METİN OKTAY-TAÇSIZ KRAL

METİN OKTAY-TAÇSIZ KRAL

“Ben sporcunun, zeki, çevik ve aynı zamanda ahlaklısını severim”  
                                                                     Mustafa Kemal ATATÜRK

“Galatasaray’da kaptanlık yaptığım zamanlarda yazı-tura yapılacağı vakit hep tura derdim. Varsın Atam’ın silüeti yere değmesin.”
                                                                      Metin Oktay

“Benim için iyi insan olmak, iyi bir futbolcu olmaktan daha önemlidir.”
                                                                      Lionel Messi

“Futbol, benim için bir sanattır.”
                                          Cristiano Ronaldo

“Biz, sürekli üzerimizde çok baskı olduğundan yakınırız. Baskı evine beş pezo getirip çocuklarını geçindiremeyen insanlarda olur.”
                                                        Maradona 
                               
“Ahlak ve insanın yükümlülükleri hakkında güveneceğim ne biliyorsam, onu futbola borçluyum .”
                                                   Albert Camus

“Hayat ve ahlak hakkında bildiğim her şeyi futboldan öğrendim. Çünkü top hiçbir zaman beklediğim köşeden gelmedi.”
                                                   Albert Camus

“Hayat futbola fena halde benzer. Futbol, şahsi beceri gerektirir; ama aslında toplu oynanan, insanların takım halinde oynadıkları bir oyundur. Hayatta da öyle değil mi? İstediğin kadar yetenekli ol, iyi bir takımın yoksa kaybedersin.”
(Yönetmenliğini Serdar Akar’ın yaptığı “Dar Alanda Kısa Paslaşmalar” filminden bir replik).

İlkokul yıllarında hevesleri, merakları, tutkuları çok olan bir çocuktum…Bugün de öyleyim. Resim yapma aşkından, bağlama çalmaktan, film izlemekten, her gün kitap okuma alışkanlığına kadar çok sayıda vazgeçilmez meraklarım, uğraşılarım var…Belki de bu yüzden çevreme, insanlara, olaylara çok farklı açılardan bakmaya ve anlamaya çalışıyorum…Kendi kafasını zorlamayan, her alanda önyargılarla şekillenmiş bir toplumda, çoklu bir bakış açısına sahip olmak, çoğunlukla ters düşmeyi de göze almayı beraberinde gerektirir. Bu her konuda aynıdır; Sanatta-kültürde, siyasette, futbolda, hemen her alanda alışılmış, basmakalıp değer yargılarıyla değerlendirmenin dışına taşmak can sıkıntısı yaratır…

Biz üç kardeş, yıllarca futbol oynadık. İki kardeşim Senai ve Selami de profesyonel liglerde yıllarca futbol oynadılar. Ben de Ankara’da resmî futbol takımlarında yıllarca futbol oynadım. 
(Lise yıllarımda Genç Milli Takım Kampına davet edilmiştim. Babamın ısrarına rağmen gitmemiştim. Bu ayrıntılı bir konu, sonra hep pişmanlık duymuşumdur.) Ortaokul yıllarında, Babam Gençlerbirliği’ni sevdiği için, bizleri Ankara 19 Mayıs Stadyum’unda maç izlemeye götürürdü. Bu da futbolu, erken yaşlardan bu yana sevmeme neden oldu. O zamanlar, çocukluk diyebileceğim yıllar, deplasmana gelmiş rakip takımlar sahaya çıkarken alkışlanırlardı. Trübünler, takımların forma renkleriyle rengarenk bir şenlik halindeydi sanki. Rakip takımın seyircileri misafir olarak kabul edilir ve maçları yan yana seyrederlerdi. Maçlar bir ölüm-kalım meselesi değildi. Bir festival havası içindeydi. Onur kırıcı, saldırganlık içeren kötü tezahüratlar yoktu.

Ankara 19 Mayıs Stadyumu’nda, çok sayıda maç izledim. Büyük takımların bir çok maçlarını seyrettim. Bir çok unutulmaz efsane futbolcuları görme şansım oldu. Galatasaray, Fenerbahçe, Beşiktaş gibi üç büyüklerin yanında, bir zamanların Es Es’leri Eskişehirspor, Trabzonspor’un parladığı yıllar ve tabi ki Ankara takımları; Ankaragücü, PTT, Şekerspor, Gençlerbirliği, Ankarademirspor ilk aklıma gelenler…Sonra unutamadığım, seyretme şansını yakaladığım futbolcular…belki saymakla bitmez ama bazılarını yazayım; Galatasaraylı Metin Kurt, Gökmen-Yasin kardeşler. Fenerbahçeli Canbartu, Alparslan, Yılmaz. Beşiktaşlı Sabri, Vedat, Sanlı. Eskişehirsporlu Vahap, Ender, Fethi.
Trabzonsporlu  Şenol, Turgay, İskender.
Ankaragüçlü Adil, Nazmi, Haluk. PTT’li Enver, Feridun, Yetik. Şekersporlu Güngör, Selçuk, Dodo Yaşar. Gençlerbirliği’nden Dirani, Okan, Zeynel. Ankarademirspor’dan 
Senai, Muammer, Saldun…birbirinden değerli sayısız futbolculardan ancak bir kısmını yazabildim.

Benim futbolculuğumdaki futbol anlayışım; maçın başından sonuna kadar elimden gelenin en iyisini yapmak, hakemin bitiş düdüğüne kadar, o an skor ne olursa olsun ister önde olalım ister rakip önde olsun, bütün var olan gücümü sahaya yansıtmaktı. 
Bu benim değişmez temel felsefemdi. Rakip güçlüymüş güçsüzmüş hiç farketmez, aynı disiplini sonuna kadar götürürdüm. Rakip daha iyi oynamış ve haklı bir galibiyet almışsa tebrik ederdim. Yendiğimiz rakiplerimizi de mutlaka teselli ederdim. 
Bu, sertliği de içeren oyunda hiçbir zaman ne sarı kart ne de kırmızı kart gördüm. Yalnız bir müsabakada, rakip takımın kaptanıyla  girdiğim ikili mücadelede karın boşluğuma kasıtlı dirsek atmasıyla nefessiz kalıp yere yığıldım. Ben yerde kıvranırken hakem, numara yaptığımı sanarak bana sarı kartı gösterdi. O ara mahalleden spor yazarı bir arkadaşım dayanamayıp sahaya girdi ve bana yardımcı oldu. Hakem durumu öğrenince özür diledi. Maçtan sonra da bana faul yapan kaptan Orhan Abi özür dileyerek gönlümü aldı…

İnsan her yerde aynı insandır. Futbol sahasındaki psikolojisi neyse, yaşamın diğer alanlarında da aynıdır. 
Futboldan örnek vereyim. Çünkü yaşadım ve gördüm. Sen sahada yenmek için, iyi bir sonuç almak için canını dişine takar, varını yoğunu ortaya koyarsın, yanındaki arkadaşın bir de bakmışsın yarın kadar ter dökmüyor. Ya da oyun lehine gidiyorken gayretli, geriye düşmüşken umutsuzluğa düşüp kendini bırakıveriyor. 
Kanımca futbol; mücadele, dayanışma, yardımlaşma, paylaşım, sevinçte, üzüntülerde beraberlik demektir.
Futbolda güzel olan, hayata dair örnek olan şey; tasada sevinçde beraber olabilmek, arkadaşının kusurlarını, hatalarını kapatmaya çalışmak, yine arkadaşının sevincini coşkuyla paylaşmaktır. Mağlubiyette de galibiyette de makul davranışlar içerisinde olabilmektir. 
Rakibin yenilmiş üzüntü içindeyken, abartılı bir sevinç yaşamak hakkını kendinde görmeyeceksin. Dünyayı yenmek-yenilmek, başarı-başarısızlık üzerine değerlendirmeyeceksin. Ve asla centilmenliği elden bırakmayacaksın…

Bizler dünyanın en centilmen liderine sahip değilmiyiz. Ne yapmıştı O yüce yaratılışlı Mustafa Kemal ATATÜRK. Ülkesini işgale gelen, yenilmiş Yunan Generaline ne demişti.
Yunan Generalin kendisinin söylediklerine bakalım; “Atatürk mert bir askere yakışır bir şekilde kabul etti. Gazi’nin bu esnadaki sözlerini hiç unutmayacağım: “Üzülmeyin General” dedi. “Siz vazifenizi sonuna kadar yaptınız. Askerlikte mağlup olmak da vardır. Napolyon da vaktiyle esir olmuştur. Size karşı büyük bir hürmet hissi besliyoruz. Misafirimizsiniz. Yakında her şey düzelecektir. Buyurun, istirahat edin.” Ve devamla Atatürk’ün bu ince ve nazik muamelesi karşısında ben de bu büyük komutana karşı içimde bir hayranlık duymaya başladım” der.

Taçsız Kral Metin Oktay diye anılan, hafızalarda yer eden futbolcu da, kendisine örnek olarak Atatürk’ü almıştır.
Sahaların centilmen beyefendisidir.
Oynadığı takımın taraftarları da, rakip takımın taraftarları da O’na saygı duymuştur. Benim için bir insanın yaptığı işlerdeki başarılarından daha önemlisi, O’nun iyi bir şahsiyete sahip olmasıdır.
Nice hayran olduğumuz, yaptıkları şeylerle ünlenmiş kişilerin bir çoğunu yakından tanıyınca hayal kırıklığına uğrar, kendimizi aldatılmış hissederiz. 
İşte yaptıklarıyla, gerçek yaşamıyla bizleri yanıltmayan, hatta özel yaşamıyla daha da çok sevgimizi, saygımızı kazananlardan biridir, yıllarca Galatasaray ve Milli Takımımızda futbol oynamış olan Metin Oktay.
Futbol sahalarındaki bir anıdan söz etmek istiyorum. 
Galatasaray ebedi dostu, ezeli rakibi Fenerbahçe ile şampiyonluk maçına çıkmıştı. 
Maç esnasında rakip takımın oyuncuları kendisine sert müdahalelerde bulunuyordu. 
Dizleri tentürdiyottan dolayı kıpkırmızıydı. Metin yine de sakinliğini koruyordu. 
Galatasaray’ın bir hücumu sırasında rakip defans oyuncusu onun ayak bileğine doğru oldukça sert bir müdahalede bulundu. Başta ne olduğunu anlayamayan Metin, kendisine faul yapan oyuncunun karşısına geçti. Kafasını oyuncunun yüzüne temas ettirdi. Oyuncu teması hisseder hissetmez abartarak, eliyle de yüzünü kapatarak kendini yere bıraktı. Maçın hakemi kırmızı kart göstererek Metin’i oyundan attı. Bunun üzerine saha bir anda karıştı. Metin hariç tüm Galatasaraylı futbolcular hakemin üzerine doğru yürüdü. Hakem: “Metin bir şey yapmasaydı mutlaka itiraz ederdi.” diye kendini savundu. 
Galatasaraylı futbolcuların bir kısmı hakeme “Pozisyonu kesin gördüğünüzden emin misiniz? Metin sadece can havliyle kendine faul yapan kişiyle yüz yüze geldi. Saçının bir kaç teli rakibinin yüzüne ya değdi ya değmedi.” diyerek itiraz etti.
Takım arkadaşları Metin’e “Niye hakeme itiraz etmiyorsun?” diye sordu.
“Yapmadığım bir şeyin savunmasını niye yapayım ki?” oldu Metin’in cevabı.
Olaylar karşısında daha fazla suskun kalamayan Canbartu, hakemin yanına gidip gördüklerini anlattı: 
“Pozisyona yakındım. Metin oyuncuyla karşı karşıya geldi ancak Metin’in herhangi bir teması olmadı.”
Can’dan gelen bilgi üzerine hakem kendini yere atan oyuncunun sağlık durumunu kontrol etti. Futbolcunun herhangi bir sağlık sorunu yoktu. Hakem Metin Oktay’ı yanına çağırıp sordu:
“Oyuncuya temasın olmadığı halde neden itiraz etmedin?”
Metin’in cevabında sitem vardı:
“Bunca yıllık futbol hayatımda rakip futbolculardan maç esnasında çok tekme yedim. Dizlerimdeki yaraların biri iyileşmeden diğeri başladı. Ancak bugüne kadar kimseye kasıtlı bir temasım olmadı. Bir kaç tane sarı kart dışında hiç kırmızı kart görmedim. Yıllardır oynadığım birçok maçta görev aldınız. Beni tanıyamamış olmanıza çok üzüldüm. Bu nedenle size itiraz etmek istemedim.” 
Hakem, Metin Oktay’a, “Her şey anlık gelişti. Futbolcu kendini yere bırakınca temasın çok sert olduğunu düşündüm. Kasıtlı olduğunu düşünerek sana kırmızı kart gösterdim. Hatamı telafi edeceğim. Hakemi aldatmaya yönelik hareketinden dolayı kırmızı kartı diğer oyuncuya göstereceğim. Bu arada Can’a teşekkür etmelisin. Gelip beni uyarmasaydı oyun dışında kalacaktın.” dedi. Sonra birbirlerinin omuzlarını sıvazlayıp tebessüm ederek ayrıldılar.
Konuşma sonrasında Metin Oktay Fenerbahçeli Canbartu’nun yanına gitti.
“Hakeme gördüklerini tarafsızca anlattığın için teşekkür ederim. Sen olmasaydın hakem beni kırmızı kartla oyundan atacaktı.” dedi.
“Benim yerimde sen olsaydın aynı şeyi yapardın. Önemli olan maç kazanmak değil, insan kazanmak.” diye karşılık verdi Can. İki futbolcu sarıldı, maç kaldığı yerden devam etti.
…..
Gazeteci, yazar Sedat Kaya’nın Metin Oktay’a dair bir anısı.
80’li yılların ortaları…
İzmir’de Güneş Gazetesi’nde Spor Servisi Şefiyim.
Bir hafta sonu O’nunla birlikte Denizli’de maça gidiyoruz.
4 saat gidiş, 4 saat dönüş…
O arkada, ben önde şoförün yanında.
Yol boyu futbol, gırgır, şamata.
Bir ara bağırdı.
“Sağa çek abi”
Çektik.
Bir çiçekçi dükkanı.
Dışarıda yüzlerce saksıda çeşit çeşit çiçek.
İndi.
Çiçeklerin hepsine tek tek baktı.
Ama birini uzun uzun inceledi.
Kokladı.
Toprağını yokladı.
Sonra dükkan sahibini çağırdı.
“Bu çiçek sulanmamış abi” dedi.
“Bu çiçeği sula, dönüşte bakacağım” 
Dükkan sahibinin şaşkın bakışları arasında tekrar yola koyulduk.
Denizli’de maçı izledik.
Gazeteye yorumlarımızı yazdırdık.
Dönüşle yine uğradık çiçekçiye.
Yine baktı o çiçeğe.
Yine dükkan sahibini çağırdı.
“Sulamışsın abi” dedi.
Sonra sordu.
-Evli misin?
-Evet.
-Al bu parayı, bu akşam karına çiçek götür.
-Estağfurullah!..Olur mu öyle şey abi..
-Olur abi. Ben ne diyorsam onu yap.
Zorla bir miktar parayı çiçekçinin cebine koydu.
Tekrar yola koyulduk.
Arkaya oturdu.
“Sevdim bu çiçekçiği abi” dedi.
Bir saat falan yol aldık, karnımız acıktı.
“Aç ayı oynamaz abi” dedi.
Yol üstü bir salaş meyhanede durduk.
Köfte, piyaz ve rakı.
Demlenirken içeriye bir piyangocu girdi.
Baktı piyangocuya.
“Bana bir onluk seri ver abi” dedi, “ama param yok sonra veririm.”
Piyangocu, “Canın sağolsun kaptan. Senden para isteyen mi oldu?” diye cevap verdi.
Yüzünde bir tebessüm belirdi.
“Seni denedim ben abi” dedi.
Biletleri aldı, parasını ödedi.
Sonra piyangocuyu masaya oturttu.
Hal hatır sordu.
Bir duble rakı ve köfte  ikram etti.
Adamı uzun uzun dinledi.
Sonra birden.
“Meyhanede herkese benden birer piyango bileti ver abi” dedi.
Piyangocu biletleri, o da paraları verdi.
Yedik, içtik, güldük.
Karnımız doydu, tekrar yola koyulduk.
Arkaya oturdu..
“Piyangocuyu sevdim abi.” dedi.
Sonra uyumaya başladı.
Arabayı aynı zamanda foto muhabirliğimizi yapan Mustafa Yurt kullanıyordu.
Ben bir yandan Mustafa ile sohbet ederken, bir yandan arkada uyuyan O’nun çiçekçi ve piyangocuya yaptıklarını düşündüm yol boyu.
İzmir’e vardığımızda hâlâ uyuyordu.
Evine bıraktık.

O sadece büyük futbolcu değil, güzel adamdı.
Adam gibi adamdan öte, özel adamdı.
O halkıyla yaşayan, halkıyla gülen, halkıyla üzülen adamdı.
Kimse korkudan etliye sütlüye karışmazken, 
O, Deniz Gezmişler için imza toplayan adamdı.
O, Metin Kurt Galatasaray ve Milli Takımdan afaroz edildiğinde onunla ilgilenen adamdı.
O, Metin Oktay’dı.
Bir kraldı.
Bugünün yaldızlı yıldızlı şeytanlarından değildi.
Hiç saray soytarısı olmadı.
Dilinden düşürmediği bir sözü vardı.
“Beni bana bırakın abi.”
32 Yıl önce bugün seni sana bıraktık Metin Abi.
Sonsuzluğa uğurladık.
Bazıları toprağa gömülür, bazıları yüreklere.
Sen yüreklerde kalacaksın.
Huzur içinde uyu.
(Serdar Kaya’nın bu içli yazısını özetlemeden olduğu gibi aktarmak istedim. O’nun da duyarlı yüreğine sağlık).

Metin Oktay futbol oynadığı yıllar halk tarafından o kadar çok sevilmiştir ki, Yeşilçam 0’nun yaşam hikayesini anlatan, “Taçsız Kral Metin Oktay” adlı, yönetmenliğini Atıf Yılmaz’ın yaptığı, senaryosunu Safa Önal’ın yazdığı, başrolde Metin Oktay olmak üzere, Gönül Yazar, Ayten Gökçer, Ajda Pekkan ve Erol Taş gibi isimlerin yer aldığı bir film yapmıştır. Yakın bir zamanda çok severek izledim.

Elini yüreğine götürüp ve hafifçe eğilip seyircilere-izleyenlere verdiği selam, Galatasaray’ın sembol selamı olarak O’ndan miras kalmıştır.

1936 Yılında İzmir’de doğan Metin Oktay’ın babası fabrikada makine işçisi olarak çalışan Hasan Oktay, annesi ev hanımı Fatma Oktay’dı. Kardeşlerinin adları ise Adviye, Nermin ve Münevver idi. Öğrenimini, Karşıyaka Soğukkuyu İlkokulu, Alsancak İlkokulu, İnönü Lisesi ve Mithatpaşa Sanat Enstitüsü’nde gördü. 15 Yaşında Damlacık Futbol Kulübü’nde futbola başladı. Daha sonra Yün Mensucat’a transfer oldu. İyi futboluyla dikkatleri üzerine çekince Genç Milli Takım’a çağrıldı. Futboluyla Galatasaray’ın dikkatini çekti. Efsane antrenör Gündüz Kılıç’ın takımda görmek istemesiyle “Taçsız Kral Metin Oktay” efsanesi doğmuş oldu. 
Taçsız Kral Metin Oktay, futbol hayatında 314 maçta 354 gol attı. Ligde 10 kez gol kralı oldu. Tüm başarılarının yanında yardımsever, güler yüzlü, centilmen, alçakgönüllü ve naif bir insandı.
Her insana değer vermek ve elinden geldiğince yardımcı olmak, Metin’in hayat felsefesiydi…

Unutulmaz anılarla dolu örnek yaşamı,hakkında binbir güzel sözler söylenmiş bu güzel yürekli insanı, bütün centilmen, sportmen, hakkaniyetli, ahlaklı,         yüce ruhlu bütün futbolcular ve sporcular adına saygıyla, sevgiyle selamlıyorum…

Bizim yolumuz; sadece yaptığı şeylerle, başarılı işleriyle öne çıkan insanların yolu değil, aynı zamanda yaşamıyla örnek insanların gittiği yoldur.

(Alıntılar; Metin Oktay Taçsız Kral-Yaşar Kuru/Erdem Yayın Grubu, Vikipedi)



Anahtar Kelimeler: METİN OKTAY-TAÇSIZ