Eski Türklerde “ög” söz varlığı, karşılardı anne sözünü.
Hiçbir kavram; bunun kadar sıcak, sevgi dolu, çileli, onurlu değildir. Anlam çerçevesi sonsuzluğa akıp gidiyor.
Kelimeye dünyaya şekil vermiş herkesi, yerleştirebilirsiniz. Atillalar, Yunus Emreler,
Atatürkler(…)
Anne isminde devletler; teknolojik gelişmeler, yollar, barajlar, sanatın her çeşidi (…) var.
Anne hayatın iksiri.
Toprağa benziyor. Toprakta açan çiçekler, yetişen meyveler insanlığa bal olmuş.
Başta Zübeyde Hanım’ın fotoğrafında olmak üzere büyük insanların annelerinin yüzünde bahtiyarlık vardır.
Aile sıcaklığı, menekşeler gibi açıyor bu fotoğraflarda.
Alçak gönüllülük, bağlılık, özveri, saflık kokuyor aslında tüm annelerde.
Annelik duygusu ve övüncü; kültürümüzün, geleneklerimizin bir parçasıdır. Hele anne devlet adamı, sanatçı yetiştirmişse bundan daha gurur verici ne olabilir?
Büyük insanların annelerinin fotoğraflarında; bütün geleneklerimizin, bütün değerlerimizin, bütün coğrafyamızın abideleştiğini görürsünüz.
Onlardaki doğallık mevsimleri andırır.
Aile yapısının kutsallığına inanmış hangi anne bir destan değil ki? Kültürel kimliğimiz onunla şekilleniyor. Onunla hayata bakıyoruz.
Belki de ilk emdiğimiz süt, hayatımıza anlam veriyor ve onu her zaman hatırlamamızı gerektiriyor
Hep düşünmüşümdür neden anneler müzesi yok diye. Hayali de olsa Alparslan’ının, Fatih’in daha nice büyük insanların annelerinin resimlerini, fotoğraflarını görmek isteriz müzelerde.
Şehit olmuş, Kahramanlıklar göstermiş fedakâr, üretken kadınlarımız da var unutmamamız gereken.
Onların kullandıkları eşyaları incelemek ilham verir. Geçmişle bütünleşiriz.
Anneliğin kutsallığını müzeler, nesillere hatırlatabilir.
Büyüklüğümüzü, tarihimizi annelerden başka kim kucaklayabilir? Neden anneler müzesi olmasın?