“DÜNYANIN AKLINA SIRTINI YASLAMAK”

“DÜNYANIN AKLINA SIRTINI YASLAMAK”

Bora Temmuz’a diyorum ki; oğlum zamanımızın aydın vicdanı Zülfü Livaneli’de ulaşmış sanatın kalitesine.

Yani, dünya insanlığının kesişim alanında bir yürek.

Müzik var, edebiyat var, aydın tavrı var.
En önemlisi de eylemliliğin içinde.

Susmuyor.
Durmuyor.

Bora Temmuz farkında tabi.

Yalnız, benim içimi yakan şu; çoğumuz niye sevdiğimizi dahi bilmiyoruz.

Sevmeyenlerin çoğu da öyle.
Bilmiyorlar.

Bu gün yine bir yazısını okudum, çok geçmedi mutfaktan sesini duydum; canlı yayında konuşuyor. Vardım ki, Bahar hanım denk gelmiş ve dinliyor.

Yazısında diyor ki, “şişmanlıktan ölenlerin sayısı açlıktan ölenlerin sayısını geçmiş”.

Birden sevinir gibi oldum.
Niyesini hiç düşünmedim.
En azından daha az yemek, ya da bölüşmek için güdüleyici bir haber.

Sohbetinde de diyor ki; “biz Nazım Hikmet’in kaşkolünün salınışından türedik. Yaşar Kemal de öyle, Orhan Kemal de. O ki Finlandiya’dan tutun Amerika’ya kadar bir çok dilde okunmaktadır. O’nun adına Almanların Gothe Enstitüleri gibi Nazım Hikmet Enstitüleri kurulmalı.
Üstelik dünyanın dörtbir yanında”

Yazıda diyor ki; “dünyanın en büyük on firmasının pandemi döneminde elde ettiği kar ile tüm insanlık aşılanabilirmiş”

Ustaya olmasa da kendi kendime şunu diyorum; onlar beslendiği damarı kesmezler.

Ancak şu olabilir, insanlığı bekleyen tehlikenin kendilerini de ilgilendirdiği gerçeğinin farkına varır iseler, belki durum dediği gibi olur.

Nazım Hikmet ile ilgili durum şu aslında;  

O bir usta.
Bedel ödemiş.
Cesaretli ve yenilikçi.
Olumlu anlamda yenici.
Hem Osmanlı şiir geleneğini ve birikimini biliyor, hem de Cumhuriyet Dönemi sürecinin bileni.

Durum böyle olunca, kendi çevresini ve kendinden sonrakileri her anlamda etkiliyor.

Dolayısı ile de, öykünme eserlerden özgün üretimlere kadar etkisi olmuştur.

Oburluğa dönelim.
Obeziteye.

Yazıda diyor ki;
“Ekrandan, gazetelerden, reklamlardan, arabada dinlediği radyolardan, eğlence endüstrisinden, siyasetten, afişlerden, el ilanlarından, maçlardan, sosyal medyadan mesaj akıyor da akıyor...”

Bunlara da “abur cubur” diyor usta.

Doymuş yağlar, genetiği bozulmuş yiyecekler, katkı maddeli her şeyin vücut sağlığımızı bozduğunu hepimiz biliyoruz artık.

Usta da merak ediyor; ruhumuza doldurduğumuz abur cuburlar gelecekte neyi çıkaracak karşımıza?

Sahi insan ruhu sakinleştirici, hissettirmeyici ve kandırıcı ilaçlar ile hangi aşamaya gelir.

Soruyu düpedüz soralım;

İnsanı insan eden ruh kalır mı?

Estetiği, inceliği, haysiyeti, utanmayı, sevinmeyi, dayanışmayı, merhameti ve üretmeyi sağlayan temel ruh bileşenleri kalır mı dersiniz?

Cevabı net; 
Kalmaz.

Asıl dikkatimizden kaçan, insanın muhakeme yeteneğinin körelişi. Düşünebilme yetisi olan insan için bundan daha büyük kayıp olur mu?

Dev ekranların karşısında sadece yiyen, binbir yöntemle ruhuna kakalananların etkisiyle uyuşan, dünyanın hava, su, toprak gibi temel öğelerinin derebey ruhlu kişi ve köleci anlayışa sahip kuruluşların tekeline geçmesini umursamayan insan literatürde tanımı olan insan değildir artık.

Siz yine de ustaya kulak asın;

“Okuyan insan dünyanın aklına sırtını yaslar demiştim. Gerçekten öyle. Okuyan insan Aristo’yla, Platon’la, Nietzsche’yle, Yunus Emre’yle, Nazım Hikmet’le, Yaşar Kemal’le, Sabahattin Ali’yle, Sait Faik’le arkadaşlık eder. Ne dersiniz? Hiç de fena arkadaşlar değiller bence”

Eyvallah.

Abbas Turan
Ankara



Anahtar Kelimeler: “DÜNYANIN AKLINA SIRTINI YASLAMAK”