İSLAM?IN JAKOBENLERİ: HARİCİLER

İSLAM?IN JAKOBENLERİ: HARİCİLER

İSLAM?IN JAKOBENLERİ: HARİCİLER

17 Haziran 656?de muhasara altında tuttukları evine  gizlice giren Muhammed bin Ebubekir liderliğindeki bir grup isyancı Müslüman, o sırada odasında Kur?an?ı Kerim okumakta olan Hz. Osman?ı şehit ederler. Hz. Osman?ın kanı,  okumakta olduğu Kur?an?ı Kerim üzerine akar. O sırada yanında bulunan ve eşini korumak isteyen  Naile?nin parmakları uçar. Hz. Osman?ın isyancı Müslümanlar tarafından şehid edilmesiyle İslam dünyasında ?fitne kapısı artık açılmış değil, bundan böyle kapanmamak üzere kırılmış? bulunuyordu.

640 Yılında, ölen kardeşi Yezid?in yerine Hz. Ömer tarafından Şam valiliğine atanan Muaviye, Hz. Ali?nin halife seçilmesinden sonra ?Hz. Osman?ın kanını bahane edip? O?na biat etmez. Muaviye, Hz. Osman?ın mensup olduğu Ümeyyeoğulları (Emeviler) ailesine mensuptu. Ümeyyeoğulları, Hz. Peygamber?in İslamiyet?i tebliği döneminde O?na en çok karşı çıkan ve düşmanlık eden Mekke oligarklarına önderlik eden ve Mekke?nin en ileri gelen aileleri arasındaydı. Ümeyyeoğulları klanının önderi olan Ebu Süfyan, Uhud ve Hendek savaşlarında müşriklerin önderliğini yapmıştı ve 630 yılında Mekke?nin İslam ordusu tarafından fethi esnasında ?adeta son dakikada? Müslümanlığı, oğlu Muaviye ile birlikte(İslamiyet?e karşı hiçbir kazanma umutları kalmamasının ardından) kabul etmişlerdi.

Muaviye, Hz. Osman?ın kanlı gömleği ve karısı Naile?nin parmaklarını Şam mescidinde teşhir ederek umumi galeyanı artırmış, şairler ve hatiplerin de yardımıyla ?Hz. Osman?ın kanını dava eden? çok büyük bir kitle oluşturmayı başarmıştı. Hz. Ali?ye biat etmemek için bu trajik olayı kullanan Muaviye, başlangıcı cahiliye döneminin derinliklerine kadar giden geleneksel ?Emevi-Haşimi? rekabetini kullanarak kendi durumunu güçlendirmek istiyordu.

Hz. Ali?nin önderlik ettiği Irak ordusuyla Muaviye?nin liderliğindeki  Suriye ordusu, Fırat Nehri boylarında Rakka kentinin doğusundaki ?Sıffin? ovasında ordularını konuşlandırırlar. Hz. Ali?nin, Muaviye ile anlaşma çabaları bir sonuç vermez. İki ordu birbirinin karşısında iki ay süreyle karargahlarında kalırlar. Nihayet, 657?de iki taraftaki barışseverlerin çabalarına rağmen, çarpışmalar başlar. Fiili olarak iki gün süren şiddetli çarpışmaların sonucunda bir sonuca ulaşılamaz.

Ancak savaşın belirli bir aşamasından sonra ordusu bozulmaya başlayan Muaviye?nin savaş meydanından kaçmayı düşündüğü bir sırada, O?nun yanında yer alan, siyasetçiliği, kurnazlığı, düzenbazlığı ve entrikacığıyla meşhur olan ve ?dört Arap dahisinden? biri sayılan Amr İbnü?l As?ın aklına şeytanca bir fikir gelir. Amr, Kur?anı Kerim sayfalarını Suriye askerlerinin mızraklarının uçlarına taktırarak ?Kur?an?ın, her iki taraf arasında ortaya çıkan ihtilafta hakem olması? gerektiği mesajını verir. Hz. Ali bunun bir savaş hilesi olduğunu hemen fark eder ve ordusuna yeniden ?hücum? emri vermek ister. Fakat, Hz. Ali?nin ordusunda bulunan bazı kimseler Hz. Ali?ye karşı çıkarak ?Kur?an?ın hakem olması gerektiğini? ve bu duruma karşı çıkarsa ?Hz. Osman?la aynı akibete uğrayacağı? tehdidini savururlar. Bu tepkiler  üzerine, Hz. Ali bu oldubittiyi zorunlu olarak kabul etmek zorunda kalır.

Sıffin Savaşı?nda, Muaviye tarafından 25,000, Hz. Ali tarafından 15,000 olmak üzere 40,000 kişi hayatını kaybeder.

Davanın hakem yoluyla çözümüne karar verildikten sonra, Şamlılar, Amr İbnü?l As?ı, Iraklılar ise Eş?as bin Kays?ı hakem yaparlar. Eş?as hakemliği Ebu Musa el-Eşari?ye devreder. Bu sırada Ebu Musa el-Eşari, Şam dolaylarında ?inziva? hayatı yaşamaktaydı. Iraklılar ona bir elçi göndererek  çağırtırlar. Iraklılar ve Şamlılar, aralarında seçilen hakemlerin kitap ve sünnet üzere verecekleri kararı kabul edeceklerini açıklayan bir anlaşmaya varırlar. Anlaşma, 31 Temmuz 657?de resmen imza edilir.

İki hakem, Dumet ül-Cendel?de 400 tanık ile buluşarak görüşmelere başlanır. Hz. Ali?nin adayı Ebu Musa el-Eşari, Hz. Ali?yi tam olarak benimsemiş bir kişi değildi ve ?Hz. Ali?yi de Muaviye?yi de imametten yani halifelikten uzaklaştırıp, Hz. Ömer?in oğlu Abdullah?ı hilafet makamına geçirmeyi? düşünüyordu. Ama kurnazlığıyla ve entrikalarıyla meşhur Amr İbnü?l As, ?Muaviye?den ne kötülük gördük ?? diye Muaviye tarafını tutmakta idi. Sonunda her ikisi de şöyle bir kararda uzlaşırlar: Hz. Ali ve Muaviye?yi halledip(Devlet başkanlığından alıp) yeni halifeyi seçmeyi bir şuraya devretmek.

Bu sırada Amr?ın hilekar olduğunu bilenlerden birkaç kişi, Ebu Musa?yi, ?hal? işinde Amr?dan önce bir şey söylememesi yolunda uyarırlar. Amr, Ebu Musa?yı tuzağa düşürmek için yaşını ileri sürerek konuşma önceliğini ona verir. Ebu Musa, tam da Amr ibnü?l As?ın en ince ayrıntısına kadar tasarladığı  tuzağa düşerek sözü alır ve ?Hz. Ali?yi hal ettiğini? açıklar. Arkasından söz alan Amr?da, ?Hz. Ali?yi hal ettiğini, buna karşılık Muaviye?yi halife olarak tanıdığını? ilan eder. Çünkü, onun Hz. Osman?ın varisi bulunduğunu ve dolayısıyla Hz. Osman?ın ?kanını dava edebileceğini? ilan eder. İslam tarihinde anlattığımız bu olay; ?tahkim(Hakem) olayı? olarak adlandırılır.

Sıffin Savaşı?ndan sonra meselenin hakeme bırakılmasından dolayı Hz. Ali?ye kızan ve ordusu Küfe?ye dönerken onun ordusundan ayrılan 12,000 kişi Küfe yakınlarındaki Hurura Köyü?ne toplanırlar. Bu grup; ?Hüküm yalnız Allah?ındır?(En?am 57), ?Allah?ın hükmüyle hükmetmeyenler kafirdir? ayetlerini öne sürerek, hakem heyeti kurmanın Kur?an?daki ?iki Müslüman gruptan biri diğerine saldırırsa, saldıranla(mütecavizle) Allah?ın emrine dönünceye kadar savaşın?(Hucurat:9) emrine karşı gelmek olduğuna inanıyorlardı. Hz. Ali?nin ordusundan ayrılan grup; ?Hariciler(dışarıdakiler)? olarak adlandırılmaya başlanır. ?Harici? adlandırması, ?dışta, hariçte kalan, İslam?dan çıkan? anlamlarına gelmez, ?huruç eden? yani ?başkaldıran?, ?isyancı? veya ?ihtilalci? anlamlarına gelir.

Böylece, 657?de vuku bulan Sıffin Savaşı sonrasında İslam topluluğu fiili olarak üç parçaya bölünmüş bulunuyordu. Önceleri üç siyasi grup(Fırka) ve sonraları giderek üç siyasi mezhep ortaya çıkar: Hz. Ali?nin önderliğindeki Ali Şiası, Muaviye?nin önderliğindeki Ümeyyeoğulları ve Hariciler.

Hariciler, aralarında toplanıp Abdullah bin Vehb bin Razibi?ye biat ederler ve Basra, Küfe, Anbar ve Medayin?deki yandaşları ile birleşerek Nehrevan?da toplanıp, hem Hz. Ali hem de Muaviye?ye baş kaldırırlar.

657?de Hz. Ali önderliğindeki Irak ordusuyla Muaviye önderliğindeki Suriye ordusu arasında cereyan eden Sıffin Savaşı sonrasında ortaya çıkan ?tahkim olayını? Kur?an hükümlerine aykırı bularak Hz. Ali cephesinden ayrılan grup, tarihte ?Hariciler? ya da ?Havaric? olarak adlandırılır.  Başlangıçta siyasi bir grup olarak ortaya çıkan Hariciler,  siyasi bir mezhebe,  daha sonraları giderek ?itikadi? bir mezhebe  dönüşür.

Hz. Ali,  kendi yanından koparak başkaldıran ?Hariciler? grubunu başlangıçta ikna ederek kazanma yoluna gider. Bunun için önce Kays bin Sa?d ve Hz. Eyyub el-Ensari  gibi  sahabeleri, nasihat etmek üzere  onların yanına gönderir. Fakat bu çabalar olumlu bir şekilde sonuçlanmaz. Bunun üzerine Hz. Ali bu grubu cezalandırma yoluna gider. Ordusuyla Hariciler?in üzerine yürüyen Hz. Ali onları Nehrevan Savaşı?nda ağır bir yenilgiye uğratır. Bu savaş sonrasında Haricilerden büyük bir kısmı Hz. Ali tarafına geçer, 4,000 kadar kişi de önderleri Abdullah bin  Vehb?den ayrılmaz.

Hariciler, Hz. Ali, Muaviye ve Amr İbnül As?ı aynı zamanlarda yapılacak suikastlerle öldürme kararı alırlar. İbni Mülcem adlı bir harici, 661 ?de Küfe?ye gelip camide uyur, sabahleyin Hz. Ali namaz için onu uyandırdığı sırada, fırsattan faydalanarak  onu yaralar. Hançer zehirli olduğundan Hz. Ali kurtulamaz. Aynı gün, Amr ibnü?l As hastalığından ötürü evinden çıkıp camiye gitmediğinden onun yerine imamlık eden Harice bin Ebu Habibe suikaste kurban gider. Muaviye ise hafif bir yara ile kurtulur.

Haricilerin toplumsal tabanını, sert şartların hüküm sürdüğü çöl ortamında   yaşamlarını idame  ettiren  ?göçebe? Araplar oluşturuyordu. Aralarında pek azı yerleşik hayata geçmiş şehirli Arap?tı. İslamiyet?ten önce çok yoksul bir şekilde, çok çetin şartlarda çölün ortasında yaşayan bu göçebe Araplar, İslamiyet?i kabul etmelerinin ardından ekonomik durumlarında bir iyileşme olmadan yine yoksul bir şekilde yaşamlarını devam ettiriyorlardı. Bilhassa Hz. Ömer ve Hz. Osman?ın hilafetleri esnasındaki büyük fetih faaliyetleri sonucunda elde edilen büyük ganimetlerden de pay alamamışlardı.

Hariciler, her şeyden önce İslam tarihinde kendi inanışları konusunda gösterdikleri müthiş ?taassuplarıyla? tanındılar. Onlar, kendi fikirlerini benimsemeyen herkesi ?kafir? olarak değerlendiriyorlardı. Onlara göre, büyük günah işleyen herkes ?kafirdi? ve ebedi olarak cehennemde kalacaklardı.

Uzun uzun secdede kalmaları sebebiyle alınları yara bere içinde kalan, elleri ?deve dizi? gibi nasırlaşan, Habeşli bir köleyi halife olarak kabul edebilecek kadar ?demokrat? olan,  parasını ödemeden bir Hıristiyan?dan bir hurmayı kabul etmeye yanaşmayan, zindandaki gardiyanın izin vermesiyle hapishane dışına çıkıp idam edileceklerini bile bile sırf gardiyana söz verdikler için zindana geri dönüp idam edilmeyi göze alacak kadar sözlerine sadık olan, buna karşın ?tahkim olayından dolayı Hz. Ali müşriktir? demediği için tesadüfen karşılaştıkları sahabe Abdullah bin Habbab?ı hamile hanımının yanında ?koyun boğazlar? gibi boğazlayan, kendileri gibi düşünmeyen herkese hiç çekinmeden ?kafir? damgası vuran  ve gözlerini kırpmadan onları katleden kişilerdi.

Haricilik hareketinin ortaya çıkışındaki en önemli etken, dört halife döneminde  bedevi yaşamından (çöl göçebeliği) hadariliğe(yerleşik medeniyet) geçmeye çalışan Arap toplumunun geçirdiği değişimdir. Arap dünyasının şehirleşmesine ve bu şehirleşme sonucu İslam toplumunun dünya nimetlerine ve zenginliğe boğularak ?dünyevileşmesine?  tepki gösteren Hariciler, her türlü düzeni ve otoriteyi reddettiklerinden dolayı İslam dünyasının ilk dönemlerinin ?jakobenleri? ve ?lümpen anarşistleri? olarak değerlendirilebilirler.

Çölün sert şartlarında başlarına buyruk, özgürce ve zahidane bir şekilde yaşayan çöl göçerleri, İslam toplumunun  III.Halife Hz. Osman döneminde kurumsallaşmaya başlamasıyla ve Ümeyyeoğulları egemenlerinin (bilhassa Muaviye) yönetime siyasi ayak oyunlarını kullanarak yönetime el koymaları ve  Peygamberimizin tebliğ ettiği İslamiyet?in ?dünyevileştirilmesine? tepki göstermeleri sonucu ortaya çıkmıştır.Bilhassa, Hz. Osman döneminde zirveye çıkan geniş çaplı fetihler sonucunda olağanüstü boyutlara ulaşan ganimet gelirleri, İslam topluluğu arasında eşit bir şekilde dağıtılamamış, Ümeyyeoğulları bu paylaşımdan ?arslan payını? almışlardı.İşte İslam dünyasında çok hızlı bir şekilde ortaya çıkan bu zenginleşmeden nasibini alamayan yoksul bedevi göçebelerin tepkisi, ?haricilik siyasi akımı? şeklinde kendisini dışa vurmuştu.

Çölün sert şartları içerisinde özgürce ve başlarına buyruk yaşamaya alışmış göçerlerin karakterleri de sertleşmiş ve katılaşmış, hoşgörü kültürü gelişememişti:

Peygamberimiz bu durumu şu şekilde çok güzel bir şekilde ifade etmektedir:

<>

 Çölde yaşayan bedeviler o kadar sert, kaba, katı insanlardı ki, Peygamberimizle bir bedevi arasında nakledilen bir olay buna çok iyi bir örnektir: Hz. Peygamber ganimet malı dağıtırken, adamın biri(bir bedevi) : ?Ey Allah?ın Elçisi! Allah?tan kork, der. Peygamberimiz de başını kaldırarak, ?yazıklar olsun sana, insanlar arasında Allah?tan en çok korkması gereken ben değil miyim?? buyurur.

Çöl yurdunun kuraklığı(göçebe hayat tarzının zorluğu), monotonluğu ve durağanlığı, bedevinin fiziki ve mantıki yapısına tam manasıyla aksetmiştir. Değişiklik, gelişme ve tekamül(evrim) onların kolayca kabul edebileceği konular değildi.

Şaşırtıcı bir şekilde Haricilerin eşitlikçi bir yönleri de vardı. Örneğin, ?Halife mutlaka Kureyş?ten çıkmalıdır? yerleşik düşüncesine İslam dünyasında tek karşı çıkan grup olarak kaldılar. Onlar, halifenin ?şura? yöntemiyle seçilmesi gerektiğini, ahlaki bir engeli yoksa ?zenci bir kölenin bile halife olarak seçilebileceğini? görüşünü savunuyorlardı. Hariciler, çölün ortasında bireyselliğin geri plana atıldığı, topluluğun ve eşitliğin ön plana çıktığı kabile kültüründe ?eşitlikçilik? yönleri ön plana çıkmıştı.

İslam?ın ilk dönemlerinde ortaya çıkan ilk siyasal oluşumlardan olan ve sonraları ?itikadi? bir mezhebe dönüşen ve pek çok kollara ayrılan ?Hariciler? Fırkası, 1789 Fransız Devrimi esnasında ortaya çıkan ?Jakoben? Partisine pek çok bakımlardan büyük benzerlikler gösterir. Jakobenler , ?eşitlik, adalet ve hürriyet? sloganlarıyla ortaya çıkmışlar, radikal görüşleriyle ve kendileriyle aynı görüşleri paylaşmayan diğer Fransız devrimi gruplarına uyguladıkları ölçüsüz ?terörle? tanınmışlardı. Önderleri Robespierre vasıtasıyla, ?devrimi korumak? adına yüz binlerce insanı ?gözünü kırpmadan? giyotine göndermekte hiçbir sakınca görmeyen, halkın yoksul kesimlerinin oluşturduğu bir gruptu. Fransız devriminin önderlerinden olan ve giyotine gönderdiği yüz binlerce insanla aynı kaderi paylaşıp, yaşamı giyotinde nihayete eren Robespierre, ahlaki ilkeler konusunda gösterdiği olağanüstü hassasiyeti ve titizliğiyle tanınıyordu ve lakabı ?incorruptable (satınalınamaz)?dı.

Haricilik akımı, günümüzde bile Mağrib ülkelerinde(Fas, Cezayir ve Tunus) sayıları çok az da olsa izleyicileri olan, görüşlerine gösterdikleri müthiş taassupla ve katılıkla bilinen, Kur?an?ı Kerim ayetlerini yorumlamadan zahiriyle hükmeden, kendi görüşlerini paylaşmayan herkesi kafirlikle suçlayan, şaşırtıcı bir şekilde ?eşitlikçi? fikirler taşıyan, kendi dışlarındaki tüm fikir ve düşüncelere kapalı bir ?çöl göçerliği(Bedevilik)? kökenli bir hareket olarak değerlendirilebilir özet olarak.



Anahtar Kelimeler: 0