İPLER KİMİN ELİNDE?

İPLER KİMİN ELİNDE?

İPLER KİMİN ELİNDE?

Yaklaşık bir ay`ı aşkın bir zaman dilimi oldu buradan siz değerli okuyuculara seslenmeyeli. Son olarak, son bir kez Cumhuriyet Üniversitesi ile ilgili bir yazı yazmıştım hatırladığım kadarı halen aynı fikirdeyim, açıkça söylemem gerekirse bu saatten sonra C.Ü.`de, tabiri caizse "top patlasa" umurumda değil.

Bize verilen bu köşeden her zaman aklım erdiğince inandığım kendi doğrularımı, yaşadığımız toplumun doğrularını yazmaya çalıştım ki, kimi zaman eleştirildim, kimi zaman övüldüm, belki sövdünüz de. Ama bildiğim bir şey varsa o da her zaman kesin emin olduğum, bildiğim konular üzerine yazdım ve asla bilmediğim konularda ahkam kesmek gibi bir budalalık yapmadım.

Gerek gazeteciliği, gerek radyo - Tv`yi hem alaylısı hem mekteplisi olarak, öğrendiğim etik! kurallar dahilin de, kimseye yağcılık, yalakalık, taklacılık yapmadan hakkınca yerine getirmeye çalıştım ve çalışmaya da devam edeceğim. Varsın, siz büyük gazeteciler biz köşe yazarlarını gazeteciden saymayın, "aç parantez; (hoş benim hiç bir zaman gazeteciyim diye bir derdim olmadı) kapa parantez", bildiğim şey şu ki, hiç bir zaman şu an yaptığınız üzre; döneminin *Pravda! vari bir tavır içinde olmayacağım, olmayacağız. Bu arada hatırlarsanız yakın geçmişte Sivas basınında yer alan eli ekmeğin üzerinde babayiğitlerin bir fotoğrafı vardı, sahi ne oldu? E madem sizde gelecektiniz kremaya, ne diye kopardınız bu kadar yaygara... (şiir gibi oldu :))

Zaman zaman çevremden ve siz okuyucudan aldığım tepki şu ki "neden hep eleştiriyorsunuz, neden hep muhalefetsiniz, neden hep olumsuzu yazıyorsunuz?"... Eleştiri olmayan ve eleştiri kültürü ile yetişmeyen toplumlarda, gelişmemiş muhalefet olur ki buda iktidarların yaptığı yanlışları bile halkın doğru algılamasına sebebiyet verir. Empati kuramayan, tahammülsüz bireyler yığını olmaktan öteye gidemeyiz. Basın`ın genlerinde vardır eleştiri ve muhalefet bununla beraber şu şehirde nerde olumlu bir şey var ki, soruyorum sizlere, koltukları işgal edenler, o koltuğun yapması gereken rutinin dışında şehrimize ne katıyorlar insanımızın "kaliteli yaşamı" adına?

Bunlar derin mevzu, yazmaya ne kadar susadıysam dört paragraf geçtim ve daha bir türlü asıl konumuza kalem uzatamadık.  Zamanında izlediğim bir kukla gösterisi çıkışında, kaybolmamak için eline sıkı sıkıya yapıştığım rahmetli dedem; "kimseye iplerini verme, kimsenin kuklası olma, çünkü bir kukla her zaman oynatıcısının ağzı ile konuşur ve onun karakterini yansıtır..." demişti de çocuk aklı anlamamıştım... Şimdi daha iyi anladığım bu cümle üzerine, buyurun bu hafta buradan devam edelim; kuklaların ve perde arkasında kukla oynatanların kulakları çınlasın.

Kendi kendinize kaldığınız bir zamanda, yastığa başınızı uzattığınızda, hiç aklınıza geldi mi, hiç düşündünüz mü bilmem, zaman zaman attığımız adımları, yaptığımız el kol hareketlerini, verdiğimiz tepkileri, söylediğimiz sözleri, farkında olmadan bize yaptıran, elinde iplerimiz olan birileri olabilir mi?

Der ki; Ethica isimli kitabında, ünlü felsefeci Spinazo: " İnsanlar kendilerinin özgür olduğunu düşünürler, çünkü kendi seçimlerinin ve arzularının farkındadırlar. Ama kendilerini bunları seçmeye ve arzulamaya sevk eden nedenlerden bihaberdirler."

Yine, İslam ve Batı Dünyasının yakından tanıdığı büyük Türk düşünürlerinden Mevlana, Mesnevi`sinde; tavus, kaz, karga, horoz gibi dört kuşa benzettiği, dört temel duyguyu işlediği bölümde; seçme özgürlüğümüzü elimizden alan, kukla gibi iplerimizi başkalarının çektiği, bizim de çekilen iplere göre hareket ettiğimiz temel duyguların bazılarıyla ilgili ipuçlarını vermektedir. Kuşlara gelince; kaz hırstır, horoz şehvet, tavus makam / şan / şöhret / nam, karga da ümittir.

Sonuç olarak; her ne kadar kendi fikirlerimiz, sözlerimiz, hareketlerimiz olsa da kontrolümüzde olmayan bu duygular, kimi zaman kukla gibi oynatılmamıza sebep olabiliyor ve bizi iradesiz, seçme seçeneği olmayan kukla durumuna düşürerek, benliğimizi yitirmemize sebep oluyor.

Burada bir kitap önerisi yapmadan geçemeyeceğim, ünlü Kırgız yazar Cengiz AYTMATOV ustanın "Gün Olur Asra Bedel" isimli romanını mutlaka okuyun, sevgiyi ve emek vermeyi anlattığı kitabın bir bölümünde gözünü bile kırpmadan annesini öldüren bir **Mankurt`u anlatmakta... Kukla mevzuunda ne demek istediğimi daha iyi anlayacağınızdan eminim.

Bakın şöyle bir etrafınıza, insanların hiç bir zaman kendi özgür iradeleriyle yaşamadıklarını; hep başkaları tarafından yönlendirildiklerini, sürekli bir şeyler dayatılarak dürtüldüklerini, her zaman bir şeyler yaptırılmaya zorunlu bırakıldıklarını göreceksiniz. Farkında değiliz belki ama kendimiz bile kimi zaman kukla, kimi zaman kukla oynatıcısıyız...

Yukarıda değinmiştik ya; nasıl olumsuzlukları kaleme alıyorsak yapılan olumlu çalışmaları da kaleme almak gerek diye işte o minvalde, zaman zaman yaptıkları icraatları bu sütunlardan çok eleştirdik ama şu an tam bir "yiğidi öldür ama hakkını ver" durumu hasıl olmuşken, biz yiğidi öldürmeden hakkını verelim.

Sivas Belediyesine ve Belediye Başkan Danışmanı Sayın Mustafa SAYDAM`ın başında olduğu ekibe; Ramazan ayı içerisinde gerçekleştirilen kültürel çalışmalar için teşekkür etmeden geçemeyeceğim. Ki, özellikle; serin temmuz akşamları türkülerin sıcağına serdik gönlümüzü, "gönülden gönüle yol gizli gizli" diyordu ya bozkırın tezenesi Neşet Ertaş usta, hiç de öyle gizli değildi apaçık türkü tadında. Bir kez daha teşekkürler bizi bu serin yaz akşamlarında Sanatla ve Sanatçılarla buluşturduğunuz için...

Ramazan Bayramınızı şimdiden kutluyorum ve son demde bir aksilik çıkmazsa, haftaya görüşünceye kadar kendinize iyi bakın.

Sahi unutmadan; herkesin unuttuğu bir şey var, İPLER KİMİN ELİNDE?

* Pravda: Rusya`da yayımlanan günlük gazete. 1991`de iktidardan uzaklaştırılıp yasadışı ilan edilmesine değin Sovyetler Birliği Komünist Partisi Merkez Komitesi`nin resmi yayın organı olmuştur.

**Mankurt: Türk, Altay ve Kırgız efsanelerinde bahsedilen bilinçsiz köle..



Anahtar Kelimeler: 0