İLERİ GİTMEMİZ GEREKİRKEN GERİ Mİ GİDİYORUZ!.. (2)

İLERİ GİTMEMİZ GEREKİRKEN GERİ Mİ GİDİYORUZ!.. (2)

Maddi anlamda bir ilerleme sağlamış olabiliriz. Bir zamanlar hiçbir şeyin sahibi değilken birçok şeye zaman içinde sahip olunmuş olunabilir. Fakat asıl önemli olan maddi olarak sağlanmış olan bu ilerlemeyi manevi olarak da sağlamış olmaktır. Yani maddi olarak ilerleme kaydederken manen de ilerleme kaydetmek, manen geri gitmemek gerekir.

Her meslek sahibi işini en iyi şekilde yapabilecek şekilde bilmeli, öğrenmeli ve doğruluk kuralına uygun davranmalı, görevinde dürüst olmalı ve her iş ehline emanet edilmelidir. Çünkü işi ehline emanet etmek dinimizin de emirlerindendir.

Günümüzde “Ben her şeyi biliyorum.” alışkanlığını edinmiş olanlar azımsanmayacak kadar çok!.. Oysa ‘ben her şeyi biliyorum diyen hiçbir şeyi bilmiyor’ demektir.

Mekke’nin fethinden önce Kabe’nin anahtarı Osman Bin Talha’dadır ve kendisi Kabe’nin temizliğinden ve bakımından sorumludur. Mekke’nin fethinden sonra Hz. Muhammed (s.a.v.) Kabe’ye girmek ister ve anahtarlar Osman Bin Talha’dan alınır ve içeri girerler. Osman Bin Talha o dönemde Müslüman değildir ve anahtarın ondan alınmasını isterler. Bu nedenle inen ayette “Allah size emanetleri ehline vermenizi emreder” buyurulmaktadır. Bunun üzerine Hz. Muhammed (s.a.v.) Kabe’nin anahtarlarını herkesin huzurunda Osman Bin Talha’ya verir. Bu, İslâm dininde meslek ahlakına verilen önemin en iyi örneklerinden biridir.

“Zamanın birinde komutanı askeri göreve göndermiş. Asker ise oldukça geç gelmiş. Komutan gecikme sebebini sorduğunda “falan bölgeden geçerken kuran okunuyordu, mecburen durup dinlemek zorunda kaldım, o nedenle geciktim.” diye cevaplamış asker. Komutan sormuş, soruşturmuş gerçekten de o bölgede o gün, o saatte kuran okunuyormuş. Bunu üzerine komutan askeri affetmiş.” Bu yaşanmış hadise büyüklerimden dinlediğim çocukluğumdan beri aklımdan hiç çıkmayan bir olaydır.

Kur’an-ı Kerîm'i okumak ibadet olduğu gibi onu dinlemek de farz-ı kifâye olarak nitelenen bir ibadettir. (İbn Âbidîn, Reddü'l-muhtâr, 1/545). Kur’an okunduğu zaman Müslümanın onu dinlemesi gerekir. Çünkü “Kur’an okunduğu zaman ona kulak verip dinleyin ve susun ki size merhamet edilsin.” (el-A'râf, 7/204) buyrulmaktadır.

Özellikle, çarşı ve iş yeri gibi mekânlarda insanlar kendi işleriyle uğraşırken, çarşıda işleri nedeniyle koşuştururken onların yakınlarında Kur’an okunuyorsa dinlemeyenlerin değil, okuyanın günahkâr olacağı ifade edilmiştir (İbn Âbidîn, Reddü’l-muhtâr, 1/546).

Günümüzde buna dikkat ediliyor mu ya da ne kadar dikkat ediliyor dersiniz?  Ben cevabını hemen vereyim maalesef dikkat edilmiyor!.. Nedeni açık değil mi? Göreviyle ilgili bilgileri tam ve doğru olarak bilmemek veya eksik bilmek…  

İnsanlar arasındaki ticaret ve toplumsal ilişkilerde dürüstlük, güvenilirlik, iş ve meslek ahlakına saygı, hak ve hukuka riayet etme, saygılı, şefkatli, güler yüzlü olma gibi ilkeleri esas almış “hakka hizmet, halka hizmet” anlayışıyla sürdürülen Türk milletinin temel değerlerinden olan ahilik kültürü de ne yazık ki günümüzde varlığını yitirmiştir.

Şimdi soralım kendimize, işimizi ne kadar iyi ve doğru yapıyoruz? İşimizi görevimiz gereği kerhen tamamlamak için mi yapıyoruz, yoksa işimizle gönülden bir bağ kurarak, severek, değer katmaya çalışarak mı yapıyoruz?

Bu yüzden insan hayat boyu öğrenmeye, hayat boyu kendini geliştirmeye devam etmeli, bilgisini, statüsünü, karakterini vb. kendi çabalarıyla geliştirmeli işini en iyi şekilde yapmaya özen göstermeli, bilmediklerini öğrenmeli, yanlış bildiklerini araştırıp düzeltmelidir.  Velhasıl güçlü bir sorumluluk duygusuna sahip olmalıdır.

“İlim üç karıştır. Birinci karışını öğrenenler kibirli olurlar. İkinci karışını öğrenenler mütevazı olurlar. Üçüncü karışını öğrenenler ise aslında bir şey bilmediklerini öğrenmiş olurlar.” Bu nedenle hazıra konma hastalığından kurtulmalı, oradan-buradan duyulan bilgilerle, kulaktan öğrenilen bilgilerle asla yetinilmemeli, sorgulamalı, doğru olup olmadığını araştırılmalıdır.

Bu da ancak bilgiyle olur. Bilgi, okuma, araştırma, öğrenme veya gözlem yolu ile edinilen gerçeklerdir. Ancak okuyarak, gözlemleyerek, araştırarak gerçeği öğrenebilir bilgi sahibi olabiliriz. Okumak insana düşünmeyi, yorum yapmayı kazandırır. Bilgiye okuma yoluyla ulaşılır. Okuma, kişinin kendini yenilemesi, sınırlarını zorlaması, bilmediklerini öğrenmesi için vermiş olduğu basit ama ulvi bir mücadeledir.

Zaten hazıra konmak hak değildir. Hak sahibi olmak için almak değil vermek gerekir. Kişinin kendisini değil yaşadığı çevredeki insanları ve ülkesini düşünmesi, var etmesi gerekir.

Hayat boyu öğrenen, edindiği bilgi ve beceriyi hayata geçiren kişiler başkalarının söyledikleriyle hareket etmezler ve hayat boyu okumaya, araştırmaya, gerekli konularda bilgi sahibi olmaya özen gösterir, düşünür, kendinle, insanlarla barışık bir hayat yaşar, yol gösterici ve faydalı olmaya çalışır.

Yazımızı bir hikâye ile bitirelim.

Anadolu’da, ahilik döneminde kalfalar ustalarından el alır, onların onayını alarak kendi işyerlerini açarlarmış. Bir çömlek ustasının yanında çalışan bir kalfa da her şeyi öğrendiğini düşünmüş ve kendisine dükkân açmak için ustasının onayını almadan ayrılmaya karar vermiş.

Ustası her ne kadar “Dur daha her şeyi öğrenmedin” dese de çırak ustasını dinlememiş ve başka bir şehre gidip kendi dükkânını açmış. Ustasından öğrendiklerini uygulamaya başlamış. Ama ne acıdır ki, fırına verdiği bütün çömlekler ısınınca çatır çatır çatlıyormuş. Çırak şaşırmış. Onu denemiş, bunu denemiş, ama bir türlü fırından sağlam çömlek çıkarmayı becerememiş.

Çaresiz ustasının yanına geri dönmüş. Ustası onu görünce gülmüş. Belli ki geleceğini bekliyormuş. “Ne oldu? Çömlekleri sağlam çıkaramadın mı fırından?” demiş.

Çırak çok mahcup olmuş. “Hakkını helâl et ustam. Sana saygısızlık ettim. Dediğin gibi oldu. Çömlekler çatır çatır çatladı” demiş.

Ustası gülümsemiş. “Gel hele yanıma da çömleklerin nasıl kırılmayacağını öğren” demiş.

Usta çömleğe şekil verirken ara ara püüüfffff diye üflüyormuş. Böylece çamurun üzerindeki hava kabarcıkları kayboluyormuş. Hava kabarcığı kalmadığı için fırına giren çömlekler çatlamıyormuş. “Gördün mü, her şeyi öğrenmişsin ama püf noktasını öğrenmemişsin” demiş usta çırağına. 
*
Elbette her işin başarılmasında, ulaşılan her olumlu sonuçta, mutlaka yolumuza ışık tutan bir püf noktası vardır. Bunu öğrenmek için bilgi kadar deneyim de gereklidir. Bilmek elbette ki önemlidir, ama daha da önemlisi bahane üretmeden, yapmakta olunan işe odaklanarak ve her ne olursa olsun sonuçlandırmaya çalışarak bildiğini yapabilmek, başarabilmektir.