Tarih: 02.11.2012 11:21

ELEDİM ELEDİM, HÖLLÜK ELEDİM GAREMETLİ ANALARIMIZ

Facebook Twitter Linked-in

Analarımız; Garametli analarımız dedim. Hamilelik dönemlerinde çektikleri eziyetleri, yaşadıkları acıları, doktorsuz, hekimsiz, hastanesiz, ilaçsız geçen günlerini iki can taşıdıkları gümanlı aylarını anlatmak, çaresiz ve naçar kaldıkları zaman şifa bulmak ümidiyle üfürükçülerden, muskalardan, yatırlardan, cehaletten, medet beklerken, analarımızın batıl inançların elinde nasıl oyuncak, nasıl zebun olduklarını resmi belgelerden de yararlanıp bir bir anlatalım dedim.

Üç gün üç gece süren düğünü müteakip mahalle mescidinde okunan mevlit ve cemaatle kılınan yatsı namazından sonra, bir deynek ucuna teneke kutuların tutturulup içine doldurulan küle gazyağı dökülerek isli bir alevle yanan meşaleleri taşıyan çocukları kalabalık bir cemaat topluluğu takip ederdi. Evin kapısına kadar ?Efendim senin yoluna yana yana kül olayım.` ilahisini okuyarak gelen cemaat, hocanın okuduğu duaya; bu iki gencin mutluluk içinde bir yastıkta kocamaları dileklerine el açıp âmin dedikten sonra damat büyüklerin elini öper. Telaş ve heyecandan kurtulsun inancıyla arkadaşlarından birinin sırtına vurduğu kuvvetli bir yumrukla içeri edilirdi. Gelin, ertesi gün evin umurunu üslenmek, koca evi çekip çevirmek için duvağını atar, dipdiri bir başlangıçla zevki ahenge dönüştürür. Genç kızken hayaller kurarak hazırladığı cehizini yeni evine serip yerleştirir. Tasını, tarağını raflara, tereklere, dolaplara dizip istif ederken bu körpe vücudun salına salına yürümesi yaşlı eve, diriliği mutluluğu da birlikte getirmiş olur.

Ve gelin; evdeki yaşlılara bakmayı, ömürlerinin sonuna kadar onlarla ilgilenmeyi boynunun borcu olarak düşünürdü. Birbirini takip eden mutlu günler, huzurlu aylardan neçe sonra ailede, hısımda, akrabada endişeli bir bekleyiş başlar. Aile içerisinde gelinin başının kirlenip kirlenmediği yani hamile kalıp kalmadığı sık sık sorulur. Bu sorulara olumlu bir cevap alınmazsa mahalledeki yaşları kemale ermiş bilge gadingeler kapı önleri ile pınarbaşı sohbetlerinde çareler anlatır. Ziyaret edilmesi gereken ocakların, evliyaların, yatırların adlarını söyler. Bilecen bir ağızla da olumlu sonuçlar alınan üfürükçülerin, ocakların, muska yazanların mahallelerini, evlerini tarif eder komşunun müşkülünü halletmenin sevabını kazanacağı inancıyla da kayınvalideye; istersen buralara beraber gidek teklifinde bile bulunurdu. Gelin; komşu gelinlerin kucaklarındaki çocuklarına imrenir. Kendinin de bir çocuğunun olması için yanıp tutuşur, söylenen her çareye başvurur. Perşembe geceleri Allah rızası için iki rekât namaz kılar, Yaradan`dan çocuğunun olmasını ister. Nefesi keskin üfürükçülere muska yazdırılır, muska yedi kat muşambaya sarılır. Alpaka veya gümüşten yapılmış üçgen şeklindeki kaplara konur ağzı lehimlendikten sonra gelinin boynuna asılır. Bir kap içine konulmamış muskayla tuvalete gitmek caiz sayılmaz. İnanca göre; kaynar su `Desdur`  veya  `Ya Settar` demeden dökülmez, bunları demezse yerdeki cinlerin kanatları yandığı için cinler geline musallat olur ve bu sebepten çocuğu olmaz itikadına inanılırdı. Çocuğu olmayan gelin; soğuk çermikteki Ahmet Turan evliyasına götürülürdü. Mezarın yanında at nalı çivisiyle eteklerinden çivilenen kadın; `Bir at getirdim satarım. Arkasına kulun katarım.` katarım diyerek uyumaya başlar. Çiviler çok sıkı çakıldığı için gelin uyanıp kalktığı zaman entarinin parçaları orada kalır. Ve gelin arkasına bakmadan gider. O gün gelinin üzerine giydiği gömlek çocuğuna iç çamaşırı yapmak için yıkanmadan bir yerde saklanırken bir de kurban adanırdı. Çocuk erkek olursa adı muhakkak Ahmet Turan konur. Eğer Ahmet Turan evliyasından bir sonuç alınmazsa Çeltek Baba Tekkesi ziyaret edilir. Oradan alınan bir avuç toprak suda eritip içilir. O zamanlar en ünlü tekkelerden biri de Hubuyar Tekkesi idi. Orada kadın tekkeye satılır. Satılırken de;`Sevsem bir oğlum olsa sevsem. Sana bir kurban kessem. `diye evliyaya yalvarırken birde kurban adardı. Yine o zamanlar bu işler için Karacalar Tekkesinin de çok iyi geldiği söylenirdi. Şifalı olduğuna inanıldığı için ayın ilk çarşambasında gün doğmadan Ali Ağa değirmeninin çarkından çıkan kalaylı bakır bir bakraç dolusu su alınır, dökmemeye dikkat edilerek eve getirilirdi. Besmele çekilerek içine kırk aşık kırk kaşık konur, yüksek bir yere asılırdı. Eşraftan Bahri beylerin üzeri yazılı kılıcı suya batırılınca şifa kudretini daha fazla artırdığına inanılırdı. Gelin, çocuğunun olacağına inanarak bu suyla yıkanırdı. Söylenilen her söze inanan gelin, Abdulvahap Gazi`deki tarih kayasına okunmaya gider. Evinde kırk Yasin-i Şerifle hafızlara hatim okutur. Yedi bin tespih çektirir. Falcıya baktırır, büyü ve sihir yapan kişilerden umut bekler. Tılsımları çözdürmek, kurşun döktürmek, nefesi keskin, tükürüğü şifalı ocaklara gider. Bu ocaklarda; ödağacı, misk, günlük, safran yakılır bir taraftan da dualar okunur. Odanın içi efsunlu bir havaya bürünürdü. Ocak denilen bu aileler bir birine el vererek ticaretlerinin devamlılığını sağlardı. Erkeğinse ceketinin koltuk altlarına muskalar dikilir, cebine sarımsak, üzerlik tohumu, mazı, nohut konur. Her dileğin kabul olacağının inancıyla erkek kırk gün Ulu Cami de sabah namazı kılmaya başlardı. Ulu Cami de Cuma selaları verilirken gelin camideki hızır direğini ziyaret eder. Evlat sahibi olmak dileğinde bulunduktan sonra cemaat namazını bitirinceye kadar minarenin altında otururdu. Çocuğu olmadığı müddetçe gelin endişeli ve huzursuz olur. Ya kocası ikinci bir evlilik yapıp üzerine kuma getirirse bunları düşündükçe dünyası zindan olur, uykuyu tüneği kaybeder. Kocakarı ilaçları kullanır. Ailece gelin sürekli gözetim altında tutulur. Gelinin başının kirlenmediğinin farkına varılır. Bu durum bir müjde gibi anında kulaktan kulağa tüm mahalleye yayılır. Gümanlı yeni hamile denmesi için biraz bekleme, gözetleme gerekirdi.

O zamanlar hamile gelinlerin sakat ve azadan noksan olanlara bakıp gülmeleri caiz sayılmazdı. Gelinlerin etrafında cinlerin dolaştığına inanıldığı için bunların şerrinden korumak içinde Çayırağızı semtindeki kutsal Kırklar mekânı ile çevredeki yedi evliya ziyaret edilerek okunulurdu. Gelinler, o zaman tüm yakınlarına gelinlik yapar konuşmazdı, meramını el hareketleriyle anlatmaya çalışırdı. Aşeren gelinler canının çektiklerini emsali komşu kadına melekler tarafından ilham edildiği için verilmezse çocuğa ve anneye zarar gelir, çocuğun bir tarafından noksanlık olur, itikadı yaygındı. Hamile kadınlar, canı çektiği için kil, höllük, kireç, toprak, sabun yer. Bunları yemesi engellenirse çocuğun şaşı olacağına inanılırdı. Hamile kadınlara ağır ayak, iki canlı denilirdi yine hamile kadının yeme isteklerine göre tahminlerde bulunulurdu. Acı şeyler yerse erkek, tatlıya düşkünse kız olacağına inanılırdı. Hamile kadın balık yerse çocuğun ağzı açık olur, manda sütü veya yoğurdu yiyen kadınların doğum müddeti bir yıl uzar. İtikadı yaygındı. Yanında bir şey yeniliyorsa kadına muhakkak tattırılırdı. İçi ve dışı `Ayeti kelime ve lafzai Celal yazılı bakırdan veya pirinçten yapılmış `Tıftap tası`ile sık sık hamile kadınlarına su içirmenin çok iyi geldiği de söylenirdi.

Doğum günü yaklaştıkça çocuğu için çamaşır hazırlamak gelinin en önemli ve mutlu görevlerinden birini oluşturur. Saygısızlık olduğu için hazırlanan elbiseler büyüklere gösterilmez. Hazırladığı elbiselerse; Gömlek, içlik, kollu dokuma, tire fanila, kuşak, takke, bohça, bohçanın içine; pamuklu kol bezi, muşamba, şal, höllük bezi, kundak sarmak için bağ. Bunların tümünü kendi biçer kendi dikerdi. Doğum günü yaklaştıkça evde öd ağacı günlük yakılır, ağrılar başlayınca mahallenin ebesi eve getirilir sancılar uzadıkça ebe tedbirler alır, doğum çabuk olsun inancıyla Bahri beylerin kılıcı kadının üzerine konur. Kocasının ayakkabısının içine doldurulan su kadına içirilir. Paşa efendi zadelerin Hızır İbriği getirilip kadının göbeğine konur. Bir yumurta ile kırk böbreğe batırılmış kırk iğne Çayırağazı mahallesindeki kutsal kırklar suyuna bırakılırdı. Hamile kadının kuşağı bir mandanın boynuna,

mandanın yuları da kadının boynuna bağlanır. Kocası ayağıyla ailesinin karnına hafifçe basar. Kocasının parmağının batırıldığı su içirilir. Bir tas su içerisine enam kitabındaki mühürlü sahifeler konulduktan sonra bu su kadına içirilirdi. Şeyhlerin yazmış oldukları denenmiş kâğıtlar kadının boynuna takılır, Şeyh veya babası dergâhta postnişin olanın evladına bir fincanın içine yazı yazdırıldıktan sonra fincan içine doldurulan su kadına içirilir. Bekâr erkeğe ezan okutturulur, Şemsizadelerdeki Kâbe kuşağı getirtilip kadının beline bağlanır. Kadın yüksek bir yerden atlatılırdı. Ebe guleuzüler duasını okurken kadının koluna girilerek odanın içinde sürekli yürütülür ve bir taraftan da höllük ısıtılır. Kadının ilk çocuğu ise hilaiye çarşaflar, kutnu döşekle, sırmalı yastıklarla oluşturulan bir yatak hazırlanırdı. Kadın doğum yaparken birisi kadının kulağına tekbir getirir. Çocuk önceden hazırlanan leğen içindeki höllüğe doğar. Eşin çabuk düşmesi içinde kadına soğan, sarımsak veya limon koklatılır, kına içirilir. Çocuk banyo yapılırken ilk defa subaşına döküleceği zaman kevgir içine altın konur, su bunun üzerinden dökülürdü. Böyle yapılınca çocuğa bakanların nazarı değmez, hem de çocuk zengin olurmuş. Kundak bohçası yere serilir üst tarafına kol bezi, alt tarafına höllüğün konulduğu höllük bezi konur. Başına takkesi, üzerine gömlek ve içlik giydirilir. Çocuk bohçanın üzerine yatırılır, höllükten bir avuç alınarak, çocuğun bacakları arasına konur. Kundak muşambası ile üzeri örtülür, kollar düzeltilerek önce kol bezi ile kollar sarılır diz kapakları hizasından sırmalı bir bağla bağlanır. Çocuğun yüzüne ince bir tülbent örtülür ve çocuğun bu şekilde hazırlanmasına beleme denilirdi. Ayrıca kundağına, kartal tırnağı yedi delikli mavi boncuk, Kabe hurması çekirdeğinden yapılmış nalin, gümüş üzerine yazılmış maşallah ile tazı boncuğundan oluşan bir nazarlık takılır, kundağına altınlar dizildikten sonra anasının koynuna yatırılırdı. Annenin ilk çocuğu ise lohusa yatağına en güzel elbiseleri giyerek yatırılır, başına fes, üzerinde al krep, boynunda altın top ve beşibirlikler, ellerine kına yakılır. Karanfil, tarçın, kızamık şekeri ile şeker karışımından hazırlanan lohusa şerbeti içirilirdi. Sabırlı olsun inancıyla üç ezan vakti geçmeden anne çocuğunu emzirmez, melekler içirir inancıyla da çocuğa su verilmezdi. Eğer çocuk durmuyorsa; Kırk Mehmet isimli evden demir toplanır, bunlardan bir saç ayağı yaptırılır. Çocuk doğduktan sonra üç defa bu sac ayağının içinden geçirilir. Daha sonra bu sacayağı doğduğu odanın tabanına gömülür. Eğer ki çocuk ikinci veya üçüncü katta doğmuşsa doğduğu yerin şakülüne gelen en alttaki zemin kazılarak sacayağı buraya gömülürdü. Yedi Mehmet adlı evden toplanan gümüşle küpe yaptırılır, kız erkek fark etmeksizin bu küpe çocuğun kulağına takılırdı. Çocuğu durmayan kadınlar; Kuran-ı Kerim, ekmek ve tuzun konulduğu bir kalbur içerisine doğurur. Çocuk yıkanırken de ilk su bu kalburdan dökülürdü. İlk çocuğunu doğuran kadının baba evi demir beşik, yorgan, şilte, yastık, çocuğu beşiğe bağlayan yarlık alınır. Mali durumuna göre aldığı beşiğe gremise veya beşibirlik altın takar, faytonla damat evine gönderilirdi. Çocuğun düşen göbeği bir yere gömülürdü. Yanlışlıkla dışarı atılmışsa bunu iyi saymazlar, göbeği dışarı atılan çocuğun ömrü gurbette geçeceğine inanılırdı.

Çocuk güldüğü vakit melekler güldürüyor diye sevinilir, asabi bir hal gösterip sürekli ağlarsa çocuğa cinlerin musallat olduğuna inanılır, çocuk nefesi keskin hocalara okutulur, boynuna muskalar takılırdı. Doğumdan sonra akraba ve komşular lohusayı yoklatmaya gelir, gelirken de beşibirlikler, çeyrek altınlar, çocuğa giyecekler, külah şekerleri getirirler. Ayrıca ebeye de `göbek akçesi` denilen bir miktar para bırakılırdı. Aynı ay içinde çocuk doğuran ailelerin kendi evindeki lohusanın ağırlığını beraberinde getirip kırk basacağı ve çocuğa zarar geleceğinin inancıyla çocuklarının kırkı çıkmadan bu aileler birbirini göz aydın ziyaretine gelmezlerdi. Çocuğa isim üç gün sonra konurdu, çocuğa genellikle vefat eden dedenin, ninenin isimleri konur aile içinde genç yaşta vefat edenler varsa isimlerinin yaşatılması için erkek çocuklara Adıgüzel, kız çocuklara da Hanım ismi konulurdu. Bazı ailelerde çocuklarına Mehmet Emin, Ahmet Hamdi, Abdulkadir, Ömer Lütfü gibi mahlaslı isimler kordu. İsim konulurken aile içindeki amcaların, halaların fikirlerini almakta gerekirdi. Çocuğun dedesi, amcası, akrabası veya komşulardan herhangi biri abdest alır ezan okur çocuğun kulağına konulacak ismi söylerdi.

Peygamber efendimizin tıraşını yapan Salman-i Farisi hazretlerinden beri süre gelen Ahilik geleneğinin şehrimizdeki son temsilcisi Mehmet Ahi Rıfat usta idi. Onun zamanında bir çocuk dünyaya geldikten üç gün sonra bazı aileler Rıfat ustanın duasını almak hem de ahi teşkilatına bizimde yardımımız dokunsun düşüncesiyle ak sakallı dedeler, alaca bürüklü nineler torunlarını Rıfat ustanın Meydan Camisinin karşısındaki berber dükkânına getirilirdi. Usta abdest tazeledikten sonra, çocuğu kucağına alır yönünü kıbleye döner sağ kulağına ezan okur sol kulağına gamet getirdikten sonra ses tonunu biraz yükselttikten sonra konulan ismi çocuğun kulağına söylerdi. Daha sonra kız, erkek fark etmeksizin Rıfat usta çocuğun saçını keser bu saçlar kuyumcu terazisinde tarttırıldıktan sonra gramı karşılığında alınan altın veya gümüş ustaya verilirdi. Ahi teşkilatının ihtiyaçlarında harcanmak için Rıfat Usta altını para kesesine korken gökyüzünün sonsuzluğuna el açıp çocuğun hayırlı evlat olması için dua ederdi. 1943 senelerinde Rıfat ustanın vefatından sonra maalesef bu gelenekte unutuldu.

Çocuk doğuran gelin evin sultanı olur bir dediği iki olmaz eve yeni bir canın gelmesi aileyi mutlu eder varlıklı aileler kurban keser, helva yapar konuya komşuya tabak tabak dağıtılırdı. Daha çokta evlerine yeni bir canın gelmesi yaşlı dedeyi, yaşlı nineyi sevindirir. Bu iki yaşlı kucaklarına aldıkları güler yüzlü nur topu gibi torunlarına bağırlarına basıp öpüp koklarken dünyalar onların olurdu...

Bu yazı için Sivas 1925 senesi coğrafi, tarihi, jeoloji, idari malumat isimli raporlardan da yararlandım.




Orjinal Habere Git
— HABER SONU —