HASAN ALİ YÜCEL

HASAN ALİ YÜCEL

“Balta ormana girdi diye, ağaç olduğuna pişmanlık duyanlardan değiliz biz.” Hasan Ali Yücel

Anadolu bozkırından, Çorum’un bir köyünden Hasanoğlan’a öğrenci olarak gelmiş Ali Çuhadar. Köyünden okuluna yeni gelmiş. Öğretmeni ona basımevinin sobasını yakma görevini vermiş. Yakıt kömürdür. Ali köyünde, tezek, odun yakardı.
Kömürün nasıl yakılacağını öğretmeni anlatmıştı ama, bir türlü yakamıyordu. Bir kutu kibriti biter ama sobayı tutuşturamaz.
Odada, bulunan bir adam onu izlemektedir. 
“Oğlum, sobayı yakamadın, beraber yakalım mı?” der.
Ali, soba yakma işinde kendisini görevlendiren öğretmenine mahcup olmamalıydı. Odadaki adamın önerisine çok sevindi. Kömürü birlikte boşalttılar. “Bak oğlum, şu köşede tahta parçaları var.  Orada keser var, onu da getir.” İstenenleri getirdim. Tahtaları birlikte kırdık. Sobaya yerleştirdik ve aralarına kağıt koyduk. “Haydi şimdi yak” dedi. “Kibriti çaktım, anında tutuştu.”
“Nerelisin?”
“Çorumluyum amca.”
“Kızlar geldi mi?”
“Gelmedi amca.”
Odunlar tutuştu. Soba küreğini aldı, bir kürek kömürü sobaya koydu. Beklerken, okula ve bana dair sorular sordu.
“Haydi, bir kürek de sen at” dedi.
Soba yanmıştı. Bana yardım eden amca, artık gitse, iyi olur, diye düşünüyordum. Tam o sırada, bana görev veren öğretmenim içeri girdi. Amcayı görünce, hazır ola geçti. Şaşırdım kaldım. Amca, “Allah’a ısmarladık!” diyerek elimi sıktı. O, daha pek uzaklaşmadan, öğretmenimin ceketini tuttum, yavaşça: “Bu amca, kim?” diye sordum. “Hasan Ali Yücel, oğlum. Milli Eğitim Bakanımız. Okulumuzu ziyarete gelmiş.”
….
Kibirsiz, alçakgönüllü, davranışları içten adam işte böyle olur. Tam bir halk adamıydı Yücel. Baba adamdı.
Köy Enstitülü Mehmet Şener, konuşmasına şöyle devam etti: Milli Eğitim Bakanımız Hasan Ali Yücel, Aksu’ya da geldi. Okulu gezip görmesi bittikten, denetimleri tamamladıktan sonra, bizleri idare binasının önünde topladılar. Hepimize hitaben güzel bir konuşma yaptı. Çeşitli nasihatlerde bulundu, bilgece sözler söyledi. Ayrılmadan önce, bizlere son sözü şu oldu: “Hedef güneşe varmak değil, güneş olmak.”
Kendisi güneş olmuş, bizlere güneş olmayı hedef göstermiş, aydınlık insan Hasan Ali Yücel.

Evet…Köy Enstitüleri’nin felsefesinin özeti buydu: Köy Enstitüleri mezunlarının her biri, Anadolu’yu aydınlatan, ısıtan birer güneş olmalıydılar.

Köy Enstitüleri denilince, asla tam anlamıyla tarif edemeyeceğim duygular, düşünceler kaplayıverir içimi, bir başka dünyaya giderim, bambaşka bir dünyaya…Çiçeklenmiş, güzellikler içinde bir hayal dünyasıdır o… Anadolunun bozkırlarının, ıssız diyarlarının ortasında alınteri döken, kazma kürek sesleri arasında, çorak  arazileri gül bahçelerine çeviren Köy Enstitülü çocuklar gelir aklıma. Kör karanlığa  
kazma sallayan onurlu, gururlu, gürbüz delikanlılar gelir gözlerimin önüne. Atölyelerinde biçki dikiş yapan, labaratuvarlarda deney, ellerinde flüt ve mandolinleriyle kendilerine ve de dünyaya güzellikler katan, özgüvenli kızlarımız gelir aklıma…Anadolu’nun geri kalmışlığına, cehaletine karşı gelmenin vücut bulmuş halidir Köy Enstitüleri. İnsanın üretirken mutlu olduğu, bir şeyleri var etmenin kıvancını, onurunu yaşadığı yerlerdir 
Enstitüler…Taşlı tarlalardan, dikenli çalılardan, çorak topraklardan ve güneşin kavurduğu, kara kış ayazının yaktığı Anadolu’nun bağrından kopup gelen köy
çocuklarıdır Köy Enstitülüler.

Resim-Heykel Atölyeleriyle, Müzik Derslikleriyle, Fen Labaratuvarları, Köy yaşamına dönük uygulamalı dersleriyle, kütüphaneleriyle, tiyatro, halk oyunları gibi etkinlikleri ile, dönemin güneş gibi aydınlık saçan kurumlarıydılar…İnsanı insan yapan değerlerin; üretmenin, çalışmanın, öğrenmenin, okumanın, yazmanın, anlamanın, paylaşmanın, kendileri ve ülkeleriyle gurur duymalarının merkezleriydi
Köy Enstitüleri…Asırlar boyu horlanmış, aşağılık duygusuna itilmiş bir milletin, Atatürk ve devrimlerinin coşkun seliyle, kendine gelmiş, özgüven kazanmış Anadolu’nun gerçek ve has çocuklarıydı onlar…

Hasan Ali Yücel, toplum yaşamındaki gerilikleri kökünden değiştiren, büyük bir Aydınlanma Devrimcisi olan Atatürk’ü, en iyi özümseyip, anlayan gerçek bir eğitim neferidir…

Hasan Ali Yücel, “Benim davam bir sol-sağ davası değil, benim davam bir ilericilik-gericilik davasıdır.” diyordu.

Bu davada iktidarı ele geçiren karanlık güçler, karşı devrimci güçler, Köy Enstitüleri’ni kapatarak, Anadolu aydınlanmasına büyük darbe vurdular.

En büyük talihsizliğimiz, yüce Atatürk’ün erken aramızdan ayrılışıdır…Aydınlık ve karanlığın mücadelesi bu topraklarda sürüp gitmektedir. Elbetteki aydınlık her zaman sonunda karanlığı altedecektir. Dünya tarihi mücadeleler tarihidir. Karanlıklar bir süre egemen olsalar dahi, aydınlığın ve güneşin karşısında sönüp gideceklerdir. Tarih, her zaman daha iyiye doğru akmıştır ve akacaktır…

Kısa özgeçmiş;
Hasan Ali Yücel (1897-1961)
Öğretmen, Milli Eğitim Bakanı, Köy Enstitülerinin kurucusu. 1897’de İstanbul’da doğdu. Mekteb’i Osmani, Vefa İdadisi, Darülmuallim-i Aliye’de (Yüksek Öğretmen Okulu) öğrenim gördü. 1922’de öğretmenliğe başladı. 1932 Yılında Dolmabahçe’de toplanan Dil Kurultayı’nın ardından Türk Dili Tetkik Cemiyeti’nin (Türk Dil Kurumu) etimoloji başkanlığına getirildi. 
28 Aralık 1938’de 2. Celal Bayar hükümetinde Milli Eğitim Bakanı oldu. Refik Saydam ve Şükrü Saracoğlu hükümetlerinde  de bakanlık görevini sürdürdü. Hasan Ali Yücel döneminin Milli Eğitim Bakanlığı’nın en parlak döneminlerinden olduğu kaydedilir.
Üniversite reformu, Köy Enstitüleri’nin kurulması, Tercüme Bürosu’nun kurularak dünya klasiklerinin Türkçeye çevrilmesi, resmi ve telifli ilk Türkçe Ansiklopedi olan Türk Ansiklopedisi’nin ön çalışmaları onun Bakanlığı döneminde gerçekleşti. Devlet Konservatuvarı’nın kurulmasında, Türkiye’nin UNESCO’ya girişinde, Üniversiteler Yasası’nın çıkartılmasında önemli katkıları oldu.
5 Ağustos 1946’da 7 yıl 5 ay sürdürdüğü Milli Eğitim Bakanlığı görevinden istifa ederek gazeteciliğe döndü.1956’da Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları’nı kurdu ve yönetimini üstlendi. 26 Şubat 1961’de vefat etti.

HAYATTA BEN EN ÇOK BABAMI SEVDİM
Hayatta ben en çok babamı sevdim!
Kara çalılar gibi yerden bitme bir çocuk 
Çarpık bacaklarıyla ha düştü, ha düşecek…
Nasıl koşarsa ardından bir devin
O çapkın babamı ben öyle sevdim.

Bilmezdi ki oturduğumuz semti 
Geldi mi de gidici, hep hepp acele işi!..
Çağın en güzel gözlü maarif müfettişi 
Atlastan bakardım nereye gitti
Öyle öyle ezber ettim gurbeti.

Sevinçten uçardım hasta oldum mu
Kırkı geçerse ateş, çağırırlar İstanbul’a
Bi’ helalleşmek ister elbet, diğ’mi oğluyla
Tifoyken başardım bu aşk oy’nunu 
Oh dedim göğsüne gömdüm burnumu.

En son teftişine çıkana değin
Koştururken ardından o uçmaktaki devin
Daha başka türlü aşklar, geniş sevdalar için 
Açıldı nefesim, fikrim, canevim
Hayatta ben en çok babamı sevdim.
                                                     CAN YÜCEL
                                                            
“Vatanın dağlarında, bayırlarında ve kırlarında, hatta en ücra yerlerinde kendi kendine açıp solan çiçek bırakmayacağız.”       
                                             Hasan Ali Yücel

Atatürk aydınlanmasının, sönmez meşalesini taşıyan ve bizlere emanet eden Hasan Ali Yücel’e sonsuz saygı ve minnetle…

(Alıntılar; Vikipedi)



Anahtar Kelimeler: HASAN YÜCEL