DOĞUNUN DİRİLİŞİNE ADANAN BİR ÖMÜR: SEZAİ KARAKOÇ
?Ben geldim geleli açmadı gökler
Ya ben bulutları anlamıyorum
Ya bulutlar benden bir şey bekler
Hayat bir ölümdür aşk bir uçurum
Ben geldim geleli açmadı gökler
Bir yağmur bilirim bir de kaldırım
Biri damla damla alnıma düşer
Diğerinde durup göğe bakarım
Ne şehir ne deniz kokan gemiler
Bir yağmur bilirim bir de kaldırım
Nedense aldanmış bir gece annem
Bir kadın gömleği giydirmiş bana
İşte vuramadı gökler bana gem
Dinmedi içimde kopan fırtına
Nedense aldanmış ilk gece annem
Biri çıkmış gibi boş bir mezardan
Ortalıkta ölüm sessizliği var
Bana ne geldiyse geldi yukardan
Bana ne yaptıysa yaptı bulutlar
Biri çıkmış gibi boş bir mezardan
İyi ki bilmiyor kalabalıklar
Yağmura bakmayı cam arkasından
İnsandan insana şükür ki fark var
Birine cennetse birine zindan
İyi ki bilmiyor kalabalıklar
Yağmur duasına çıksaydık dostlar
Bulutlar yarılır gökler açardı
Şimdi ne ihtimal ne imkan var
Göğe hükmetmekten kolay ne vardı
Yağmur duasına çıksaydık dostlar
Ben geldim geleli açmadı gökler
Ya ben bulutları anlamıyorum
Ya bulutlar benden bir şey bekler
Hayat bir ölümdür aşk bir uçurum
Ben geldim geleli açmadı gökler?
?Tarihte her hareket tek bir kişinin ayağa kalkmasıyla başlar.? Tarih, her dönemde kendine şekil veren kahramanlarla vücut bulur. Bu kahramanlar, omuzlarındaki yükün çilesini, milletlerinin huzuru için tek başına çekerler. Akıl danışılan, öğüt alınan hünerli sözlerle, gönülleri açan bu insanlar sayesinde, belki de insanlık tarihi özgün yerini bulmaktadır.
Bir düşünün, Oğuz Beylerinin onca salahiyetine rağmen, Dede Korkut belirleyici olur halkının dimağında. Son söz, onun hikmetli dudaklarından dökülür. Küskünleri barıştırır, kinleri giderir bilgece öğütleriyle. Sözü son demde, O kemale erdirir hünerlice; ?boy boylayıp, soy soylayarak?.
Ve Selçuklunun son demleri. Moğol istilasına karşı takati kesilmiş halkın imdadına, söze yürek yükleyen Mevlana ve Yunus çıkar. Gönül yıkmanın, ne denli kötü olduğunu vurgulayarak, göze göze deryalara ulaştırırlar sevenlerini.
Onlarla gönülleri tımarlar Anadolu insanı. Her yıkılan ocakta, yeniden ocaklar dirilir. Her yenilgide, yeni zaferlerin kapısı aralanır adeta. Yürek yürek, yeni dirilişler gerçekleşir doğunun uç kapısında...
Bu son yüzyılımızda, yeni bir insan çıkar sessiz sedasız. Beslendiği kaynakların özgeliğinden olsa gerek, kalabalıklardan uzak bir koza örer kendisine. Bir damarı Mevlana?ya Yunus?a, bir damarı da geleceğin en öte ufkuna bağlanır. Umudunu yitirmiş Doğu?nun, Batı karşısındaki yenilgisini sonlandırmanın, yürek kavgasını verir. Umutsuzluğa ilerleyen kalabalıkları, yeniden diriltmenin gayretine dalar adeta. ?Yenilgi yenilgi büyüyen bir zafer vardır? nidasıyla, ötelerin ötesini görür suskun zamanlarda?
Kendi Küllerinden Doğan Simurg Anka
Seyit Hüseyin Nasr; ?Batı yalanla yaşar, Doğu gerçekler üzerinde uyur? der. İşte bu son asrımızda, Sezai Karakoç, doğunun bu anlamsız uykusunu, bir türlü hazmedemeyen biri olarak çıkar karşımıza. Bir kırılma döneminden sonra, yılgınlığa sürüklenen Doğu?nun, tekrar eski günlerine ve medeniyetini, yeniden keşfetmesinin mümkün olabileceğinin kavgasını güder. Simur Anka gibi, küllerinden yeniden doğabileceğinin mecburiyetini hissettirir.
Bilimde, kültürde, sanatta yeniden medeniyetimizin gün ışığına çıkarılması gerektiğini işler konularında.
Yitiğini kaybetmiş bir milletin yeniden yitiğini bularak, gönlünün seyri sulukunu tamamlamasını öngörür her seferinde.
O, bir dirilişi özler yeniden. Yeni bir diriliş değil, var olan ve unutulmaya yüz tutmuş dirilişi özler adeta. Önce gönülden başlayan ve sonra ev ev tüm dünyayı saran yürek dirilişini özler.
Kültür Bakanlığı?nın Ödülü ve Mono Roza
Geçtiğimiz yıllarda Kültür Bakanlığı?nı Sezai Karakoç?a vereceği ödül, edebiyat dünyasında yeni tartışmalara da kapı araladı. Şan ve şöhret peşinde koşan nice zevatın aksine, Üstad?ı yakından tanıyanlar bilirler ki; Üstad, alkıştan, şaşadan, plaketlerden çokça uzak yaşayan bir bilge. Adeta ?içine doğru akan kırgın bir ırmak?. İçinden sızan mumla da, milyonlarca insanın aydınlatan bir ışık.
Lakin yüzyılımız, o kadar bayalığı içinde barındırıyor ki; sözün gerçek değerine vakıf olanlar gölgede yaşıyorlar. Şarlatanlığın, bencilliğin, akçelerin geçer kabul bulunduğu her ortamda, insana mahsus gizler didik didik ediliyor.
Sezai Karakoç?un yaşattığı anlayışı irdeleyip, gelecek kuşaklara aktarma yerine, Mona Roza adlı şiirde kilitlenip kaldı insanlar. Oysa o kadar mı anlaşılamadı üstad?
Ömrünü, Doğunun dirilişine vakfeden bir bilge, Mono Roza da mı sıkıştırılıp kalmalıydı?
Elbette ki, herkesin kendince bildiği efsaneler mevcuttu. Mona Roza?nın dizeleri, ayın on dördü gibi, hafif gece siluetiyle hem haldi. Kimse gün ışığına çıkarmaya cesaret edemedi. Sezai Karakoç?a olan derin sadakat ve hatıra ahlakı, buna müsaade etmedi. Artık her şey o kadar çok gün ışığına çıktı ki; gölgede kalan yanları daha çok arar olduk. İnsanların hayatını didik didik karıştıran mahremsiz magazinler, vefa adlı üst yüreği hiç görürler miydi?
Oysa efsaneleri bozmamak daha erdemli değil miydi?
Evet, birkaç kuşak üstadın yaktığı mumun ışığında ilerledi durdu. Onu tam anlamıyla kimse anladı mı bilemeyiz ama; tek bildiğimiz, Üstad?la ilgili tartışmalar, Mona Roza üzerinde kaldığı için, demek ki hiç anlaşılmadı.
Belki de çağın yetiştirdiği son bilgeyi, sukut içinde yaşamaya iten de bu. Ama bilirler ki gönül erbapları; ?İnsanın özgesi, yalnızken kalabalığı yaşayandır.?
Büyük Hayalleri Öğreten, Anadolu?nun Mahçup Delikanlısı
?Kelime haznesinin genişliği ile düşünceler örülür der? bir bilge. Bir milletin binlerce mümbit kelime toprağından süzdüğü hazineleri şiirleştirerek gençlerin yüreklerine nakşeder. ?Bir damlada okyanus gören? kaptanın o büyük hayallerini anımsatır insanoğluna.
Kurumuş yüreklerin, büyük bir medeniyetin temsilcisi olanlara yeniden büyük hayaller kurmayı öğretir yaşantısıyla. Yüzyıllardır Dünyaya hakim olan soy insanların, kurdukları sevgi medeniyetini yeniden yeşertmenin veyahut unutulmamasının kavgasını verir. Her zor zamanda, büyük hayalleri salıverir kalabalıklara.
?Yeni şeyler söylemek lazım? der Büyük Mevlana. O da yeni şeylerin her daim var olduğunu hatırlatır sevenlerine.
Şair Arif Ay?ın şu görüşleri sanırım en güzel anlatımdır:
?Yunus Emre?nin, Hacı Bektaş-ı Veli?nin, Hacı Bayram-ı Veli?nin yüzyılımıza düşen izdüşümü; bir medeniyet mefkûrecisi.
Onlar Moğol istilasıyla, Haçlı savaşlarıyla tarumar olan Anadolu?nun dirilişini gerçekleştirmişlerdi. Bu yüzyılda aynı misyonu yüklenenlerden biri de Sezai Karakoç?tur.?
?Artık Bu Hayatın Tadı Kaçtı?
Osmanlının son döneminde, liyakatin ters yüz edildiği zamanlara eren, Dede Efendi?nin söylediği söz olarak kayda geçer: ?Artık bu hayatın tadı kaçtı? sözü. Her türlü yapaylığın, adam kayırmacılığın baş tacı edildiği ve gerçek sanatçıların kıyıda köşede kaldığı bir dönemde, büyük bestekâr daha fazla dayanamaz yüzü boyalı gülücüklere ve alır başını gider; gerçek âleme daha yakın bir uzlete. Bu anlamdan da yol çıkarak, içinden yaşayan insanların, ne kadar nazenin olduğunu anlayabiliriz belkide?
Aslında, biraz da bu bağlamda mı değerlendirmek icab eder Sezai Karakoç?u? Aynı bayalığın ruhları yağmaladığı bir ortam değil mi yaşananlar? Sadakatin, sevginin, kardeşliğin çıkar çıtaları altında kaldığı, maskeli bir balo değil mi yaşadıklarımız?...
Düşününüz ki; Sezai Karakoç?u anladığını sananlar bile, Mona Roza?da kilitlenip kaldığına göre, demek ki dudaktan yüreğe inememiş Onun gayretleri?
Osman ÇELİK