişim mevcuttur. İnsanı insan yapan birçok özelliğinin yanı sıra diğer canlılardan ayıran bir diğer özelliği de konuşabiliyor olmasıdır. Yüce Allah, bir ayrıcalık olarak insana, düşünme ve konuşma yeteneği vermiştir. İnsan nerede yaşarsa yaşasın, ne tür bir işle uğraşırsa uğraşsın, duygu ve düşüncelerini ifade etmeye ihtiyaç duyar.

Ancak ağızdan çıkan her sözün kendine göre bir ederi, söz söylemenin de bir usulü, adabı vardır. Ne söylediğimiz, ne zaman, hangi ortamda ve nasıl söylediğimiz de çok önemlidir.  Bu nedenle de her insanın kendini ifade etmek için doğru iletişim becerilerine sahip olması çok önemlidir.

Karşımızdaki kişilere yönelik yaklaşımımızı, iç dünyamızdaki süreçler belirler. Bir insanın insanlığı yani kişiliği, karakteri, değeri konuşmasına ve konuşmasında tercih ettiği ifade tarzına (üslûba) yansır. Sözlerimiz; karakterimizi, kişiliğimizi, kültürümüzü, eğitimimizi, ahlakımızı, görgümüzü ortaya koyar. Bu nedenle atalar, “Üslûb-û beyan aynıyla insan” demişler. Unutmamak gerekir ki ağızdan çıkan sözler muhatabın değerini belirlemez. Gerçekte bu sözler, konuşanın kişiliğini, kimliğini ortaya koyar.

Üslûbu basitçe tanımlamak gerekirse bir duygunun, düşüncenin kişisel anlatım biçimi, kelimelerin seçimi ve kullanımı gibi dil ve anlatım özelliklerinin bütünüdür. Kısacası her insanın üslûbu kendini ifade tarzıdır diyebiliriz.

Alman filozof, Martin Heidegger (26 Eylül 1889 - 26 Mayıs 1976)  “Dil varlığın evidir; düşünürler ve şairler bu evin bekçileridir” diyor. Dolayısıyla ne söylediğimiz kadar nasıl söylediğimiz de önemlidir. Zira Sadi Şirazi  “Yanlış üslûbun doğru sözün celladı”  olduğunu vurgulamakta.

Atalarımız, “İnsan Kıyafetiyle Karşılanır, İlmiyle Ağırlanır ve Edebiyle Uğurlanır.” ve "Sorma kişinin aslını, sohbetinden belli eder" diyerek sözün önemine değinmişlerdir. Yine unutmamak gerekir ki, bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olunmaz. Fikir sahibi olmayana da cahil denir. Hz. Mevlana, "Cahil bir kimsenin yanında kitap gibi sessiz ol" diyerek boş sohbetlere karşı bizleri uyarmıştır. Bu nedenle kimle konuştuğumuza, ne konuştuğumuza, nasıl konuştuğumuza dikkat etmeliyiz.

Dilden dökülen her sözün kuşatıcı, yapıcı, birleştirici ve kucaklayıcı özellikte olması gerekir. İnsanları yargılayan, gerilimi tırmandıran, insanları ayrıştıran ve kutuplaşmaya götüren nezaketten uzak, hoyrat, zorlayıcı ve baskılayıcı bir üslûp, topluma her zaman çok fazla zarar verecektir. Nitekim Hz. Ali, "Söz ağızdan çıkana kadar senin esirindir. Ağızdan çıktıktan sonra sen onun esiri olursun" buyurarak sözün ağırlığına değinmiştir.


Kaç yaşına gelinirse gelinsin, insan kiminle nasıl, ne şekilde konuşacağını öğrenemediyse, aslında bir hiçtir. Çünkü üslûp insan için bir aynadır, doğal olarak da kişinin kendisini yansıtır. Hz. Mevlâna bunu yüzyıllar öncesinden “Testinin içinde ne varsa, dışarıya o sızar.” diyerek çok veciz bir şekilde ifade etmiştir.

Ne söylediğine dikkat etmeyen, kırıcı ve sert konuşan kimseler, çevresindeki insanların gönlünde derin yaralar açtıkları ve büyük düşmanlıklar yaşanmasına sebep oldukları için “dil, kılıçtan keskindir” demiş atalarımız.

Üslubun öncelikli olarak ailede sonrasında ise okul hayatında alınan eğitimle geliştirilebildiğini biliyoruz. Özellikle de küçük yaşlarda, aile içerisinde kullanılan üslûp çocukların iletişim becerilerinde çok etkilidir.

Üslûp ahlaki ve etik açıdan çok önemli olduğu kadar dini açıdan da çok önemlidir. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) “ İyi bir Müslüman, dilinden ve elinden Müslümanların zarar görmediği kimsedir’’ buyurarak bir insanın kişiliğinin karakterine, tarzına, değerlerine, düşüncesine, düşüncelerinin de üslûbuna yansıdığını ifade etmektedir.

Konuşulduğu zaman muhatabın anlayış seviyesine göre konuşulması gerekir. Söylenen sözler karşımızdakini ne kadar etkiliyor, konuşmamızdan ne anlıyor bunu bilmemiz gerekir.  Buna dikkat edilmediğinde farkında olmadan yanlış anlaşılmalara sebep olunabilir, insanların konuştuklarımızı farklı yorumlamasına kapı açmış olabiliriz.

Siyasi, ekonomik, sosyal, kültürel veya toplumsal yaşamın herhangi bir alanında ayrımcı olmayan bir dil kullanmaya özen göstermeli; insanî ilişkilerin bozulmasına sebep olabilecek kırgınlıklara, dargınlıklara, kavgalara, hatta çeşitli olumsuzluklara kapı aralayabilecek nefret söyleminden, ayrımcı söylemlerden kaçınmalı, ağızdan çıkacak sözlere çok dikkat etmeli, aklın ve imanın terazisinde tarttıktan sonra söylemelidir.

Ayrıca kişi iftira, yalan, gıybet, boş söz, ara bozma, insanları birbirine düşürme gibi ahlaka ve dine ters düşen söylemlerden de kesinlikle kaçınmalıdır.

Aristoteles “Akıllı insan düşündüğü her şeyi söylemez, fakat söyleyeceği her şeyi düşünerek söyler.” der. Gerçekten de söylediğimiz söze hâkim değilsek, söz bize hâkim olur ve de sonucuna da katlanmak zorunda kalırız. Yani “Söz var insanı vezir eder, söz var insanı rezil eder.”


Yunus ne güzel söylemiş.
“Söz ola kese savaşı söz ola bitire başı
Söz ola ağılı aşı bal ile yağ ede bir söz”


İletişimimizde her zaman açık ve net olmalıyız ancak bunu yaparken düşüncelerimizi doğru bir üslûpla dile getirmeye özen göstermeliyiz. Tatlı dil yılanı deliğinden nasıl çıkarırsa, olumsuz bir üslûp da insanları aynı hızda bizden uzaklaştıracaktır.

Yapmamız gereken düşündüğümüzü, anlatmak istediğimizi ifade ederken özenli olmaktır. Doğru üslûp mutlu ve başarılı olmak, sağlıklı ilişkiler kurmak ve sürdürmek isteyen herkesin sahip olması gereken bir beceridir. Saygı çerçevesinde, olumsuz ifadelerden kaçındığımız ve kibar bir üslup benimsemek en doğru olandır.

*
Konuşma tarzının insan hayatındaki önemini çok güzel ifade eden bir kıssa ile noktayı koyalım.
*
“Padişah, bir gece rüyasında bütün dişlerinin döküldüğünü, yemek bile yiyemez hale geldiğini görür. Sıkıntı ve elem içinde uyanır. Vezirini çağırıp sarayın rüya tabircisinin hemen huzuruna getirilmesini emir buyurur.
Uyku sersemi tabirci başı, gözlerini ovuştura ovuştura padişahın yanına gelince, padişah beklemeden rüyasını anlatıp sorar: "Tabirci başı, bu rüya hayır mıdır, şer midir? Neye işarettir, hele bir söyle."
Tabirci başı biraz düşünür; sonra utana, sıkıla:
"Şerdir, Padişahım" der.
Padişah yüzüne karşı böyle söylenmesine şaşırmış, adeta küçük dilini yutmuştur. Tabirci devam eder:
"Uzun yaşayacaksınız; ama ne yazık ki, bütün yakınlarınızın gözlerinizin önünde birer birer ölüp sizi yapayalnız bıraktıklarını göreceksiniz."
Bir an sessizlik olur; ardından padişah kükrer:
"Tez atın şunu zindana, felaket tellallığı yapmak neymiş öğrensin!"
Tabirci başı, yaka paça götürülüp zindana atılır. Padişah bir başka tabircinin bulunmasını emreder. Huzura getirilen ikinci tabirciye de rüyasını anlatıp sorar: "Hayır mıdır, şer midir?" der.
İkinci tabirci de önce biraz düşünür; ama sonra yüzü aydınlanır:
"Hayırdır, Padişahım!" der. "Bu rüya, bütün akrabalarınızdan, yakınlarınızdan daha uzun yaşayacağınıza dalalet eder. Daha nice seneler boyu güzel memleketimizi yüksek adaletinizle idare edebileceksiniz inşallah."
Padişahın keyfi yerine gelir, ağzı kulaklarında buyurur:
"Bu tabirciyi TABİRCİBAŞI yaptım. İki kese de altın verin!"
Başından sonuna durumu takip edenler, tabirciye sorarlar:
"Aslında sen de, tabirci başı da aynı şeyi söylediniz. Niçin onu cezalandırdı da seni mükâfatlandırdı?"
Akıllı, bir o kadar da uyanık olan tabirci güler ve şöyle cevap verir:
"Elbette aynı şeyi söyledik; ama mühim olan, kime NE söylediğin değil, NASIL söylediğin ve karşındakinin de NEYİ, NASIL anladığı önemlidir."