?her şey o kadar dokunaklı ki
eylülsem, istemeden kırılıyorsam bazen
dağınık, renksiz bir mozaik gibiysem
üstelik yalnızsam bir de -telefonda kuş sesleri-
aynalardan duvarlara bir üzünç akıntısı??
Eylül geldi yine... Güneşin, yaz sıcağına inat daha soluk bir siluete bürünmesi, habercisi adeta bu hüzün mevsiminin. Eğik ışık huzmeleriyle birlikte, yüreğin tam orta yerine nüfuz eden, kekremsi keşkelerin yeniden dirilmesi?
Ilgıt ılgıt esen sabah rüzgârının, ıtır kokan dağlarla söyleşircesine, yavaşça hazan şarkılarını söylemeye başlaması? Eylül işte, hayatın alacalı bulacalı düşlerinin, hiç dokunmadan kırılma zamanları?
Sormadan, danışmadan, konuşmadan yine geldi apansız. Apansız, usulca oturdu yüreklere... Eylül işte... Salına salına inmeye başladı yeniden?
Yeniden güz rüzgârının tenhalığını taşıdı; çentikleşmiş yüreğin en nazeninine?
Eylül işte... Yine geldi ansızın. Sarımtırak divaneliklerle, iğri iğri indi gönülleri. Ağır aksak aşkların, umarsız bildirisi gibi naif bir suretle, yarım kalmış bir hikâyenin habercisi gibi geldi apansız?
Dağ dağ, türkü türkü, kırılgan umutlar yayılıyor eylül ile çiçeklere. Yağmurla dalıyor zaman keşkelere, yağmurla yağıyor hazan şarkıları gönüllere...
**
Eylül işte... Güneşin, insan içine doğdurduğu ısıtmayan hüznü, bir ap ayrı zamanı anlatırcasına ısmarlıyor hatıraları?
Divane aşkların, soy destanı doğuyor yarınlara. Çisil çisil bir adam, dalıyor yağmurun bereketine. Bir adam, çisil çisil bir türküyü mırıldanıyor usulcacık... Bir adamın yüreği burkuluyor eylülle...
Eylül işte... Tenha, öyle tenha bir kenarda, bir kadın ağlıyor gözlerini göstermeden. Bir çocuk koşuyor, tenhadaki kadının kollarına. Kadın ağlıyor yağmurun sesiyle, çocuk koşuyor, yağmurun şakırtısıyla...
Eylül işte... Dalıyor gözler, serçelerin pır pır yağmura ram olmalarına. Dalıyor yürekler, bembeyaz bir siluetin sessizce salınışına...
Toprağın, yine epeyce söyleşmesi var herhalde damlalarla. Damlalarla, umudun söyleşmesi var herhalde. Damlalar, sukutun münzevi yarenleri.
Damlalarla Eylül?ün, ılgıt ılgıt, gazelleri okşaması.
Eylül... Çisil çisil inen şiirin, yürek çığlığı. Deli ırmakların, yatağına kıvrılması... Kirli düşlerin, kaldırımlarda parçalanması... Bembeyaz hayallerin, usul usul gönüllere otağ kurması...
Eylül işte...Usulca, hasret nidalarını dillendirmesi? Apayrı yağmurları, çisil çisil sere serpe dağıtması âlemin kalbine?
Yağmurların bitip tükenmez türküsü... Eylül işte, yarınlara saklanmış anıların apansız hatırlanması yeniden. Eylül işte, çıkıp gideceklerin ve çekip geleceklerin mevsimi...
Hatıra defterleriyle, kuru yaprakların hemhali gizlice. Utandırılmış aşkların, soy gururu ile eylülün yüzleşmesi.
Eylül işte, kıyıda köşede gizlenmiş resimlerle, nemli gözlerin buluşması. Eylül işte, kırık bir yüreği, emanet edemeden kadir bilenlere, başı öne eğip gidiverme bir derviş sukutu ile?
**
Yine geldi Ağustosu hızlıca geçiştirerek. Yine geldi ve gölgede kalan yanları usulca kanatmaya başladı. Gölgede saklı gizleri, servilerin düşen yapraklarıyla asuleştirdi yine. Kırık bir hayata, gönüllü hamal olmak kadar yanı, yöreyi sarıp sarmaladı yine. Hayatın hüznü çağrıştıran bütün nağmelerini anlata anlata, geldi ve oturdu yüreklere?
Eylül işte. Dokunaklı bir şiirin son mısrası? Eylül işte?