Modern çağa ayak uyduralım derken insanlar ne hale geldi, ne oldu insanlara ve insanlığa?
Dijital dünyaya aldanıp modernlik adı altında özgüvenli çocuklar yetiştirelim derken ahlaksız, saygısız,vurdumduymaz çocukları yetiştirmeye ne zaman başladık?
Ne zaman unuttuk sevgiyi, saygıyı, şefkati ve merhameti?
Ne zaman unuttuk ahlaklı, vicdanlı, kibar, hoşgörülü ve dürüst olmayı?
Nasıl oldu da bugün insanlar bu kadar insafsız, acımasız, merhametsiz, katı yürekli, öfkeli, haset, bencil... oldu?
Çevremizdeki cinayet, yaralama, kadına şiddet, hırsızlık, vurkaç kapkaç, kavga ve daha birçok olumsuzluklar…
Bu tür anormallikleri, yanlışlıkları, çirkinlikleri, olumsuzlukları nasıl oldu da normal kabul eder olduk?
Modernlik adı altında dijital dünyaya aldanıp ahlaksız, çirkin davranışlarıyla büyüklerine saygısızca laf yetiştiren, kimi ailelerin ise bu davranışları olan çocuklar ile ilgili olarak özgüvenli çocuk yetiştirdiklerini söyleyedikleri bir nesli ne zaman yetiştirmeye başladık?
Annemize, babamıza, büyüklerimize saygımızdan konuşamadığımız, anne ve babamızın bakışlarından bizlere ne demek istediklerini hemen anladığımız, öğretmenimize karşı saygıda kusur etmediğimiz önünde ceket iliklediğimiz, yaşlılara yer verip saygı duyduğumuz bir devirden, doğaya, çevremize, eşyaya, hayvanlara dahi zarar vermekten kaçındığımız bir zaman diliminden bugün bu hale nasıl geldik?
Tarihimizin, geleneklerimizin, göreneklerimizin, edebiyatımızın, destanlarımızın ve dinimizin vazgeçilmez değerlerini ne zaman kaybettik?
Komşusu açken tok yatılmayacağını, veren elin alan elden üstün olduğunu bilen; sabah siftah yapmış dükkân sahibinin kendisine gelen bir diğer müşteriyi kibarca siftah yapmamış komşusuna yönlendiren; Tanrı misafirleri için sofralarına fazladan bir tabak ilave eden, çocuklarını başkalarının canına, malına, namusuna göz dikmemek üzerine yetiştiren sevgi dolu, güven duyulan, güvenilir ve fedakâr olan bu toplum ne ara bu kadar bencil, çıkarcı, yalancı, dolandırıcı, ahlaksız ve sahtekâr... oldu?
Oysa “Bir zamanlar Türkler” hakkında söylenenler ne kadar özel ve güzel, iftihar vesilesi.
bugün hâlâ bu tutum davranışlarla övünülmekte ancak ben de öyle olayım diyen yok ne yazık ki!..
Faziletliydik: Kimsenin malına, mülküne göz dikmez, namusuna yan bakmaz, hırsızlık nedir bilmez, dilenciliği meslek edinmez, kimseyi de küçümsemezdik.
Dürüsttük: Bir zamanlar, Londra Ticaret Odası'nın en görünür yerinde şu mealde bir tavsiye levhası asılıydı: "Türklerle alışveriş et, yanılmazsın."
İtibarlıydık: Bir zamanlar Hollanda Ticaret Odası'nın toplantılarında oylar eşit çıkınca, Osmanlılarla alışverişi olan tüccarın oyu iki sayılır, onun dediği olurdu.
Temizdik: Yere bile tükürmezdik. Osmanlı askeri teşkilatını Avrupa'ya tanıtmasıyla meşhur Comte de Marsigil, yere tükürmedikleri için atalarımızı şöyle eleştiriyor: “Türkler hiçbir zaman yere tükürmezler.” Daima yutkunurlar. Bunun için de saçlarında sakallarında bir hararet olur ve zamanla saçları, kaşları, sakalları dökülür."
Çevreci ve Hayırseverdik: Comte de Marsigli: "Yazın İstanbul'dan Sofya'ya giderken dağlardan anayol üzerine inmiş köylülerin, yolculara, bedava ayran dağıttıklarına şahit oldum."
Şefkatimiz yalnızca insana yönelik değildi, hayvanları, hatta bitkileri bile kapsıyordu. Kurak günlerde ücretle adamlar tutup sokaktaki ulu ağaçları sulatır, göçmen kuşların yorgunluk atması için, saçak altlarına kuş sarayları yapardık. Bunlara öyle çok örnek var ki, saymakla bitmez.
Bu tespitleri, İslâm ve Türk düşmanı Avukat Guer misallendiriyor:
"Türk şefkati, hayvanlara bile şamildir" dedikten sonra şu örneği zikrediyor: "Hayvanları beslemek için vakıflar ve ücretli adamları vardır. Bu adamlar, sokak başlarında sahipsiz köpeklere ve kedilere et dağıtırlar... Sokaktaki ağaçların kuraklıktan kurumasını önlemek için bir fakire para verip sulatacak kadar “kaçık” Müslümanlara bile rastlamak mümkündür..."
"Kaçık"lığın kaynağını da veriyor adam:
"Birçokları da sırf azad etmek için kuşbazlardan kuş satın alırlar. Bunu yapan bir Türk'e, bir gün, yaptığı işin neye yaradığını sordum. Küçümseyerek baktı ve şu cevabı verdi: 'Allah'ın rızasını tahsile (kazanmaya) yarar.'"
Harama el sürmezdik: Fransız müellif Motray, 1700'lerdeki halimizi şöyle anlatıyor: "Türk dükkânlarında hiçbir zaman tek meteliğim kaybolmamıştır. Ne zaman bir şey unutsam, hiç tanımadığım dükkâncılar, arkamdan adam koşturmuşlar, hatta birkaç kere Beyoğlu'ndaki ikametgâhıma kadar gelmişlerdir."
Medenî idik: İngiliz sefiri Sir James Porter ise, 1740'ların Türkiye'si için şunları söylüyor: "Gerek İstanbul’da gerekse imparatorluğun diğer şehirlerinde hüküm süren emniyet ve asayiş, hiçbir tereddüde imkân bırakmayacak şekilde ispat etmektedir ki, Türkler çok medenî insanlardır."
Dosdoğruyduk: Fransız generallerden Comte de Bonneval ise, şu hükmü veriyor: "Haksızlık, murabahacılık (aşırı kâr koyma, tefecilik), inhisarcılık (tekelcilik) ve hırsızlık gibi suçlar, Türkler arasında yoktur. Öyle bir dürüstlük gösterirler ki, insan, çok defa Türklerin doğruluklarına hayran kalır."
Hırsızlık nedir bilmezdik: Fransız müellif Dr. Brayer, 1830'ların İstanbul'unu getiriyor önümüze: "Evlerin kapısının şöyle böyle kapatıldığı ve dükkânların çoğunlukla umumî ahlâka itimaden açık bırakıldığı İstanbul'da her sene azami beş-altı hırsızlık vakası görülür."
Ubicini, Dr. Brayer'i şöyle doğruluyor: "Bu muazzam payitahtta dükkâncılar, namaz saatlerinde dükkânlarını açık bırakıp camiye gittikleri ve geceleri evlerin kapısı basit bir mandalla kapatıldığı halde, senede dört hırsızlık vakası bile olmaz. Ahalisi sırf Hıristiyan olan Galata ile Beyoğlu'nda ise hırsızlık ve cinayet vakaları olmadan gün geçmez."
Naziktik: Edmondo de Amicis isimli İtalyan gezgini, yine 1880'lerin "biz"ini anlatıyor bize: "İstanbul Türk halkı Avrupa'nın en nazik ve en kibar insanlarıdır. Sokakta kavga enderdir. Kahkaha sesi, nadiren işitilir. O kadar müsamahakârdırlar ki; ibadet saatlerinde bile camilerini gezebilir, bizim kiliselerde gördüğünüz kolaylığın çok fazlasını görürsünüz."
Cihana örnektik: Türkiye Seyahatnâmesi'yle meşhur Du Loir'un 1650'lerdeki hükmü şöyle: "Hiç şüphesiz ki, ahlâk bakımından Türk siyasetiyle medeni hayatı bütün cihana örnek olabilecek vaziyettedir."
Hayata karşı saygılıydık: Bu konuda dilerseniz Elisee Recus'u dinleyelim, bize 1880'lerdeki halimizi anlatsın: "Türklerdeki iyilik duygusu, hayvanları dahi kucaklamıştır. Birçok köyde eşekler haftada iki gün izinli sayılır... Türklerle Rumların karışık olarak yaşadığı köylerde ise, bir evin hangi tarafa ait olduğunu kolaylıkla anlayabilirsiniz. Eğer evin bacasında leylekler yuva yapmışsa, bilin ki o ev bir Türk evidir." (Küçük Asya, c. 9)
Sanırım, övündüğümüz, gurur duyduğumuz geçmişimizden fazlasıyla uzaklaşmak, bizlere çok şey kaybettirdi.
Önce insan, sonra birey ve toplum olmanın anlamını ve farkını, evimizde, yurdumuzda ve dünyada yaşayıp yaşatabilmek dileğimle...