İnsan kendini şair mair, hatta aydın sanınca duyarlılık bakımından da inceleşiyor.
Arada bir de fırsatım olduğunda diğer sosyal medyada kimi arkadaşlarımın paylaşımlarını inceliyorum, bunların çoğu gerçekte bilip tanıdıklarım tabi. İlginç durumlarla karşılaşıyorum.
Geçen günlerin birinde, iyi tanıdığım bir kardeşimin paylaşımlarının arasında şu cümleyi gördüm: “Korona değil can alan, bu zulüme sessiz kalışıdır dünyanın”.
Ülkemizde meydana gelen deprem sonrası için de benzer ifadeler duymadık değil; en vurucusu yine “altında insanlık kaldı” ifadesiydi tabi ki.
Paylaşılan görüntüler, yazılan yazılar ve bizzat gördüklerimiz sebebiyle genelde hepimizin yürekleri sıkıştı. Her defa olduğu fedakarca ve cesaretle yardıma koşanlar oldu, canını düşünmeden başka canların imdadına yetişmek isteyenler arasında hayatlarını kaybedenler oldu, cesareti ve feragati sebebiyle yüreklerimize kazanınlar oldu.
Bunlar dünya insanlığının olumlu damarını yarınlara taşıyan hissediş ve eylemleridir. Dün olduğu gibi bu gün de vardır, kesinlikle yarınlarda da olacaktır.
Ancak, karnemizde ki kırk notlar ve sebepleri gittikçe artmakta olup, korumaya çalıştığımız kişisel alanın bireysel bekçiliğini yapmak çabasıyla debelenip durmaktayız.
Üzerinden yıllar geçtiği halde hiç sormadık Ege’de donağaç olmuş halde suratımıza çarpan çocuğun ölümünün ana sebebini, ama dehşetli üzüldük,
Yemen’i kerhanaya çeviren arap zenginlerinin kendileri adına meşruiyet oluşturmak amaçlı uydurmalarına kanıp bizden saydık, fakat binlerce çocuğun açlıktan ölmesine ekmekten aştan kesilircesine üzüldük,
Ortadoğu’nun mazlum bebelerinin bombalı infilak ile meydana gelen yıkıntılar altından çıkarılışını heyçti ekranlardan bira veya kahve yudumlayarak izledik, kim öldürüyor, niçin öldürüyor diye düşünmedik, gözlerinizden domur domur yaş silerek doyasıya üzüldük.
Dünyamızın umut ve düş renkli sularını tanrılaştırdığınız para uğruna demir-çelik- beton zindanlarına hapsedenlerin telaşlı maceralarına karşı çıkmaya yeltenen bir kaç mangal yürekliyi, mangallarımızın başında tavuk ölüsü kızarta kızarta vatan haini ilan ettik, ancak intihar eden ve göçüp giden hayvanlara ağım ağım ağlayanlarımız oldu.
Çok uluslu şirketlerin, daha gösterişli, zamana dayanıklı ve tıkabasa yiyeceğimiz ürünler üretirken kullandıkları kimyasalları feryat edercesine dünyaya anlatmaya çalışan erdemli/sorumlu insanlar yırtınırken biz laylalarda laylaylom dansları ediyor, tarzlarını ve sunum şekillerini çok banal buluyorduk, ancak kanser, diyabet ve benzer birçok hastalığın akılalmaz seyrini birbirimize anlatırken dudaklarımız titriyordu.
Afrika’nın çöllerindeki ve Amerika’nın ötelerindeki insanların köleliği sayesinde elde edilip el kadar kağıtlar uzatarak alıp sofralarımıza istif ettiğimiz tropikal şıklıktaki herbirşeydeki hüznünü farkedecek hassasiyeti yitirmiş halde şiirler okuduk, romanlar seyrettik, hatta Hitlere sövdük ağız dolusu, ama yine ne işimiz azaldı, ne derdimiz tükendi.
Doktorları dövenleri alkışlayanlara, öğretmenleri bıçaklayanlara, insan boğazlayanlara, hayvanları dilinden asanlara, ormanları yakanlara, insanı milyon milyon ötekileştirenlere, inançsal bağnazlıklara dünyanın her yerinde bana değmeyen yılan bin yaşasın mıymıntılığında seyirci kaldık, ancak bilimden, insanlıktan ve etikten en güzel cümleler ile söz etme başarısını sonuna kadar koruduk.
Yine küresel çıkar yapılanmalarının sanal mühendislik oyunlarında figüran olmakla kalmayıp, şucu bucu ayağında kolay lokma, “marjinal grup” tasmasını beynimizin göbeğine çengellettik, ancak Çin’deki katliamları, Arap illerindeki yürek sızlatan göçümleri, Hindistan’daki kıyımları öfke köpüklü hınç ile ekranları yumruklayarak lanetledik.
Üçbeşbin insanın keyfinden kaynaklı olduğunu bile bile birbirimize düştük milyarlar büyüklüğünde, ancak küçük küçük ve celladına aşık divaneler gibi kolalarını lüp löpledik, viskilerini yudumladık, otellerinde pinekledik, hayretle seyredip alkışladık açlığımıza sebep olan doymazlar toyunu.
Boşluklara doluştuk, stadlara aldılar bizi, hapislere, hissizliğe, kimsesizliğe, yalnızlığa görürdüler bizi, yanyana yalnızlıklarımızın sınırlarına lazerli çizgiler çizip bağımsızlık, bireysellik dediler öğretip alıştırdıkları çaresizliğimize.
Zulmü görmezden geldik.
Hatta korktuk.
Şimdi anladınız mı korona hangi kültürün yavrusu, deprem, yangın ve sel felaketlerinde niye insanlığımız hırpalanıyor.
Yine biz insanız, dayanışa seve başaracağız bu felaketler ve sonuçları işe başa çıkmayı.
Hırs, kin, doymazlık, sömürü, soygun ve cehaletle birlikte zihnimizdeki bataklıkları kurutmadan bunun mümkün olmayacağını çoğumuz biliyoruz artık. Tek şey gereğini yapmaktır.
Biz insanız, buna ihtiyacımız var
Su içilmez, ekmek yenilmez, hava paralı, ateş durdurulamaz olduğunda ne gülmek kalır ne insan.
Öyle ki, her birimiz bir köşede feryat figan ölürüz.
O çileye ölmek denirse tabi.
Abbas Turan
Ankara, 20. 03. 2023